Ertan UÇAN, “Dünya Çocuk Hakları Günü”ne ilişkin yazdı: Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde panzer altında kalıp yaralanan, ölen çocukların varlığı da bir gerçek; suçlular herhangi bir cezaya dahi çarptırılmıyor.
20 Kasım, her sene gerek ulusal gerekse de uluslar arası alanda çocuk hakları günü olarak kutlanmaktadır. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin imzalandığı bu güne gelene dek çocukların hak kazanımlarını sağlayan birçok gelişme olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde sağlanan bu kazanımların, çocuğun bir varlık olarak kabul edildiği, beslenip büyütüldüğü, korunduğu ilkel toplum dönemlerine kadar kökenleri mevcuttur. Bu tarihsellik içerisinde, bir yandan korunup kollanırken diğer yandan da çocuğun üzerinde bir tahakküm aracı olarak da işleyen, onu terbiye etmeyi, kendine göre şekillendirmeyi amaç edinen bir aile yapısıyla karşı karşıya kalırız. Fakat burada vurgulanması gereken bir gerçek vardır ki her iki durumda da geçerli olan, kollamayı ve korumayı esas alan, terbiye etmeyi ve çocuğa düzen vermeyi amaçlayan otorite figürünün karşısında yer alan, ataerkeil sistemin ezme biçimlerinin karşısında duran kadın varlığıdır. Kadın bir yandan kendini korur ve var ederken, bir diğer noktada çocuğu da korumaktadır. Bu yönüyle geçmişten günümüze erkek egemenliğine karşı verilen kadın mücadelesi, aynı zamanda çocuğu da korumayı amaçlamıştır, diyebiliriz.
20 Kasım 1989 yılında imzaya açılan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye gelen tarihsel süreçte çocuk hakları nasıl bir seyir izledi peki? Çocuklar, yetişkinlerden ayrı bir kategori olarak, kendilerine has davranış biçimlerini, gereksinimlerini, mantık ve düşünüşünü, hareket ve ritimlerini koruyabildiler mi, yoksa yetişkin yaşamlarının çevirip çerçevelediği sınırlar içerisinde bir yaşam mücadelesi mi verdiler?
Bu soruya yine zamanın içinden bakarak yanıtlar verebiliriz:
Çocuk hakları, zamanla gelişen bir kavramdır. İnsanlık tarihinin ilkel dönemlerinde belli bir zamana kadar büyütülen, bakımıyla ilgilenen çocuklar, zamanla çeşitli haklara da sahip olan toplum kesimini oluşturmuşlardır. Tarihteki en eski metinlerinde (Tanrıça Nanşe’ye yazılan ilahi, Ur Namnu Yasaları, Urukagina Kanunları) çocukların korunmasına dair satırlara rastlamaktayız. Çocukları koruma fikri zaman içinde gelişir. M.S 30-100 yılları arasında yaşamış olan Romalı hatip Quintilian, on iki ciltten oluşan “Bir Hatibin Yetişmesi Üstüne” adlı yapıtında çocukların, yetişkinlerin özellikle cinsel sırlarından korunması gerektiğini ifade eder. Tarihin yapraklarını geriye doğru çevirmeye başladığımızda babaların çocukları üzerinde sınırsız güçle donatıldıklarını da görürüz. Bir örnek olarak vermek gerekirse, Antik Roma ve öncesinde yetişkinlere, hasta düşmüş, güçsüz kalmış çocuklarını öldürebilme serbestliği tanınmakta idi. Çocuğun yaşama hakkını yok sayan bu gelenek, ancak M.S 374 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. 16. Yüzyıl sonlarından itibaren ise çocuk giderek artan bir biçimle saygı nesnesi haline dönüşür; korunması gereken, kendine has bir doğası olan özel bir varlık olmaya başlar. Bu süreç, matbaanın bulunuşu sonrasındaki kitlesel okuma yazma seferberliğine ve yaygın eğitim kurumlarının açılması dönemine kadar uzar. Kitlesel okuma yazma seferberliği, çocuk hakları açısından bir devrim niteliği taşımıştır diyebiliriz.
Açılan eğitim kurumlarıyla birlikte maden ocaklarında, fabrikalarda çalışan çocukların büyük bir kısmı okullara yönelmişlerdir. Bugün birçok ülkede çocuklar için eğitim süreci uzun bir dönemi kapsıyor olsa da çocukların haklarının eğitim süreciyle birlikte ortadan kalktığı gibi bir yanılsamaya da kapılmamak gerekir. Okul aynı zamanda eğitim fırsat eşitsizliğinin de gerçekleştiği kurumlar olduğu gerçeği, bu savımızı destekler niteliktedir ki bugün bu sınıf ayrımı tüm dünyada geçerli olan bir durumdur: “Eşitsizler, imkânlardan da eşit derecede yararlanamıyor!”
Türkiye’nin de taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme,197 devletin imzaladığı ve çocuk hakları konusunda yükümlülük altına girmeyi kabul ettiği belge, çocuklar için önemli bir kazanım olmayı sürdürmektedir. Türkiye, sözleşmeyi 1990’da imzalamış, 1994’te onaylamış ve 1995 yılında Resmi Gazete’de yayımlayarak ilan etmiştir fakat buna rağmen ülkemizde çok sayıda çocuk, sayısız hak ihlaline maruz kalmaktadır:
Betonlaşan şehirler, çocukların hayat enerjisi olan oyunu onların elinden alıyor. Çocuklar, apartman ve sokak aralarında, tehlikeli ortamlarda oyun oynamak zorunda kalıyorlar. Çocuklar için oyun alanı talebi, acil bir talep olarak öne çıkıyor. Türkiye 1995 yılında imzaladığı Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 17, 29 ve 30. Maddelerine çekince koymuş, itirazlarını sürdürüyor. Bu açıdan, çocuklar arasında etnik köken, din ya da kültüre dayalı ayrımcılığı önleme yönünde atılması gereken adımları atmamaya devam ediyor. Çocuk Hakları Günü’nün kutlandığı bu günlerde dünyanın birçok bölgesinde savaşlar ve yoksulluk hüküm sürüyor. Çocuklar en ağır koşullarda çalışmaya mahkum ediliyor. Bunun yanında iki yıldır devam eden COVİD 19 salgınından en çok olumsuz etkilenen kesimi de çocuklar oluşturuyor.
Dünya genelinde işçi olarak çalıştırılan çocukların sayısı milyonlarca; sayılar her geçen gün artıyor; çocuklar sömürü sisteminin çarkları altında daha fazla eziliyor. Süren savaşlar ve yoksulluk nedeniyle yurtlarından koparılan milyonlarca mülteci, sığınmacı çocuk, aileleriyle beraber Türkiye’de yaşam mücadelesi vermeye devam ediyor. Eğitimlerini yeterli kaliteden uzak bir biçimde sürdürmeye çalışıyorlar ve gerekli destek de verilmiyor. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde panzer altında kalıp yaralanan, ölen çocukların varlığı da bir gerçek; suçlular herhangi bir cezaya dahi çarptırılmıyor.
Anadili Türkçe olmayan çocuklar, dillerinden kopuk bir eğitim sistemiyle yüz yüzeler. Yeterli ve kaliteli eğitim alamıyorlar; eğitimleri eksik ve yarım kalmaya devam ediyor. Evlilik yapan çocuk sayısı hız kesmeden sürüyor; binlerce çocuk, çocuk yaşta altından kalkamayacağı sorumluluklarla yüz yüze bırakılıyor ve yetkililer bu durumu önleme yönünde adım atmıyor. Gün geçmiyor ki bir çocuk örselenmesin, işmar veya istismara maruz bırakılmasın. Maalesef ki çocuklar örselenmeye; fiziksel, cinsel, psikolojik vb. istismara karşı mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Toplumsal sistemdeki çarpıklıklar, yoksulluk ve gerekli eğitim desteğinden yoksunluk aileleri vuruyor. Erkek egemen anlayışla şekillenen aile yapısı ise kadınlarla çocukları aynı anda mağdur ediyor. Çocukların hayatları, bu olumsuzlukta daha bir çekilmez oluyor. Meslek liselerindeki emek sömürüsü devam ediyor; “18 yaşın altında her insan çocuktur” genel kabulü bir yana bırakılarak çocuklar işletmelerde çalıştırılıyor ve sömürüye maruz kalıyorlar. Cezaevinde kalan 0-6 yaş arası çocuk sayısı en son 780 idi; bakanlık rakamlar facia olduğu için yeni istatistik yayımlamıyor.
Bütün bunlar şunu göstermektedir ki çocuk hakları kavramı her ne kadar mevzuatlarda, belgelerde kazanım olarak yer alsa da çocukların hakları çiğneniyor, çocukların birey olarak varlıkları toplumlarda kabul görmüyor. Bunun için de çocuk hakları mücadelesi daha bir önem kazanıyor.
“Çocuk Hakları Hemen, Şimdi!”
“Çocuklar Haklarıyla Beraber Var Olmalıdır!”