Roni GÖREN yazdı: “Sermayenin işçi sınıfına, siyasal iktidarın da özgürlüklere ve demokrasiye dönük ağır saldırıları toplumu kendi başına içerisinden çıkılamaz bir döngüye sokmuş durumda. Bu durum AKP’nin en önemli çıkmazına işaret etmektedir ve bu süreç dolaysız biçimiyle AKP’nin ‘kendi mezar kazıcılarını’ oluşturmaktadır.”
İktidarının yirminci yılına girerken AKP en ciddi yönetsel krizlerinden birini yaşamaktadır. İktidara geldiği günden bugüne uyguladığı neoliberal politikalar, işçi sınıfı ve emek cephesinde ağır gedikler açmış durumda. Toplumun giderek yoksullaşması bu durumun en yakıcı sonucudur. Bugün gelinen noktada bütün çelişkilerin ve ilişkilerin ötesinde emek-sermaye çelişkisinin yaratmış olduğu tahribatın düzeyi korkunç boyutlara ulaşmıştır. Artık bıçağın kemiği de kestiği bir sürecin içerisindeyiz. Her geçen gün emekçilerin giderek yoksullaştığı, hayatın giderek pahalılaştığı ve zamların günden güne hayatı sarmaladığı bir gerçek. Bununla birlikte sermayenin işçi sınıfına, siyasal iktidarın da özgürlüklere ve demokrasiye dönük ağır saldırıları toplumu kendi başına içerisinden çıkılamaz bir döngüye sokmuş durumda. Bu durum AKP’nin en önemli çıkmazına işaret etmektedir ve bu süreç dolaysız biçimiyle AKP’nin “kendi mezar kazıcılarını” oluşturmaktadır.
Hal böyle olunca AKP’nin gerileyişi sosyalist harekette belirli tartışmalara kapı aralamış gözüküyor. Bu tartışmalardan birisi sosyalist hareketin birliği meselesi, diğeri ise seçimlere ilişkin solun alacağı tutum. Bu yazıda yapmayı hedeflediğimiz şey her iki durumun birbiriyle olan bağını ortaya çıkarmak ve politik görevleri berraklaştırmaktır.
Militan işçi hareketi ve seçim ilişkisi
Tartışmayı derinleştirmeden önce olgusal gerçekleri ve politik durumun köşe taşlarını belirlemek gerekir.
Birinci ve belki de en yakıcı olgu; AKP iktidarının, ne kadar yönetsel bir kriz içerisinde olursa olsun, gerek ideolojik gerekse zor aygıtlarını kullanarak iktidarını sürdürebildiği gerçeğidir. Yani yaşanan finansal, uluslararası ve bölgesel krizlere rağmen iktidarda kalmayı sürdürebilen AKP gerçeğinden söz etmekteyiz. Bu göz ardı edilebilecek bir gerçek değildir. Bu durumda sosyalist hareketin başat görevi AKP-MHP iktidarını tasfiye edecek politik dizilimi, ittifak ve sokak siyasetini dizayn etmek, hayata geçirmektir.
Bu görevi ıskalayan, görmezden gelen hiçbir yaklaşım ve siyaset tarzı bizlere gelecek için doğru formülasyonu vermeyecektir. Aksine bu görevi göz ardı eden, “zaten gidiyorlar” şeklindeki yaklaşımın iktidarın ömrünü uzatmaktan başka bir şeye hizmet etmesi de mümkün değildir.
Bir diğer görev ise, AKP-MHP iktidar blokunun alternatifi olarak ortaya çıkan-çıkacak restorasyon eğilimlerine karşı devrimci mücadeleyi örgütlemektir. Uluslararası sermaye ve geleneksel sermayenin AKP sonrası bir Türkiye’ye şimdiden hazırlanmaya başladığı görülmektedir. Bu restorasyoncu gücün siyasal temsiliyetini CHP-İYİ Parti ittifakı gerçekleştirmektedir. Bu güçlerin hedeflediği post-AKP dönemi biçimsel olarak belli farklılıklar taşısa da şüphesiz önceki iktidardan “daha iyi” olmayacaktır. Mevcut restorasyoncu güçler yakın gelecek için ciddi bir tehdit unsuru gibi gözükmese de sosyalist hareket bu güçlere karşı şimdiden bir dizi önlemler almalı, pratik-politik müdahale araçlarını ve yöntemlerini saptamalıdır. Sosyalist hareketin buradaki esas çizgisinin işçi sınıfı ve emekçilerin tüm ezilenlerle birlikte kurmayı hedeflediği iktidarın ihtiyaçlarına uygun olması gerekmektedir.
Sosyalistler arasındaki birlik ve ittifak tartışmaları ile 3. Yol, seçenek tartışmaları ancak bu bağlamlardan bakıldığında daha anlamlı hale gelebilir.
3. Yol’un iki izleği
Son dönem tartışmalarda 3. Yol ile ilgili bir dizi kafa karışıklığı yaşanmaktadır. 3. Yol’dan bizim anladığımız şey ezilenlerin tarihsel ittifakının kendisidir. Yani işçi sınıfı ve emekçilerle birlikte tüm ezilenlerin anti-emperyalist ve anti-kapitalist düzlemde tavır alışıdır. Bu tavır siyasal arenada iki yol ile inşa edilebilir.
Birincisi, emek siyasetini sokak siyasetiyle birleştirerek birleşik bir sosyalist hareketin inşası meselesidir. Yirmi yıllık AKP iktidarı işçi sınıfı ve emekçiler cephesinde büyük bir enkaz yarattı. İşçi sınıfının örgütlenmesi önünde çıkardığı yasalar, grevlerin yasaklanması, patronlara getirilen aflar ve vergi indirimlerinin ağır sonuçları oldu. Bununla birlikte temel haklara ve özgürlüklere dönük saldırılar toplumda derin bir kutuplaşmaya neden olurken AKP kendinden olmayan herkese saldırılarını arttırarak sürdürdü. Sosyalist hareketin yapması gereken AKP-MHP iktidarına karşı en temel demokratik kazanımlardan en ileri taleplere varıncaya dek bir direniş cephesini örmektir. Bu şüphesiz sosyalist hareketin birliği problemiyle iç içedir. Dolayısıyla solun birleşme ve birlikte hareket etme sorunu seçim gündeminden bağımsız, hayati bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır.
2016 yılından bugüne AKP-MHP iktidarının saldırıları karşısında sosyalist harekette birlikte mücadele deneyimleri ve eylem birlikleri biçiminde yan yana gelişler oldu. Ancak belirtmekte fayda var ki saldırıların en ağır olduğu dönemde dahi sosyalistler gerçek anlamda bir birlik tartışması yürütmedi, yürütemedi. Şu an sosyalist hareketin birliği mevzu bahis ise o dönemin muhasebesinin yapılması bir zorunluluktur. Tüm bu “tartışmasız” sürece rağmen bugün sosyalist hareketin birliği hiç olmadığı kadar mümkün. Bunu mümkün kılan en önemli halka, emek siyaseti eksenli bir sosyalist cephe tartışmasıdır.
Post-Marksizm’in 90’lardan bugüne saflarımıza pompalamış olduğu kimlik siyasetinin bugün gelinen aşamada çözülmüş olduğu gözle görülen bir gerçektir. Küresel çapta emek-sermaye çelişkisinin mevcut derinliği kimlik siyasetinin “moda” olma durumuna son verecek koşulları güçlendirmiştir. Türkiye gibi siyasal krizlerle boğuşan ve yönetme sorunu yaşayan ülkelerde bu çözülüş hızla yankı bulacaktır. Emek-sermaye çelişkisi tüm dünyada devrimci siyaset kurulurken başat bir belirleyen olarak daha güçlü bir şekilde yeniden ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla AKP-MHP iktidarına karşı en önde tutmamız gereken bayrak bu çelişki ve buna bağlı çelişkiler bütünüdür. Bu siyasetin nasıl yapılacağına ilişkin tartışmanın ise başka bir düzeyde kavranılması gerekir.
Mevcut dönemde emek-sermaye çelişkisi karşısında sosyalist hareketin saflarında hakim kılınması gereken görev militan bir işçi hareketinin oluşturulması görevidir. İktidar ve devlet tüm zor aygıtlarıyla kendi döneminin kalıcılığını tesis ederken bizim siyasetimiz bu ilişkiyi parçalayacak karşı bir “zor”u barındırmak durumundadır.
3. Yol siyasetinin olası seçimlerle nasıl ilişkilendirileceği ise bir diğer izleği oluşturmaktadır. Yukarıda tarif ettiğimiz panorama içinde 2023 seçimleri önemli bir eşik oluşturmaktadır. Bu eşik, işçi ve emekçilerle birlikte, ezilen halklar ve kimliklerin siyasal arenada temsili problemidir. HDP 2013 yılından bugüne gerek seçim politikaları gerekse seçim dışı izlediği politik hatla bu bütünleşmeyi büyük oranda sağlamayı başarabilmiş bir partidir. 3. Yol siyasetinin seçim stratejisi hala güncelliğini korumaktadır. O da HDP’nin büyütülmesi ve güçlendirilmesi hedefidir.
Bugün solda yürüyen 3. ittifak ve halk ittifakı gibi tartışmaları yukarıdaki süzgeçten geçirmek durumundayız. Dolayısıyla emek siyaseti eksenli militan bir sokak hareketinin yaratılması görevi ile seçimlerde en geniş zeminde HDP ile buluşmak iç içe geçen görevlerdir. Ne seçimleri hesaba katmadan yapılan ittifak tartışmaları ne de sadece seçim ve milletvekilliği eksenli yapılan tartışmalar geleceğe dair doğru bir belirlenim sunabilmek adına yeterli olmayacaktır.