Bu yıl 26. kez düzenlenen Gezici Festival, seyircisini Tuncel Kurtiz’in İsveç’teki sürgün yıllarına ait, gün yüzüne çıkmamış iki filmle buluşturacak. Festivalde İsveç Büyükelçiliği’nin katkılarıyla oluşturulan “Tuncel Kurtiz’in Sürgün Yılları” bölümünde “Saç” ve “Bebek” adlı filmler gösterilecek.
Ankara Sinema Derneği’nin T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla düzenlediği Gezici Festival, 26. yılında seyircisini Tuncel Kurtiz’in İsveç’teki sürgün yıllarına ait daha önce gün yüzüne çıkmamış iki filmle buluşturacak.
26 Kasım-2 Aralık tarihleri arasında Ankara’da, 3-5 Aralık’ta Sinop’ta ve 6-8 Aralık’ta Kastamonu’da gerçekleşecek festivalde İsveç Büyükelçiliği’nin katkılarıyla oluşturulan “Tuncel Kurtiz’in Sürgün Yılları” bölümünde “Saç” ve “Bebek” adlı filmler gösterilecek.
Beyazperde’de yer alan habere göre; daha önce düzenlediği özel gösterimlerle ‘yol arkadaşı’ Tuncel Kurtiz’in yönetmen ve yapımcı yönüne dikkat çeken Gezici Festival bu kez, onun keşfedilmeyi bekleyen sürgün yıllarını mercek altına alıyor.
1971’de ‘Umut’ filminin galasına katılmak için gittiği Cannes Film Festivali’nin ardından meslek yaşamına Avrupa’da devam etme kararı alan Tuncel Kurtiz’in bu kararı 12 Eylül 1980 darbesinin ardından 1993’e kadar sürecek zorunlu sürgüne dönüşür. Avrupa’nın ve dünyanın çeşitli ülkelerinde geçirilen bu 22 yıllık dönemde, usta sanatçı sayısız önemli projeye imza atar. İsveç Film Enstitüsü arşivi kayıtlarına göre, söz konusu dönemde Tuncel Kurtiz’in oyuncu kadrosunda yer aldığı 9 film bulunmakta.
‘Saç’ 45 yılın ardından ilk kez gösterilecek
Gezici Festival’in maceralı bir arayışın sonunda ulaştığı, Tuncel Kurtiz’in 1976 sonbaharında Niğde’nin Değirmenli köyünde başlayıp Toroslardan İç Anadolu’ya kadar her köyü dolaştığı ve İsveç’te sonlanan, ertesi yıl İsveç Televizyonu’nda gösterilen “Saç” filmi 45 yılın ardından ilk kez izleyiciyle buluşacak.
Tuncel Kurtiz 1977 yılında gazetemizden Mehmed Kemal’e verdiği bir röportajda filmin ana temasını şöyle özetliyor:
“Homeros efsanelerinden bu yana saçın Türkiye kadını için ne kadar değerli bir unsur olduğunu görüyoruz. Sevdiği ölünce saçını kesiyor, ölü ile birlikte saçını da gömüyor. Kutsal bir yanı da var. Buna rağmen bugün saçını, güçleşen ekonomik koşullar yüzünden satabilmesi, geleneklerin ve kutsal sayılan nice göreneklerin değişmesini belgeliyor.”
Biri Anadolu’da saç toplayıcısı, diğeri ise bu saçları İsveç pazarına satmayı hayal eden göçmen işçi, iki karakterinin hikâyesini birbirine paralel olarak kurgulayan film, belge niteliğinin yanı sıra kurmacaya yaklaşan yapısıyla da ilgiyi hak ediyor. Ekonomik koşulların zorlamasıyla saçlarını satmak zorunda kalan genç kızların çaresizliğini de gözler önüne seren ve 70’lerin sinema anlayışını gözeterek değerlendirilmesi gereken filmin görüntü yönetmenliğini Gani Turanlı üstlenirken, müzikler Zülfü Livaneli’ye ait.
Yaşar Kemal hikayesinden uyarlama ‘Bebek’
“Tuncel Kurtiz’in Sürgün Yılları” başlıklı bölümünde yer alan ikinci film ise, 20’yi aşkın kitabı, çok sayıda televizyon belgeseli ve filmine karşın, değeri yeterince bilinmemiş İsveçli yazar ve yönetmen Barbro Karabuda’nın imzasını taşıyan “Bebek”. Barbro Karabuda’nın yakın dostu Yaşar Kemal’in yurt dışında yayınlanan ve birçok dile çevrilerek yazarın uluslararası düzeyde tanınmasını sağlayan ilk hikâyesinden uyarladığı filmde Tuncel Kurtiz’in yanı sıra Aliye Rona, Rahmi Saltuk, Tunç Okan ve Güneş Karabuda da rol alıyor
“Bebek”i farklı kılan özelliklerden biri, film ekibinin, koşulların da zorlamasıyla, Yaşar Kemal’in dünyasını bu kez Cezayir’in Zeralda kasabasında ete kemiğe büründürmeleri ve Bergman filmlerinden tanıdığımız Harriet Andersson ile İsveç’in tanınmış yıldızlarının filmde köyün kadınlarını neredeyse kusursuz bir aksanla Türkçe konuşarak canlandırmaları.
Tuncel Kurtiz’in umarsız köylü İsmail’e başarıyla hayat verdiği filmde, kendi tarlalarını ekip biçen Zala ve İsmail’in öyküsü anlatılıyor. Evde tek başına doğum yapan Zala’nın hayatını kaybetmesiyle bebeğini yaşatabilmek için sütanne arayan, bir yandan da ağaya borcunu ödemek için çalışmak zorunda olan İsmail’i odağına alan bu Anadolu filmi, 48 yıl sonra yeniden keşfedilmeyi bekliyor.