Araştırmacı yazar Ayşe Hür, “Kişilik hakları ihlali gerekçesiyle, Korkuteli Sulh Ceza Hakimliği’nin Mayıs ve Haziran 2018’de verdiği kararlara ek olarak 13 Ağustos 2020 tarih ve 2020/344 sayılı kararı ile bir çok habere erişim engellendi. Hakimlik kararında ‘unutulma hakkı’nı gerekçe gösterdi” açıklamalı bir haberi alıntıladı. “Tarihte olanları unutmamızı kimler ister?” diye soran Hür, ‘unutulma hakkı’na yönelik konuştu.
‘Unutulma hakkı’nın tarihteki yüzlerce olaydan bilindiğini aktaran Hür, “Demokratik olmayan iktidarların bu tür kanunlardan muradı hiçbir zaman vatandaşların haklarını korumak değildir. Hele de ‘devlet ebed müddet’ diyen bir siyasal kültürde hiç değildir” şeklinde konuştu.
Hür, “İçinde yaşadığımız sistemde, bireysel haklarımızı koruma adı altında çıkarılan bu tür kanunlara karşı uyanık olmak, fiiliyatta egemenlerin suçlarını unutturma, aklama ve cezasızlık kültürünün kurumsallaşmasına dönüşmesine karşı sürekli mücadele etmekle yükümlüyüz” diyerek ‘unutulma hakkı’ ile ilgili tarihteki örneklerden bahsetti.
Unutulma hakkı örneklerine Antik Yunan’la başlayan Ayşe Hür şunları söyledi:
“MÖ 431-404 arasında Atina ve Sparta şehir devletleri arasında yaşanan Peleponnes Savaşları’nın ardından geçmişteki kötü olayları hatırlamayı yasaklayan bir yasa çıkarılmıştı.
Roma’da bir grup senatörle oğlu ya da evlatlığı Brutus’ün düzenlediği suikastle Sezar’ın öldürülmesinin (MÖ 15 Mart 44) ardından Senato’da konuşan büyük hatip Cicero ‘Bu cinayete dair tüm anılar ebedi unutuşa havale edilmelidir’ demişti.
Avrupa’yı kana boyayan 30 Yıl Savaşları’nı sonlandıran 1648 tarihli Westphalia Barışı’nın şartlarından biri, savaş boyunca işlenen suçları unutmakla ilgiliydi. Böylece unutturmanın esas amacının, egemenleri cezasızlık zırhıyla korumak olduğu belirginleşmişti.
1789 Fransız Devrimi’nden sonra önce Napolyon; onun sürgüne gönderilmesinden sonra da tahta geçen 18. Louise Fransız Devrimi’nin hatırlanmasını kanunla yasaklamıştı. Bu sefer amaç, toplumu olumlu yönde esinlendirecek olayların kolektif hafızadan silinmesiydi.”
Yerli ve milli örnekler…
Birkaç da ‘yerli ve milli’ örnek diyerek tarihteki örneklerine devam eden Hür, “24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nın şartlarından biri 1 Ağustos 1914 ile 20 Kasım 1922 arasında işlenmiş bütün suçlar için af ilan edilmesiydi. Böylece 1915 Ermeni Soykırımı suçlularına yargılanmama garantisi verilmiş oluyordu” dedi.
Ağrı İsyanı sonrasında 20 Temmuz 1931’de çıkarılan 1850 Sayılı Kanun’u aktaran Hür, “Erciş, Zilan, Ağrı Dağı havalisinde vuku bulan isyanda, bunu müteakip birinci Umumi Müfettişlik Mıntıkası ve Erzincan’ın Pülümür kazası dahilinde yapılan takip ve tedip hareketleri münasebetiyle 20 Haziran 1930’dan 1 Aralık 1930 tarihine kadar askeri kuvvetler ve devlet memurları ve bunlarla birlikte hareket eden bekçi, korucu, milis ve ahali tarafından (.) gerek müstakilen ve gerekse müştereken işlenmiş fiiller ve hareket suç sayılmaz” diyerek kanunun 1. Maddesini aktardı.
Saydığı örnekleri çoğaltmanın mümkün olduğunu ifade eden Hür, “Siyaset bilimci Benedict Anderson’un dediği gibi ‘hayal edilmiş bir topluluk olarak ulus’ esas olarak yaratılış miti, seçici biçimde anımsanan ya da unutulan olaylar, kahramanlık öyküleri ve var olduğu iddia edilen değer yargılarından oluşur” dedi.
“Unutarak değil, onarıcı adaletle kurtulabiliriz!”
Çağdaş felsefeci Otfried Höffe ile sözlerine devam eden Hür, “ Höffe’nin dediği gibi, ‘Fetihler; baskı ve sömürüler, kölelik, sömürgecilik ve emperyalizm, Nazi vahşeti, sosyal devrimler adına sayısız insanın kurban edilmesi gibi büyük şiddet eylemlerine ilişkin hatıralardan bir eleştirel dünya hafızası çıkabilir. Bunun ön şartı, hafızanın seçici olmaması, daha çok bir hatırlama adaletini esas almasıdır.’ Bence de geçmişin kötü olayları insanlığın sırtında ağır bir yüktür. Ancak bu yükten unutarak değil, sağlıklı bir hatırlama ve bunu takip eden onarıcı adalet’le kurtulabiliriz” ifadesinde bulundu.
Gelecekte bu gibi olayların tekrarını önlemek için geçmişteki vahşetleri hatırda tutmanın gerekli olduğunu söyleyen Hür, “Hatırlamanın ‘özgürleştirici etkisi’, sadece , ‘kurban/mağdur toplulukları’ için değil, ‘fail toplulukları’ için de geçerlidir. Hatırlamak, özür dilemek ve onarmak, faile de iyi gelir” dedi.
Hür, Mithat Sancar’ın ‘Geçmişle Hesaplaşma: Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne’ kitabındaki ifadelerine göre ilk kez Federal Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ilk cumhurbaşkanı Theodor Heuss’un ağzından duyulan ‘Vergangenheitsbewältigung’ kavramının başka dillere çevrilmesinin zor olduğunu aktardı.
Hür’ün ifadelerine göre, ‘Üstesinden gelinmemiş bir geçmişin gölgesiyle hesaplaşma’ diye çevrilebilecek bu Almanca terim bazı dillere ‘geçmişle hesaplaşma’, bazılarına ‘geçmişle baş etme’, bazılarına ‘geçmişin üstesinden gelme’ olarak çevrildiğini söyledi.
Pozitif bir tonlama: “Tarihle barışma”
‘Vergangenheitsbewältigung’ kavramını negatif tonlamalı ifadelerden kaçınmak isteyenlerin ‘geçmişle ilişki’ , ‘geçmişin işlenmesi’ , ‘hatırlama kültürü’ gibi daha yansız terimlerle kullanmaya çalıştıklarını aktaran Hür, kendisini ise daha pozitif bir tonlaması olduğunu sandığı ‘tarihle barışma’ terimiyle daha yakın hissettiğini belirtti.
Hür, “Unutulma hakkı’ndan nereye geldik diyebilirsiniz ama tarihteki yüzlerce olaydan biliyoruz ki, demokratik olmayan iktidarların bu tür kanunlardan muradı hiçbir zaman vatandaşların haklarını korumak değildir, hele de ‘devlet ebed müddet’ diyen bir siyasal kültürde hiç değildir” dedi.