Ertuğrul KÜRKÇÜ Yeni Yaşam için yazdı: Böylece son haftanın Erdoğan’ı geren gerçek silahlı çatışma tablosundan Karkamış’a düşen “mühimmat” çıkarıldığında geriye Suriye’de iki bölgede -İdlib ve Efrîn ile Girê Spî ve Serêkaniyê’deki Türk sınır ötesi işgal harekâtı dışında bir “sınır ötesi saldırı” fiilinden söz etmeye imkân kalmıyor.
“NATO müttefikimiz Türkiye’ye yönelik sınır ötesi saldırıyı kınıyoruz. Suriye’de öldürülen Türk polislerinin ailelerine taziyelerimizi bildiriyoruz. Ateşkes hatlarının korunması ve sınır ötesi saldırıların durdurulmasının önemini vurguluyoruz. Tüm tarafların ateşkes bölgelerini koruyup saygı göstermesi, Suriye’de istikrarı sağlamlaştırması ve çatışmaya siyasi çözüm getirilmesi için çaba göstermesi yaşamsaldır.”
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, önceki gün düzenlediği basın açıklamasında kendisine yöneltilen, “Erdoğan, YPG’ye mal edilen saldırılardan sonra Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki ABD destekli Kürt güçlerine karşı yeni bir saldırı hazırlığında olduğunun işaretlerini verdi, ne diyorsunuz?” sorusunu böyle yanıtlamış.
Gerçekten de Erdoğan, pazartesi günü “kabine toplantısı” sonrasında “Suriye’den ülkemize yönelik terör saldırılarının kaynağı mahiyetindeki kimi yerler konusunda artık tahammülümüz kalmamıştır” demiş ve “bazı işaretler” vermişti: “Buralardan kaynaklanan tehditleri ya oralarda etkin olan güçlerle birlikte ya da kendi imkanlarımızla bertaraf etmekte kararlıyız. Polislerimize yönelik son saldırı ve topraklarımızı hedef alan tacizler artık bardağı taşırmıştır. En kısa sürede bu sorunların çözümü için gereken adımları atacağız.”
Evet, Erdoğan’ın heyheylenip bir kere daha “tutmayın beni” havalarına girdiği ve bunun Arap basınında “Türkiye yeni bir kara harekâtına mı girişecek” kaygısı yaratmakta olduğu açık ama, sahada gerçekte olan bitenin ne olduğuna ve gelişmelerin böyle bir harekâtı tetikleyebilecek nitelikte ve ölçekte olup olmadığına yakından bakmakta yarar var.
ABD ve Türkiye’nin açıklamalarında “YPG’ye mal edilen saldırılar” listesinin başında Mare’de 10 Ekim’de iki özel harekât polisi Cihat Şahin ve Fatih Doğan’ın öldürülmesi var. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya göre iki polis, “PKK-PYD’nin Fırat Kalkanı Bölgesi Tel Rıfat Bölgesi’nden yaptığı güdümlü füze saldırısıyla” hayatlarını kaybetmişlerdi.
İkinci önemli olay, 11 Ekim’de Efrîn’de gerçekleşti. Sebze halinin ve Ceyş-ül İslam karargahının bulunduğu alanda bomba yüklü aracın patlatılmasını izleyen ilk haberlerde “en az dört” olarak bildirilen can kaybı yükselmeye devam ediyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (SOHR) göre 12 Ekim itibariyle ölenlerin dördü Türkiye kontrolündeki cihatçılar, beşi siviller.
Bu patlama öncesinde de Gaziantep Valiliği, 11 Ekim sabaha karşı Karkamış ilçesine yönelik olarak atılan üç “mühimmat”tan ikisinin ilçeye, üçüncüsünün “Suriye Cerablus sınırları içerisinde boş araziye düştüğü ve kısmen patladığını açıklamıştı. “Ölü ve yaralı yoktu; maddi hasar “küçük çaplı”ydı ve mühimmatın “PYD bölgesinden atılmış olabileceği değerlendirilmekte”ydi.
Ancak Suriye Demokratik Güçleri (SDG), aynı gün Gaziantep Valiliği’ni yalanladı. Olayı açık bir dille reddeden SDG’ye göre, bu “Erdoğan destekli paralı askerlerce uygulamaya sokulan yeni bir Türk istihbarat oyunuydu.”
Böylece son haftanın Erdoğan’ı geren gerçek silahlı çatışma tablosundan Karkamış’a düşen “mühimmat” çıkarıldığında geriye Suriye’de iki bölgede -İdlib ve Efrîn ile Girê Spî ve Serêkaniyê’deki Türk sınır ötesi işgal harekâtı dışında bir “sınır ötesi saldırı” fiilinden söz etmeye imkân kalmıyor.
Bilindiği gibi Türkiye ve Türkiye’nin desteklediği cihatçıların şemsiye örgütü “Suriye Milli Ordusu” (SMO) 2016’dan bu yana Suriye’nin kuzeydoğusunda üç büyük çaplı işgal harekâtı gerçekleştirdi. Harekâtların amacı öncelikle, Kobanê’nin DAİŞ işgalinden kurtarılmasıyla birlikte Rojava’da oluşan çok uluslu özerk kantonlar zincirinin kırılması ve Rojava’nın batısındaki en büyük kanton Efrîn ile Kobanê ve Cizirê arasında cihatçı kamaları oluşturulmasıydı. Türkiye’nin ABD, Avrupa ve Rusya’nın sessiz onayıyla yürüttüğü sınır ötesi hava saldırıları ve zırhlı birliklerin desteği altındaki iki ayrı harekatla cihatçılar Efrîn ve Girê Spî ile Serêkaniyê’yi istila ettiler. Ayrıca Ankara, Suriye ve Rusya’nın ortak harekatıyla İdlib’e sıkıştırılan cihatçıları güya silahsızlandırma gerekçesiyle İdlib’de de sonuçsuz bir askerî harekât sürdürüyor.
Şu halde, ABD yönetiminin dünya kamuoyunu yanıltmayı ve Ankara ile ihtilafları örtmeyi gözeten diplomatik söyleminin aksine, Rojava özerk bölgelerinden Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve güvenliğine ve sınırlarının dokunulmazlığına yönelen, herhangi bir sınır ötesi saldırı yok. Ama işgal altına düşen Kuzey Suriye kentlerinde işgalcileri hedef alan saldırılar var. Öte yandan İdlib’deki açmaz dolayısıyla Ankara hem Şam’ın hem de Halep’teki direniş güçlerinin hedefi halinde.
“İşgal”, lafın gelişi değil. Türkiye halihazırda Suriye topraklarında etnik temizlikler gerçekleştirerek, işgal bölgelerini Kürtsüzleştirerek, yüzbinlerce Efrînli ve Serkaniyeliyi kendi ülkelerinde yurtsuzlaştırarak, mala mülke el koyarak, kadınları köleleştirerek tek yanlı askeri, siyasi, idari, kültürel ve eğitsel faaliyetlerle bir “Arap-İslam” nüfuz bölgesi, bir tür “koloni” oluşturmaya devam ediyor.
Duvar’dan Musa Özuğurlu’nun derlediği bilgilere göre işgal altındaki Cerablus, Azez, Mare, El Bab’da 2017’de karakollar kurulmaya başlandı; Ocak 2018’den beri de Azez, Mare ve Cerablus’a kaymakam ve emniyet müdürleri atanıyor.
Asıl önemlisi Türkiye’nin askeri işgal altındaki bölgelerde Türk lirasını dolaşıma sokarak, egemenliğini mali ve iktisadi açıdan da tahkim etmeye alenen girişmesi. Haziran 2020’den beri, Türk kağıt parası Suriye’nin kuzeyinde hizmet vermekte olan PTT Bank şubeleri aracılığıyla dolaşıma sokuluyor; memurlar maaşlarını TL ile alıyor, yiyecek ve gıda da TL ile alınıp satılıyor.
Açık ki, Erdoğan’ın asıl derdi, Türkiye’ye yönelik “sınır ötesi” saldırı tehdidinin artmasından değil, Türkiye’nin “sınır ötesi” faaliyetinin sabırları taşırmış olması. Halen işgal altında tuttuğu bölgeleri yeniden işgal edemeyeceğine ve uluslararası güç dengesi yeni işgallere izin vermeyeceğine göre, Ankara’nın artık düşünmesi gereken şeyi Suriye Dışişleri Bakanı yüksek sesle telaffuz etti bile: “Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısındaki askerlerini çekmesinin” ve “işgalin son bulmasının ardından Suriye ile normal ilişkileri garanti eden bir çözümü desteklemesinin vakti geldi.”