Haşim BARIŞ yazdı: “Necdet Adalı hiç şüphesiz geleceği temsil ettiğini biliyordu. Bedeninde açılan yaralar, işkence izleri silinmeden celladın ellerine teslim edildi. Katiller korku içindeyken o yüzündeki gülümsemeyi hiç bırakmadı. İdam edilen o değil sanki insanlığın yegane kurtuluşu olan sosyalizmdi. Onu gözü gibi korumalıydı ve korudu. Bu bir sınıf savaşıydı, kendisi de bu savaşın sıra neferlerinden biriydi.”
8 Ekim 1980 kara bir gün. Acılarımızı ve öfkelerimizi tarihin derinliklerine gömdüğümüz bir gün. Hesaplaşmayı asla bırakmayacağımızı beynimize kazıdığımız bir gün aynı zamanda. Burjuvazi, sömürü ve soygun düzenini devam ettirebilmenin yolu olarak İnsan öldürmeyi kendine hak olarak görür. Aslolan müesses nizamın devamıdır. Meşru olmadığını, yaşama hakkının insanın vazgeçilmezi olduğunu reddeder. Nasıl ki yükselen proletarya mücadelesinin önünü kesmek için faşizmi keşfettiyse, idam ve işkence de burjuvazinin temel silahlarıdır.12 Eylül 1980 bu muazzam insan kıyma makinasının dört başı mamur örgütlenmesiydi.
Alelacele yargılaması bile tamamlanmadan bir devrimcinin nasıl katledildiğine şahit olduk. İdam sehpasında sesi hiç titremeden oligarşi diktatörlüğe, onun vahşi cuntasına meydan okuyan Necdet Adalı hiç şüphesiz geleceği temsil ettiğini biliyordu. Bedeninde açılan yaralar, işkence izleri silinmeden celladın ellerine teslim edildi. Katiller korku içindeyken o yüzündeki gülümsemeyi hiç bırakmadı. İdam edilen o değil sanki insanlığın yegane kurtuluşu olan sosyalizmdi. Onu gözü gibi korumalıydı ve korudu. Bu bir sınıf savaşıydı, kendisi de bu savaşın sıra neferlerinden biriydi. Ekmeğini bölüşmeyi, ütopyalarını paylaşmayı, kafasındaki sosyalist bir ülke ve dünya projesine canı dahil sınırsız bir emek ve özveriyle bağlı kalmayı içselleştirmişti. Ülkeyi kaplayan karanlığı parçalayan sloganları, cesareti direnci bundandı. Her adımda vahşice saldırganlaşan Amerikancı generallerle içine girilen uzun soluklu bir mücadelede ilk kurban olma hesabıyla Necdet Adalı görevini eksiksiz yerine getirdi.
12 Eylül 1980 aynı zamanda, Neo-liberalizmin uluslararası çapta başlattığı, sömürü ve soygunu katmerleştirme, var olan muhalif odakları ve işçi sınıfı örgütlenmelerini fütursuzca imha etme operasyonunun bir durağıydı. Bu dönem tam olarak da sosyalist sistemin kendi içindeki çürümenin büyüdüğü, sürekli itibar ve irtifa kaybettiği zamanlara denk gelmişti. Gene de geleceğini tehlikede gören tekeller, kapitalizmin kadiri mutlaklığını kanıtlamak adına tüm cephelerden saldırıya geçmişti. Türk oligarklarının ellerini ovuşturarak ikiyüzlü ve acımasız tutumlarıyla generaller karşısında esas duruşa geçmeleri de bundandı. Ülkenin dört bir yanında yükselen çoban ateşleri, hak ve özgürlük mücadeleleri kontrollerinden çıkmıştı. Faşist katiller aracılığı ile estirilen terör ve katliamlar bu aydınlanma direncini engellemeye yetmemişti. Devletin tüm silahlı organize güçleri teyakkuza geçirildi. İstisnasız tüm emniyet binaları, kışlalar, karakollar işkencehaneye dönüştürüldü. Toplu kıyım ve faşist katliamlarla başarılamayan muhalifleri yok etme girişimleri, tabiri caizse ülkenin her karışı nefes bile alınamayacak hale getirilerek başarılmaya çalışıldı. Türkiye halklarına hayatın her alanını zindan ettiler. Özgürlük ve Sosyalizm mücadelesini imha etmeliydiler. Maalesef başarılı da oldular. Ancak hikaye henüz bitmedi. Her gün yeniden yazılıyor.
Sevgili Necdet yoldaşım; seni, beni bizim kuşağı denklemin dışına çıkarmaya çalışanlar yok değil. X, y, z kuşağı diye bir şeyler keşfedildi. Tamamen Marksizm’in sınıf mücadelesi ve sınıf teorilerini unutturmaya matuf yeni analizler icat edildi. Çoğu masum niyetlerle yapılan analizler olsa da, reel politik duruma ayna tutma çabalarından kaynaklansa da, maalesef mülk sahipleriyle mülksüzler, burjuvazi ile proletarya ve müttefikleri arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin karartılmasına yaradı. Tarih yakın geçmişle başlatılarak Paris komünü, Ekim devrimi, 12 Eylül karşıdevrimi atlandı. Zira itibar kaybetmekte olan solun ezilmişliğine, diline, literatürüne başvurmak akademik kariyerlerin parlamasına yeterli ışığı tutmuyordu. Kimi analistlere göre Gezi bile x, y, z kuşağının öfke patlamasıydı deşarj olup geri çekildi. Sınıf çelişkilerinin ve emeğe saldırının korunmasına yönelik bir direniş değildi yani. Örgütsüzlük öve öve bitirilemedi. Barikatlarda sonuna kadar direnen akranların bile günah keçisi haline getirildi. Burjuvazinin tüm basın yayın organları dağarcıklarında ne kadar kir, çamur, yalan, demagoji varsa üstümüze boca ettiler. Berkin Elvan’ı bu kirli saldırıların ortasında yanına uğurladık. Birçok isyancı acımasızca katledildi. Yani senin Ulucanlar’da yükselttiğin sloganlar yeniden vücut buldu. Burjuvazi çok ama çok korktu. Korku insana mahsustur diyebilirsin, ama onlar insan değildi. Emek ve özgürlük mücadelesinin hatırı sayılır bileşenleri iyi bir sınav verdiler, hala da veriyorlar. Milli solculuktan arınıp, enternasyonalizme Marksizm’in rehberliğinde yol aldıkça bu yol daha da aydınlanacak. Gerisini sende biliyorsun.12 Eylül’ü aratmayacak çapta, Türk egemenleri yeniden toplu saldırıya geçti. Acımasız katliamlar yaptılar. Gözleri dönmüştü. Türkiye halklarının başında bekleyen kara bulutlar hala dolaşmaya devam ediyor. Bu hikaye burada bitmedi güzel çocuk. Sloganların halkların belleğinde, bayrak direğinde sallanır gibi sallanıyor.