Murat UTKUCU yazdı – Soner Yalçın’ın misyonu şu: Kendini solda görenleri, solculuklarına halel getirmeden sağa devirmek! Düpedüz ırkçı milliyetçi asimilatif fikirleri sol libaslar içinde pazarlamak. Başarılı olduğunu söyleyelim.
Bölüm I
Bugüne kadar ne çok ideoloji yarattı hayat. Her şekilde klase edilebilen sayısız sistem: İdealizm-Materyalizm; Emek-Sermaye; Seküler-Klerikalist; Nasyonal-Enternasyonal; Bireyci-Kolektivist vesaire. Ki her sınıflandırma başka bir ideolojik zaviye. Asıl ilginci dört başı mamur bir ideoloji ortaya çıkar çıkmaz sağ ve sol kola ayrılıp yola devam ediyor. İnsan düşünmeye, tarih akmaya, toplum değişmeye devam ettikçe her bir sol ve sağ yorum yeni kanallar bulup daha bir sol ve sağ istikamete direksiyonu kırıyor. Bu nedenle Lenin, Sol Komünizm adıyla bir kitap yazıp, bu solu çocukluk hastalığı olarak nitelendirirken Faşizm’in sol kanadını Hitler bir gecede ortadan kaldırıyor.
Türkiye çok şükür sağ ideolojiler cenneti! Ülke, mütemadiyen sağa çekiyor. Bu aks hasarından Sol da kendini kurtaramıyor. Sağın sağının sağı boy veriyor mütemadiyen. Her fikrin sol ve sağ yorumu olur demiştik ya lakin mesele bundan sonra başlıyor. Sol ile irtibatı çoktan kesmiş olanlar bu ülkede hâlâ kendini sol sanıyor ki bu sahiden başa bela. Eylül Darbesi’nden bugüne kırk yıllık sürede bir zamanlar solcu olduğunu iddia edenler, bugün milliyetçi ideolojinin merkezinde yer aldıkları halde hâlâ kendilerini sol görüp solun kavramlarıyla sağcılık pazarlıyorlar. Mesela Aydınlık Hareketi nezdinde Doğu Perinçek’in geldiği nokta sağa çark etmenin sonsuz bir yolculuk olduğunu göstermesi bakımından ilginç ve trajik. Son Afganistan olayında; Taliban ile Kemalizm ve Anti Emperyalizm arasında kurduğu irtibat ile İhtiyar “Çarkçıbaşı” kendini bile aşıyor ve ideolojik gerçeğini kurmak için dünya tarihini baştan yaratmaktan asla çekinmeyecek bir “devrimci” olduğunu ilan ediyor.
Ancak konu Perinçek’in hiçbir zaman sol olmayan ama ne hikmetse daha düne kadar sürekli sol jargonla desteklenen fikrî curcunası değil. Yazının konusu Soner Yalçın. Aydınlık Okulu’ndan yetişmiş sadık bir talebe olarak etik ve gerçek ile pek derdi olmayan, iddialarını tutarsız, eksik ya da yanlış bilgiler üzerine dayandırıp, daha ötesi, yaratmak istediği algı ne ise enformasyonu ona uygun olarak yeniden inşa eden bir kalem! Ve Sol için Perinçek’ten daha fazla tehlike arz ediyor. Çünkü Perinçek, siyasi kariyerinin son elli yılında zaten Türkiye Solu tarafından sol olarak kabul edilmedi. Bugün de o kendini solda görmüyor. Ama Soner Yalçın öyle değil. Türk Solu’nun nasıl gördüğü de değil mesele. Sola temayüllü okur, onu solcu sanıyor ki bu sahiden facia. Yalçın, yazılarında, “tam bağımsızlık için can veren devrimcilerden”(1) söz ediyor. Tabii biz bu devrimcilerin kim olduğunu bilemiyor ancak tahmin edebiliyoruz: Deniz Gezmiş, Mahir Çayan belki İbrahim Kaypakkaya! Üçüncü seçenek imkânsız ihtimal! Kaypakkaya, hayranlık uyandıran Kemalizm eleştirisi ile Soner Yalçın için ideal bir düşman olabilir ancak. Peki Sütçü İmam ya da Şahin Bey? Bir ihtimal. Ama bunun bir önemi yok. Mühim olan isimler değil devrimci sıfatının okura kimi çağrıştırdığı. Yani bir tür boş gösteren. Ya da joker.
Daha kötüsü ve amaçlanan ise şu: “Devleti yıkmaya silahlı teşebbüs suçu”ndan idam edilen Deniz Gezmiş, sehpada Kürt halkını da dâhil ediyor manifestosuna: “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Bağımsızlık Mücadelesi” Oysa Soner Yalçın için Türklükten bağımsız bir Kürt kimliği yok. Zaten en iyi Kürt, kimliğini kaybedip Türkleşmiş olan. Mahir Çayan’ın “PASS” üzerine oturttuğu devrim stratejisi bir gerilla hareketiydi. Elimize ulaşan yazılarında Kürtlerin adı dahi geçmese de “Türkiye Halkı” demekten çekinmiyordu: Zoraki de olsa Kürtlere bir atıf bu ifade aslında. “Ülkede sadece Türkler yok” demenin bir diğer yolu. Kaldı ki Çayan’ın devrim programı komünistti. Uzun bir yolu olsa da antikapitalist. Mustafa Kemal ne zaman kapitalizme karşı oldu ki? O halde bu devrimcilerin adını yazarak Soner Yalçın neyi hedefliyor? Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’in; Kemalizm’i sosyalizm üzerinden aşmak olarak özetlenebilecek siyasi duruşunu, kurucu ideolojinin bir fraksiyonu olarak göstermek, rejim karşıtı kimliklerini silmek istiyor. Oysa Kemalizm, embriyo aşamasında bile antikomünistti. Bunun için Anadolu’ya mücadele etmek için gelen komünist kadroları katletmek, “pragmatik zaruret” olmadığı halde öldürüldüler. Cinayet, ideolojik bir tepkiydi. Ankara’da cephe meclisi mevcutken aynı cephede yer almak için yola çıkan ve bunu da açıkça ilan eden Türkiyeli komünistlere karşı bu ölümcül tuzağın sebebi ideolojik sekterliktir. Bu gerçeği örtmek için katliamın suçu önce Kazım Karabekir’e, son yıllarda ise sahte bir mektup ile Enver’in üzerine yıkılmak isteniyor. Siyaseti dizayn etmek istiyorsanız tarih üretmek zorundasınız. Solcuları yanınıza çekmek içinse solu yeniden üretmek! Buna kahramanlar ve hikâyeleri dâhil.
Soner Yalçın, popülist yazıyor. Radikal sol kavramları esaslı bir solcu olarak kullanmayı ihmal etmeden. Dikkatli okur, devletin komünist takibatından çok çekmiş bir eski tüfek ile karşı karşıya olduğunu bir an sanabilir. Lakin kısa sürede, yazıların boş gösterdiğini fark edecektir. Çünkü dilin arka planında sol yok. Ne teori ne pratik olarak sol yok. “Gerici, İlerici, Devrimci” vesaire, en genel anlamıyla sol sıfatlar. Ama, ötesi yok. Olmadığı gibi bu sol jargon üzerinden anti-Kürt, asimilasyoncu Kemalist bakış, yazıların ideolojik aksını oluşturuyor. Kalemin arkasında Yüz yıllık Devlet Aklı! Ne kadar etkili olduğunu ise şuradan anlıyoruz. 1930’ların Kürt meselesine bakışta ortalama Türk sosyalisti, bugün Soner Yalçın’ın tezlerinden etkileniyor hatta besleniyor. Dolayısıyla bugünün Kürt Meselesi’ne bakışta, her an yoldan çıkabilecek bir zihinsel algı boy veriyor. Sol’un içinden bir milliyetçi kule yükseliyor ve Soner Yalçın, inşaat için eline ne geçerse kullanıyor: Seyid Rıza ve Şeyh Said hakkında 2010’da kaleme aldığını, 2021’de bu kez Afganistan üzerinden tek satır sektirmeden tekrar ediyor mesela. Sebep? Dönemin katliam programını feodalizme karşı bir tür ilerici zaruret ilan edip Kürtlerin milli mücadelesinde siklet düşürmek: “Aşiret reislerinin kimlik mücadelesi olabilir mi? Siz önce millet olun!” Doksanlı yıllarda Barzani’ye yönelik siyasi hakaretleri hatırlayın.
Soner Yalçın’ın misyonu şu: Kendini solda görenleri, solculuklarına halel getirmeden sağa devirmek! Düpedüz ırkçı milliyetçi asimilatif fikirleri sol libaslar içinde pazarlamak. Başarılı olduğunu söyleyelim.
Bu yazının ana gövdesi, Birgün’de, 29 Temmuz 2010’da yayımlandı: “Türk Nasyonal Sosyalizmi’nin Kısa Tarihi”. Başlık buydu ve Türkiye’de sol nasyonalizmin, klasik faşist hareketin dışında nasıl oluştuğunu Soner Yalçın fikriyatı üzerinden açıklıyordu. Aradan on bir yıl geçti, bu tür yazıların kaderini paylaşmadı makale ve hep güncel kaldı. Belki de ne yazık ki demeli. Güncelliği, anlattığı meselenin siyasi popülaritesi ile ilgili. Keşke Sol’un gücü, bu tür milliyetçiliğe dur diyebilse ve yazı “tarih” olsaydı.
“Kısa Tarih”e geçmeden önce Soner Yalçın’ın 2021 yaz döneminde Sözcü Gazetesi’nde çıkmış yazıları üzerinden bir “yazma tekniği” analizi yapmak yerinde olacak. Böylece on yılda yazarın üslubunda değişen hiçbir şey olmadığını görürken gerçeği eğip bükme alanında nasıl da işinin ehli olduğuna bir kez daha tanıklık edeceğiz:
1. Sezgin Baran Korkmaz’ın isim tashihi: Yeni Rejim’in simge isimlerinden birini anlatıyor Soner Yalçın. Ayakkabı boyacılığından holding patronluğuna transfer olmuş bir milyarderi. Ortaokuldan terk biri için akıllara seza işlerin altından kalkıp küresel finans sistemine angaje olmuş bir şahıs. Oysa biliyoruz ki kariyerini devlet destekli mala mülke çökme sektöründe yapmış. Sermayenin el değiştirme operasyonları hepsi. Ve kendisi bir piyon. Tüm bu operasyonlar ise inşa edilen yeni rejimin iktisat politikası: Kriminal-politik sermaye bu. Ve AKP devleti olmadan asla kotarılamayacak işlere dayanıyor. Soner Yalçın tüm bunları biliyor. Ama bir finansal suç makinesi olarak SBK’yı bakın nereye bağlıyor: “Bu arada… Sezgin Bulcumlu ismini değiştirip, “Sezgin Baran Korkmaz” yapıyor!… Peki… Niye Baran? Neden Korkmaz? PKK lider kadrosundaki popüler isimler “Dr.Baran” ve “Mahsum Korkmaz” isminden kaynaklanıyor olabilir mi? Bilmiyoruz. Bacalı Köyü, HDP’li” (1) Şu satırlara bakın: Rivayete göre SBK soyadını değiştirmiş, Rivayete göre adlarına ad eklemiş. Rivayet diyoruz. Çünkü Soner Yalçın yazıyorsa mutlaka kaynak taraması yapmak zorundasınız. Burada ise ortada ne bir fotoğraf ne bir belge ne de istihbarat raporu olduğu halde Sezgin Baran Korkmaz’ı HDP ve hatta PKK saflarına transfer ediyor. Baran ve Korkmaz adlarını alma sebebini gerilla liderleri ile ilişkilendirirken doğduğu köyün HDP’li olduğunu söylemeyi de ihmal etmiyor. Son anda “böyle mi bilmiyoruz” diye ekliyor ama. Okurun kulağına kar suyu kaçırdıktan sonra. AKP döneminde yıldızı parlamış, Birleşik Devletleri dolandırmış ve rejimin kayıt dışı para makinesi birinden söz ediyoruz. Bir HDP’li ile merhabası dahi olsa çoktan medyaya düşecek birinden. Peki, neden böyle yapıyor? Çünkü o bir nasyonal solcu. Devletinin onurunu böyle kurtarmak istiyor. Yazının devamında “Öfke doluyum!” diyor ve “dünyaya nasıl rezil olduğumuz”dan söz ediyor. Bu rezaletin kaynağını Kürt Özgürlük Hareketi’ne bağlayınca öfkesi bir nebze azalıyor ihtimal. O da biliyor gerçek olmadığını. Bilerek yapıyor.
2. Medyascope’un bir Amerikan vafkınca fonlandığı, nasyonalist kesim tarafından fark edilince kızılca kıyamet koptu. “Fark edildi” diyoruz, zaten Ruşen Çakır, faaliyet raporlarında ilk günden bu yana söz konusu yardımları kuruşu kuruşuna yazdığını beyan etmişti. Yani ortada gizli saklı bir durum yok. Ayrıca dünyada belli ilkeler çerçevesinde bu tür para transferleri de uzun süredir yapılıyor. Herkes ideolojik çıkarı için parayı kullanıyor. Burası tamam. Ancak o çıkarlar herkes için geçerli. Yeter ki diğerinin ideolojik aksı ağır basmasın. Tarihe baktığınızda düşman tarafların bile bu tür parasal ilişkilere girdiği de biliniyor. İkinci Savaş’ta Mao’nun ABD tarafından desteklenmesi gibi. İşin ilginç yanı başta Oda TV olmak üzere nasyonal kanattan gelen saldırı, Saray tarafından hemen sahiplenildi. İktidar medyası, hücuma destek verdi. Oda TV muhasebe kayıtları hakkında kimsenin bilgisi yok. Ama iktidar medyası bir yandan karşılıksız yüzlerce milyon dolar alıyor öte yandan yarım milyon doları bulmayan fonun hesabını Medyascope’tan sormaya kalkıyor. İslamcılık ile etik aynı cümlede asla kullanılmayacak bir ikili. Bu anlaşıldı. Anlaşılmayan ise düşman olduğu iddia edilen Nasyonalistler ile İslamcılar arasındaki tuhaf işbirliği. Sahada bu görülüyor. Soner Yalçın’ın yazılarında da. Buraya daha sonra değinilecek. Şimdi konumuza dönelim. Yalçın fon meselesine dair bir yazı kaleme aldı. Her zamanki gibi kerameti kendinden menkul iddialar ve gerçek dışı enformasyon ile yüklü bir yazı. Her zamanki gibi Kürtleri hedefe koyan bir yazı: “Chrest Vakfı. Türkiye’de liboş “sol” çizgisindeki kimi medya organlarına verdiği parayla gündemde….Chrest Vakfı, 2001 yılından itibaren Türkiye’deki kimi sivil toplum kuruluşlarına para yağdırmaya başladı! Sahi o dönem liboş “solcular” Irak tezkeresine niçin canhıraş destek verdi?… Keza MASAK 2012 raporunda PKK’nın dağ kadrosunu finanse ettiği belirtilen Umut Işığı Kadın Kooperatifi’nin Chrest Vakfı’ndan 2006 ve 2007 toplam 45 bin 598 dolar aldığını öğreniyoruz. Şeffaflıkla övünen fondaş medyanın bu konuları görmezden gelmesine şaşırıyor muyuz? Kendilerini sol olarak tanımlayan kimi şaşkınların fondaş medyaya destek vermesi, tam bağımsızlık için canını veren devrimcilere haksızlık değil mi?” (2) Yazının iddiası şu: Chrest Foundation, ABD’nin Irak, İran ve Afganistan operasyonları için Türkiye’de kendilerine destek olacak kuruluşlara iki binlerden bu yana mali yardımda bulundu. Soner Yalçın Irak tezkeresine “liboş” solcuların” bu nedenle “canhıraş” destek verdiğini iddia ediyor ve külliyen yalan söylüyor. O dönemde başta Ruşen Çakır olmak üzere sol liberaller arasında kimse tezkereye destek sunmadı. Daha da ötesi dönemin Kürt siyaseti de kesinlikle operasyona karşı çıktı ve meydanlarda on binlerce taraftarıyla boy gösterdi. Neredeyse sadece Erdoğan ve yakın çevresi, bir de bu operasyonla Musul’u alma hayali gören bir grup ulusalcı, tezkereci takım olarak ortada kaldı. Soner Yalçın, her zamanki tarzını konuşturuyor. Gerçeği söylemediği gibi yeni bir “gerçek” inşa ediyor. Ama bu kadar değil. Vakıf’tan fon almış Umut Işığı Kadın Kooperatifi’nin PKK ile aktif ilişkisi olduğunu devlet raporuna dayanarak yazıyor. 2021 Temmuzunda bir STK’yı illegal faaliyet içinde bulunmakla itham ederken aynı STK’nın bu suçlamalardan 15 Şubat 2018’de beraat ettiğini es geçiyor.(3) Peki bilmiyor mu? Elbette biliyor. Basit bir Google araştırması öğrenmesi için yeterli gelecek. Ama o zaman kurmak istediği “gerçek”, yerle bir olacak. İşine gelmiyor. Türk tipi nasyonal sosyalizm, işine geldiği gibi köşe yazmak oluyor. Ne tarihe ne gerçeğe saygısı var. AKP gazeteciliği yapıyor. Ama gazeteciliği AKP Medyası’ndan eski. Yani onların öğretmeni aslında.
3. Soner Yalçın bir nasyonal sosyalist olarak gerçekten Erdoğan iktidarına karşı mı? Doğrusu yazılarından bu sonuca varmak pek mümkün değil. Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in iktidardaki siyasal İslamcı Nahda Partisi’ni, anayasal yetkisini kullanarak görevden uzaklaştırması ve meclisi askıya alması üzerine yazı kaleme alan Yalçın yapılanı “laik soslu darbe” olarak nitelendirirken bakın ne diyor: “… emperyalizm dün “uygarlık götürüyoruz” yalanıyla sömürgecilik yaptı; bugün bu yalanlarıyla emrine uygun iktidar inşa etmek istiyor. Erdoğan dün onlar için biçilmiş kaftan/elverişli idi; ama bugün öyle olmadığını biliyoruz. Batının gözünde Erdoğan artık, Mısırlı lider Muhammet Mursi… artık Tunuslu lider Raşit Gannuşi. Batının gözünde AKP, Mısır’da yok edilen İhvan/Özgürlük ve Adalet Partisi Lideri… Bizim Mahalle yapılan her laik soslu darbeyi alkışlamakta can atıyor.”(4) Yazı Tunus’a fon veren ABD kuruluşlarını hedef alırken bu kuruluşlar üzerinden ABD’nin darbe tezgahladığını iddia ediyor. Tunus’ta ne olduğu yazının konusu değil. Ancak nasyonalist Soner Yalçın, Saray’ın “Emperyalizmin emrine uygun bir iktidar” olmadığı için Batı’nın nişangâhına girdiğini söylerken “Bizim Mahalle” dediği ulusalcı kesime Erdoğan’ın desteklenmesi gerektiği mesajını da geçiyor. Fakat destek bu kadarla sınırlı değil. Ulusalcı cenahın en hassas olduğu şeriat konusunu es geçmiyor ve yüreklere su serpen açıklamalarda bulunuyor bir başka yazıda. Ali Erbaş’ın protokolde neredeyse Şeyhülislam pozisyonuna alınması, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi sonrasında kılıçla hutbe vermesi, eşcinselliğe İslam üzerinden hayat hakkı tanımaması, Alevi inancı için Cami’yi ibadet olarak dayatması ve son olarak Erbaş’ın İslamın yargı ve siyasal hayatta belirleyici olma talebi Şeriat’ın bir tür paranoya değil düpedüz yakın bir proje olduğunu göstermiyor mu? “Hani ‘inanç sokakta olmasın, mahallede olmasın, insanın içinde olsun’ diye bir anlayış var ya. ‘İnanç işte insan ile Allah arasında olsun, evine yansımasın, ticaretine yansımasın, siyasetine yansımasın, adaletine, yargısına yansımasın’… Görüyorsunuz ya ortalığı ayağa kaldırıyorlar. İnançtan ayıklansın oralar, adeta bu düşünce insanlığı bu noktaya getirmektedir.” (5) Ali Erbaş’ın elbette Saray’ın talimatı ile izlediği bu anti laik siyaset Soner Yalçın’ı ikna edememiş olacak ki şöyle yazacaktı köşesinde: “Eee hani Erdoğan/AKP iktidarı Taliban ile anlaşarak Türkiye’ye şeriat getirecekti? Eğer Erdoğan/AKP İktidarı, Taliban ile anlaşıp Türkiye’ye şeriat getirecekse Somali’de mevcut iktidarla bir olup eş-Şebab ile niye savaşıyor? Taliban ile eş Şebab arasında fark yok! Yani arkadaşlar, sizlerden rica ediyorum eğer kendinizi Atatürk öğrencisi görüyorsanız okumalısınız araştırmalısınız.”(6) Yazıya göre Türkiye asla emperyal hevesleri olan bir ülke olmadı. Mesela “Afganistan’a hiçbir zaman sömürgeci gibi yaklaşmadı.” O nedenle Libya, Suriye, Irak, Afganistan ve Somali’ye –elbette anti emperyalist duygular ile- ekonomik, kültürel, askeri ve siyasi alanda müdahale ediyor. Taliban ile ilişkilerin sebebi de bu. Ne hikmetse emperyalizm ile uzak yakın ilgisi olmayan dış politik çıkarlarımız, Afrika boynuzunda askeri üs, Afganistan’da NATO adına asker bulundurmamızı gerektiriyor. Ne tuhaf ki Sam Amca’nın minyatür bir modeli olarak ve çoğu kez, bir “barış teşkilatı” olan NATO’nun bünyesinde Türkiye, Dünya’nın enerji ve ulaşım kavşaklarına el atıyor. Denizlerde bayrak gösteriyor. Soner Yalçın, bu yayılmacı dış politikanın arkasındadır. Bu nedenle Taliban ile anlaşmanın şeriat ile ilişkisi olmadığını söylüyor. Oysa tek bir ulusalcı var mı ki şeriatın Taliban üzerinden geleceğini düşünsün. Sadık okurunun aklıyla dalga geçiyor Yalçın. Kaldı ki şeriat üzerinden kurduğu bu dış politik nasyonalist hat Ali Erbaş vakasını da arka plana itiyor. Yalçın’ın emperyal hevesleri, içeride şeriat tehdidini tali mesele haline getiriyor. Peki tüm bu pragmatik dağınıklığın önemi var mı? Yok elbette. Yarın tüm bu yazdıklarını yalanlayan bir başka yazı da kaleme alabilir yazarımız.
4. Soner Yalçın yazıları enformasyon yığınıdır. Nasyonalizme hizmet için kullanılmaktan başka bir işe yaramayan birbiriyle rabıtasız, gerçekle irtibatsız bilgi yığını. Tunus hakkında yazıyorsa başkent diye ne yazdıysa şüphe edilmeli, Afganistan tarihi hakkında “yardırıyorsa” en azından Wikipedia önünüzde açık olmalı. Mesela Yeşil Kuşak projesini anlatırken bir çırpıda Hafız Esad ile Saddam Hüseyin’i İslamcı sol’un hanesine kaydedebilir. Hazırlıklı olmalı: “Asya‘da 1970’lerde İslamcı sol rüzgâr esiyordu; Kaddafi, Hafız Esat, Saddam iktidara geldi. ABD, Ortadoğu’da Sovyetler Birliği’ne yakın iktidarların önüne geçmeye çalıştı.(7)” Dikkat edin bir yanda Alevi öte yanda Sünni ama her ikisi de laik iki liderden söz ediyoruz. Çünkü her ikisi de Baas Partisi üyesi. Ve Baas partilerinin bariz özelliği laik kimlikleri. Üstelik iddianın aksine dönemin Suriye, Libya ve Irak’ında Soyvetlere yakın iktidarlar var. Fakat bunların Soner Yalçın için anlamı var mı? Tıpkı İslam ile sosyalizmi bağdaştırma iddiasında bulunduğu Zülfikar Ali Butto’nun “Tudeh kadar olmasa da laik sol ve batı yanlısı siyasi çizgisinin” (8) bir anlamı olmadığı gibi. Anlamı olan tek şey Yalçın’ın hayali tezlerini ispat edecek kurmaca “gerçekler”. Bunun için sadece olmayan kimlikler var edilip siyasi özneler ve partilere olmayan etiketler yapıştırılmakla kalmaz. Tarih baştan yazılır. Üstüne bu baştan yazılan tarihler mukayese edilir. Türkiye ve Afganistan gibi iki benzemez ülke düşünün. Sosyal, siyasal, kültürel, kurumsal aklınıza gelebilecek her konuda iki benzemez! Soner Yalçın için bunun da önemi yok. O rahatlıkla bu iki ülkeyi mukayese ederek sonuçta Afganistan’ın neden öyle Türkiye’nin neden böyle olduğu sonucuna varabilir. Haksızlık etmeyelim. Bu meddahlık bir amaç için. İdeolojik bir gerekçe ile yazılıyor tüm bu hikâye. Türkiye’nin âli çıkarları, Reason Det’at için. Nasyonal sosyalist fikriyatın vücut bulması için bu senarist çaba. Şuna bir bakalım: “Atatürk nasıl başardı da … 73 yıl iktidarda kalan Afgan iktidarlar başarısız oldu? Bizim açımızdan Afganistan/Taliban gerçeğinden çıkarılması gereken derslerden biri budur! Bugün hâlâ birileri (ki solcusu çoğunluktadır.) Şeyh Sait’ten Seyit Rıza’ya etnisiteyi -aşiret düzenini- feodalizmi yücelten politikaları savunuyor! Ki Afgan solcuları da bunu yaptı. Oysa: Afganistan liderlerinin yapamayıp Atatürk’ün gerçekleştirdiği feodal gericiliği tasfiye etme devrimi idi. Türkiye’de bugün Taliban gibi güçlü radikal dinci örgütlerin olmamasının da sebebi budur!”(9)
Bu ortaya karışık analiz ve post-truth analojinin tek bir sebebi var: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürt siyasetini aklamak. Yoksa Türkiye gibi Batılı bir imparatorluğun bakiyesi olup da 1789 Fransız Devrimi’nin İstanbul’a etkileri üzerine kafa yoran bir devlet örgütlenmesine sahip geleneğin devamı ülke ile Afganistan gibi çevresindeki büyük devletlerin etkisi altında sürekli çatışan bir aşiretler federasyonunu aynı kefeye koymaya kalkmazsınız. Çok uluslu imparatorluğun dağılma sürecinde Hristiyan halklarla birlikte yaşayan ve Anadolu’nun Hristiyan halklardan “arındırılmasından” sonra kurulan yeni ulus devlet tarafından milli kimliği yok sayılan Kürtlerin siyasi talepleri ile tarihsel süreci beş yüz yıl öncesinden takip eden Orta Asya coğrafyasındaki aşiret kalkışmalarını da karşılaştırmazsınız. Üstüne bugün Türkiye’ye hakim olan siyasal İslam’ın varlığına rağmen ülkede Taliban benzeri güçlü radikal fundamental örgütlerin olmadığını da ileri süremezsiniz. Üstelik, Taliban ile Milli Görüş’ün aynı modern siyasetin parçası olduğu vakıa iken. Ve Saray bu gerçeği bugün ikrar ederken… Ve bugün HDP’de cisimleşen Kürt Siyaseti’nin seküler sol eğilimi Ortadoğu ülkelerine yayılmış Kürtleri biçimlendirirken Kürt meselesini siyasal dinci gericilikle itham da edemezsiniz. Peki amaç ne? Türk seküler ulusalcı kesim ile Kürt seküler sol siyaset arasında bağları koparmak. Bunun için Erdoğan iktidarına destek bile verilebilir. Yalçın, bunu yapıyor!
Kaynakça
1. https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/mahallemizle-de-hesaplasacagiz-6498694/ 22 Haziran
2. https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/mandacilik-6558284/ 27 Temmuz 2021
3.https://artigercek.com/haberler/cocuklar-travma-yasiyor-kurtce-konusmaktan-cekiniyor
4.https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/tunusun-fonlanmasi-6560448/ 28 Temmuz 2021
6. https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/bi-karar-verin-hangi-erdogan-6609806/ 24 Ağusto 2021
7.https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/hangi-sol-hangi-afganistan-6622091/ 31 Ağustos 2021
8. https://www.yeniasya.com.tr/2008/01/14/yazarlar/mozcan.htm
9. https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/solcular-neden-basarisiz-oldu-6624150/ 01. Eylül 2021