Tülay HATİMOĞULLARI ORUÇ Duvar için yazdı: Her oyunun bir sonu var. Çok oynadılar. Giderayak son oyunu oynamak istiyorlar. Irak-Suriye tezkeresini arkalarına alarak oynamak istedikleri bu kanlı oyunun oynanmasına izin vermemeliyiz.
Irak-Suriye tezkeresini geçen senelerde konuşulduğu gibi konuşmak mümkün değil. Çünkü iktidar Suriye topraklarına (Tel Rıfat, Menbiç, belki de kısmen İdlib) ağır silahlarla girmeyi planlıyor.
Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde kabine toplantısının ardından yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Suriye’den ülkemize dönük terör saldırılarının kaynağı mahiyetindeki yerlere tahammülümüz kalmadı. Buradan kaynaklanan tehditleri ya oralarda etkin olan güçlerle ya da kendi imkanlarımızla bertaraf etmeye kararlıyız.”
Erdoğan’ın bu konuşmasından sonra Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar “Orada herhangi bir şekilde terör koridoru oluşturulmasına izin vermedik, vermeyeceğiz” sözlerini sarf etti.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da “Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” açıklamalarıyla koroya katıldı. Bu, gidici olduğunu anlayan siyasi iktidarın, yerini koruyabilmek için “savaş korosunu” devreye koymasıdır.
Evet savaş korosu devrede. Gerekçe olarak ne gösteriliyor? İdlib’de TSK birliklerine yapılan saldırılar. 11 Eylül’den bu yana 3 saldırı gerçekleşmiş. Bu saldırılardan sonuncusunu Seriyyet Ensar Ebubekir el Sıddık (Ebubekir el Sıddık’ın Yardımcıları Seriyyesi) üstlendi. Ama iktidar, Suriye topraklarına müdahalenin zeminini oluşturmak için bu saldırıları Kürtlerin yaptığını anlatıyor kamuoyuna.
İktidarın öne sürdüğü diğer gerekçe ise 9 Ekim’de Azez’de seyir halindeki zırhlı aracın vurulması ve iki özel harekât polisinin hayatını kaybetmesi. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Sekiz füze attırıp savaş çıkartırım” dediğini hatırlayalım. İktidarın savaş gerekçesi üretmek için içine girmeyeceği senaryo yok.
Türkiye sınırının güvenliği barıştan geçer
İdlib’de geçtiğimiz yıl şubat ayında yaşamını yitiren 33 askerle ilgili iktidar hala bir açıklama yapmadı, yapamadı. Suriye’de selefi/cihatçı çetelerin iktidar tarafından desteklenmesi nedeniyle Türkiye ve Suriye halklarının ödediği bedellerin hesabı verilmedi. IŞİD’in Türkiye’de gerçekleştirdiği katliamların hesabı sorulmadı ve destekçileri açığa çıkarılmadı. Suriye savaşı süresince Suriye’den savaşçı devşirildi. İktidar, bu savaşçıları Libya’daki savaş ortamına ihraç edecek kadar ileriye gitti. AKP iktidarı, Türkiye halklarının çıkarlarıyla çelişen bu sınır ötesi operasyonları Türkiye toplumuna anlatamadı. Bu nedenle toplumun geniş bir kesimi “Ne işiniz var Suriye’de, Libya’da” dedi.
Ebubekir el Sıddık Yardımcıları Seriyyesi’nin, IŞİD’in yaptığı saldırıları başkasına yıkmak ya da Hakan Fidan’ın dediği gibi senaryoları uygulamaya kalkarak savaş çığırtkanlığı yapmak Türkiye’nin sınır güvenliğini ateşe atmaktır. Türkiye’nin içini de ateşe vermektir.
Girilmek istenen macerada yoksul halkın çocukları ölecek. Kim için? Ne için? İktidar, ağzıyla kuş tutsa artık bunu ne Türkiye halklarına ne dünya kamuoyuna anlatabilir. “Ülkenin bekası” diyemez. “Sınır güvenliği” diyemez. Türkiye’nin 911 kilometrelik sınırının güvenliğinin sağlanması IŞİD, El Nusra ve türevi örgütlerin sönümlenmesinden, Suriye’de barışın tesis edilmesinden ve Kürt sorununun barışçıl demokratik yöntemlerle çözülmesinden geçer.
Cumhur İttifakı’nın iktidarını korumak için savaş korosu devrede
Ülke çok derin bir ekonomik krizle karşı karşıya. Açlık, yoksulluk, işsizlik hat safhada. İnsanlar kan ağlıyor. Türkiye tarihinde az rastlanan bir durum yaşanıyor. Kiralar, gıda fiyatları, doğal gaz, elektrik fiyatları… almış başını gidiyor. Ekonomik kriz bu iktidarın kötü yönetimiyle ve yolsuzluklarıyla derinleşti. Ülkenin yedek akçelerini bile yediler.
Otoriter rejim çoklu krizleri derinleştiriyor. Siyaset kurumları, demokratik kuruluşlar, toplum, hatta devlet kurumları baskıcı rejimin balyozuyla tehdit ediliyor. Toplumun nefes boruları tamamen kesilmek isteniyor.
Yine de faşist rejimi tahkim edemiyorlar. Toplumun demokrasi bilinci, nefes alma istekleri zannettiklerinden çok daha güçlü. Kadınların, gençlerin, işçilerin, yoksulların, doğa ve insan hakları savunucularının, Kürtlerin, Alevilerin, demokrat mütedeyyinlerin, sosyal demokratların demokratik bir ülkede yaşama arzusu gittikçe ortaklaşıyor.
Bu nedenle Cumhur İttifakı’nın oyları eriyor. Anket şirketlerine ayar vermeye çalışanlar saraydan, sırça köşklerden çıkıp halkın arasına karışsaydı zaten bu gerçeklikle şimdi değil çoktan yüzleşirdi.
İşte tam bu sebeplerle iktidar savaş çıkararak, çatışma ortamları yaratarak iktidarda kalmak için uğraşıyor. Bunun için Suriye tezkeresine “HAYIR” demek gerek.
AKP’nin dış siyasetinin ufak bir fotoğrafı
AKP iktidarı, Türkiye’nin dış siyasetini 2011 Suriye savaşı başladığı günden beri savaş, çatışma ve gerilim hattı üzerinden yürüttü. Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ana strateji neo-Osmanlıcılık, yani yayılmacılık ve Kürt karşıtlığı üzerinden kuruldu.
Bu stratejiden doğru bir pratik çıkmaz. ABD ve Rusya arasındaki çatlaklardan faydalanma, küçük pazarlıkların peşinden koşma siyaseti ülkeyi tahterevalliye çevirdi. Oysa Türkiye’nin jeo-stratejik konumunu barışçıl siyasetle bütün bölgenin lehine kullanma şansı vardı. Ama tam tersi yapıldı.
Her oyunun bir sonu var. Çok oynadılar. Giderayak son oyunu oynamak istiyorlar. Irak-Suriye tezkeresini arkalarına alarak oynamak istedikleri bu kanlı oyunun oynanmasına izin vermemeliyiz.
Irak-Suriye tezkeresini her zaman konuştuğumuz gibi konuşamayız
AKP iktidarının planı, her zamanki gibi “cambaza bak” oyununu oynamaktır: Havuz medyasından kamuoyuna 7/24 savaş haberleri pompalanacak. Milliyetçilik ve şovenizm köpürtülecek. Muhalefet bu cenderenin içine alınarak susturulmaya çalışılacak. Böylece ülkenin asli sorunları olan açlık, yoksulluk, işsizlik, pahalılık ve demokrasi, adalet, özgürlük talepleri konuşulamayacak. Seçime bu gerilim ve kaos ortamında gidilecek.
Ama bundan daha kötü bir senaryo da uygulamaya konabilir: Suriye savaşı gerekçe gösterilerek Anayasa’ya dayanılarak OHAL ilan etmek, seçim yapmamak.
Bu savaş girişiminin asıl nedeni ülkenin bekası değil, İktidarın bekasıdır. Toplum olarak bunlara karşı uyanık, bilinçli, cesaretli olmalıyız.
Muhalefetin bu tezkereye yaklaşımı bu çerçevede olamazsa toplumda büyük bir hayal kırıklığı yaratır. “Nasılsa ipler ellerinde, istedikleri gibi at koştururlar” duygusuna kapılmamalıyız. Önemli bir dönemeçten geçiliyor. Doğru kararlar ileriye taşır.
Muhalefet uyanık olmalı
“Yenikapı ruhu” diyen iktidar, muhalefeti yanına dizerek o zaman oynadığı oyunla ülkeyi fiilen hala devam eden OHAL’e mahkûm etti. Her şey tek adam rejimi içindi. Şimdi de Irak-Suriye tezkeresinde aynı şeyi düşünüyorlar. Muhalefet daha önceki tezkerelerde olduğu gibi aleyhte konuşma yapıp “evet” derse fark eden bir şey olamayacak. Muhalefetin tamamı iktidarın bu tezkereyi hangi amaç için kullanacağını görmeli. Cumhur İttifakı iktidarını korumak için Türk askeri de bataklığa sürükleniyor. Bunu görerek adım atmalı. Bu kırılma anlarında yapılacak bir hatanın her manada telafisi olamaz.
Ülkenin âlî çıkarları
Putin’le Erdoğan’ın baş başa yaptığı son görüşmede İdlib pazarlığı yapıldığı biliniyor. Rusya ve Suriye’nin, Türkiye ile ortak çalışma yürüten Heyet Tahrir el Şam ve TSK güçlerinin M4 karayolunu açacak şekilde çekilmelerini istediklerini biliyoruz. Fiili olarak da çekilmenin başladığı yönünde bilgiler geliyor.
Ancak Türkiye’nin bu geri çekilmenin karşılığında Rusya’dan Tel Rıfat ve Menbiç’e müdahale için izin talep ettiği anlaşılıyor. Tam da bu süreçte Suriye topraklarında görevli kimi generallerin istifa etmesi, kiminin emekliye ayrılması dikkatlerden kaçmamalı. Bu kadar önemli bir konuyu havuz medyası işlemedi. Kamuoyundan adeta kaçırıldı. Çünkü askerler hava desteği almadan yapılacak bir kara harekâtında yaşanacak kayıpları bilir. Bu konuda görüş farklılığı olduğu da aşikâr.
Oysa ülkenin “âlî çıkarları”, herkesin, bütün yurttaşların anlayabileceği basitlikteki işlerdedir:
Ülkenin âlî çıkarları savaş ve çatışma siyasetinden vazgeçmekten ve komşu ülkelerle ve Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle barış merkezli, hukuk zemininde ilişkiler tesis etmekten geçer.
Suriye denkleminde Türkiye’de iktidarları sürekli batağa sürükleyen Kürt sorununa güvenlikçi, inkâr ve imhacı yaklaşımdan vazgeçmekten geçer. Aynı ezberlerle davranılmaya devam edilirse, yani savaşta ve çözümsüzlükte ısrara devam edilirse Türkiye siyaseti ABD ve Rusya’nın insafına kalır.
Kürt sorunu bölgesel bir sorun. Çözümünde en önemli rolü de Türkiye oynayabilir. Kürt halkı bizim yurttaşlarımızdır. Avrupa ülkelerinin büyük kısmı, kendi sınırları içinde yaşayan farklı halkların kolektif haklarını (özyönetim, anadilinde eğitim vb) tanıyıp uygulayarak bu sorunu çok büyük ölçüde çözmüş durumda. Türkiye’de ve bölgede bu sorun aynı yöntemlerle çözülebilir. 40 yıldır devam eden bu kör düğümü sürdürmenin manası kalmamıştır.
Devletin “âlî çıkarları” içinde özne insan değilse; yurttaşın, halkın refahı esas değilse, bu devletin değil iktidarın “âlî çıkarı” olur. İktidarın uyguladığı savaş politikaları ülke ve bölge halklarının demokratik yaşam, barış, eşitlik temelinde kardeşlik haklarını ve özgürlüklerini katletmek anlamına geliyor ve bu politikalar gerçekte ülkeyi ve halkları sadece uçuruma sürüklüyor.
Buna müsaade etmeyelim. Mecliste ve meclis dışındaki tüm demokrasi güçleri, “değişim şart” diyen bütün toplum kesimleri olarak tezkereye hayır diyelim. Barış paydasında buluşmak toplum olarak kurtuluşumuzun anahtarıdır.