VOLKAN YARAŞIR
Türkiye ekonomisi krizin yıkıcı anaforu içine giriyor. 2013 yılı, özellikle Mayıs ayı sonrası gelişmeler, ekonominin tüm zaafiyetlerini açığa çıkardı. Çok vektörlü kırılganlığı alenileştirdi.
Türkiye’nin dış kaynağı yapısal bağımlılığı, yüksek cari açığı, büyümenin dış borçlanmayla gerçekleşmesi, dış borçlanmanın cari açığı beslemesi ve ihracatın ithalata bağımlılığı gibi ciddi ve yapısal problemleri var.
Yıl sonunda yaşanan kur şoku (halen etkileri devam ediyor ve bir aylık zaman içinde ekonomiye 50 milyar TL’lik yük aktarıldı) ve egemen blok içinde patlayan “iç savaş” zaten kırılgan olan ekonomiyi şiddetle sarstı. Problemleri derinleştirdi.
Son derece riskli olağanüstü gelişmelere gebe bir yılın içine girdik. Yüksek cari açık, 2013 yılında 60 milyar Dolar’a ulaştı, kur şoku ve bu negatif dinamiklerle bağlantılı stagflasyon-enflasyon içinde durgunluk riski arttı.
Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türkiye’de yabancı sermaye akımında “ani duruş” yaşanabileceğini açıkladı.
Yapısal dış kaynak sorunu yaşayan Türkiye ekonomisi, ani duruş ve yaşadığı siyasi risklerden dolayı spekülatif sermayenin olası hızla kaçışıyla senkronize ve yıkıcı problemler yaşayabilir. En başta dış kaynakla kontrol altında tutulmaya çalışılan cari açık, sert bir yükseliş gösterecektir. Ayrıca yeni döviz şokları yaşanabilir. Her şokun küçük bir döviz krizi olduğu düşünülürse, şoklar, şiddetli bir döviz krizini tetikleyebilir.
Bu gelişmelerin somut yansıması özel sektörde kendini gösterecektir. Özel sektörde hızlı iflasların yaşanması kaçınılmazlaşıyor. Daha bugünden şirketlerin değeri, milyarlarca Lira eridi. Yine birçok marka şirket alarm vermeye başladı. Uluslararası finans kuruluşlarının raporlarında bu durum dile getirildi.
Türkiye’nin dış borcunun 2/3’ünün özel sektörün borcu olduğu ve bu borçların kısa vadeli ve Dolar bazında yapıldığı düşünülürse, sürecin yıkıcılığı ortadadır.
Deutsche Bank yayınladığı raporda, kur risklerinin artmasının döviz borcu olan şirketler için yüksek risk doğurduğunu açıkladı. Bu sürecin bir yanıyla da sermayenin merkezileşmesi işlediği unutulmamalıdır. Ayrıca FED’in uygulamaya başladığı parasal genişlemede kademeli kısıtlama politikaları, problemleri artırıcı içeriktedir.
FED’in aldığı kararlar dış kaynak ihtiyacı olan, yüksek cari açığı bulunan Türkiye’nin dahil olduğu “5’li kırılgan” ülkeyi şiddetle etkiliyor. Özellikle Türkiye giderek öne çıkmaya başladı. Dünya Bankası 2014 yılında Tayland’la birlikte, Türkiye’yi en riskli ülke olarak değerlendirdi.
FED’in daha önce açıkladığı parasal genişlemeye, 2014 Mart ayında son vermesi, Türkiye’yi aşırı likidite problemiyle karşı karşıya bırakacaktır. Citygroup ve JP Morgan, olası riskler nedeniyle Türkiye’nin hisse senetlerinin alımını tavsiye etmemeye başladı ve tavrını “nötr” noktaya çekti. Ayrıca hisse senetlerinin ağırlığının azaltılmasına vurgu yaptı. Küresel finans-kapitalin farklı sözcü ve kurumlarının yaklaşımı, içine girilen sürecin ilk verileri olarak okunabilir. Öte yandan Türkiye’deki risk profilinin yüksekliğine bağlı sermaye kaçışlarının ön habercisi olarak değerlendirilebilir.
Stagflasyon riski/sürecinin dış kaynakta yaşanacak sorunlarla birleşmesi, T.C.’yi hızla bir borç krizi içine sokabilir.
Döviz şokları ve sermaye kaçışlarına karşı Merkez Bankası’nın son derece sınırlı olan ve kötü değerlendirilen döviz rezervi (brüt 133 milyar Dolar döviz rezervi bulunuyor, bu oranın normal koşullarda 7 aylık ihracata yeteceği Goldman Sachs tarafından açıklandı) oluşacak finansal fırtına karşısında tutunamaz.
Kurdaki aşınmanın ve Lira’nın düşmesiyle, ihracatın ve Türkiye’nin rekabet gücünün teorik olarak artacağı yönündeki vurgular çok manalı değildir. En başta şirket bilançolarında yaşanan tahribat ciddi noktaya ulaştı. Ayrıca bu durum Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarından dolayı ters biçimde sonuçlar yaratıyor. Yüksek derecede ithalata bağımlılık ve döviz kurlarında yaşanan aşınma, ekonominin zaafiyetlerini tetikliyor. Dış kaynağa bağımlılık cari açığı besliyor. Dış borcun cari işlem açıklarından dolayı hızla artması (TL’nin erimesi, cari açığı genişletmektedir) ve borcun özellikleri önümüzdeki dönemde, Türkiye’deki finansal tablonun altüst olmasına yol açabilir.
Ayrıca (FED’in kademeli kısıtlama kararları ve küresel düzeyde olası yeni finansal türbülanslar gibi) dış stresin artması ve iç streslerle birleşmesi ve sosyo-politik gerilimlerin derinleşmesi T.C.’nin borç çevrimini kırabilecek ve yükümlülüklerini yerine getiremeyecek sonuçlar doğurabilir. Yaşanan kur şoklarından dolayı Merkez Bankası’nın rezervleri bugünden erimektedir. Goldman Sachs yayınladığı ekonomik raporda, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin, Türkiye’nin 1 yıl içinde ödemesi gereken kısa süreli borcun yanında, vadesi gelecek uzun süreli borçlarının ancak %80’ine yetecek bir miktara sahip olduğunu açıkladı. AKP hükümetinin bu olasılığı görmezden gelmesi sık sık dış borçla GSYH arasındaki oranının düşüklüğüne vurgu yapması spekülatif bir yorumdur.
En başta döviz şoku Türk Lirası’nın kısa sürede değer yitirmesine (17 Aralık sonrası TL’nin %24 oranında değer kaybettiği açıklandı) yol açtığı gibi, Türkiye’nin borçlanmasının ve dış borç ödemesinin Dolarizasyon üzerinden gerçekleşmesi bu argümanı boşa düşürmektedir.
Kısaca Türkiye ekonomisi sert yavaşlama ve stagflasyondan, şiddetli bir borç krizine sürüklenebilir. Dış ve iç stres koşulları bu krizin zeminlerini bütünüyle hazırlamış durumdadır.