“Özgürlük”; siyasal ve felsefi içerimleri de olan, tartışması tarihsel zemine dayanan geniş bir kavram. Bu yazının merkezinde kavramın özneliği olmamasından dolayı kavram basitçe; her türlü dış etkiden ve baskıdan bağımsız olarak insanın kendi iradesi ile, seçebilme kriterlerini değerlendirme düşüncesine vakıf karar vermesi durumu olarak tanımlanabilir.
Basit bir mantık yürütmesinde bile henüz yaşam tecrübesi ikili basamakların başında yer alan kişinin, seçebilme kriterleri konusunda yetkinleşmiş olduğunu veya özgür iradeyi inşa edebilmiş bir kişisel tarihe sahip olduğunu söylemek zor. Buna rağmen kız çocuklarının, evlilik kurumunun toplumsal kodlarının meşruiyetinin arkasına sığınılarak cinsel istismara maruz bırakılması ülke topraklarında yeni olmamakla birlikte, hızla ve arsızca “normalleştirilmekte”.
Evlilik dediğin nedir ki?
Kız çocuklarının doğar doğmaz kiminle evleneceğine dair aile tarafından geliştirilen stratejilerin temelinde mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerinin olduğu bir gerçek. Bununla birlikte ve yanı sıra; erkek merkezli cinselliğin kültürel ve politik iktidarı gereği de kadınların evlenmeksizin cinsel birliktelik yaşaması yasaklanırken aynı zamanda kadının evlilik dahilinde bu ilişkiyi kiminle yaşayacağına karar verme yetisi de basit bir teferruat olarak algılanmakta. Baba, kızının evliliğini ayarlarken aklında anlaşma stratejileri, ailesinin çıkarları, malvarlığının yönetimi gibi konular var. Kadının da bir mülk olarak algılanıyor olması önemli bir nokta.
Kimi coğrafyalarda ise “zor”un biçimi değişmekte: nazik davranarak, teklifler sunarak, hatta kimi adayları kadının reddetmesine imkan tanıyarak da baba ve mülkiyet merkezli evlilikler gerçekleştirilmekte. Üstelik bu tutum “gelişkin” ve “ileri” olanı ima etmesi bakımından örtük bir dayatma. Yazılı veya sözlü/örtük evlilik sözleşmelerine dayalı erkek hukuk sınıfsal farka göre değişkenlik gösterse de patriarkal sistem açısından ortak hedefler içermekte. Toprak sahibi bir baba küçük tarlasını kızını komşunun oğluyla evlendirerek büyütürken, bir maden işçisi kızının köyde ırgatlık yapan adamla evlenmesine yanaşmayabilir. Hizmet sektöründe çalışan bir işçi erkek (öğretmen, polis…) genellikle yine hizmet sektöründe çalışan, kenara biraz para koymuş bir kadınla evlenmeyi tercihe yönlendirilir (öğretmen, hemşire…). Menfaat ne kadar çoksa evlilik meselesi de o denli önem kazanmakta: kızlar evlendirilerek fabrikalar, tekstil atölyeleri, medya kuruluşları, topraklar arasında birleşmeler yaşanır. Mal rejimine, çıkar ilişkilerine dayalı evlilik kurumu bütün bu erkek aklına uygun, itaat eden kadınlar yetiştirmenin, eşitsiz ilişkiler yaratmanın zeminini devlet aygıtının her türlü kurumsal, kültürel yapısında pişirip karşımıza çıkarır. Cinsiyetçi eğitim sisteminden teolojik yapılara, askeri kurumlardan bütçe yapıcılara değin her türden ideolojik aygıt erkek iktidarını besler, yeniler, geliştirir.
Devlet eliyle sunulan bedenler
Ayrımcılığın bu denli belirleyici olduğu, erkek iktidarının toplumsal cinsiyet örüntülerinde bu denli avantajlı konumda bulunduğu bir noktada çocuk yaştaki kızların evlendirilmesini masum olarak dillendirmenin kendisi hiç de masum değil. Çocuk doğuracak damızlık bedenler olarak görülen, gösterilen kadınların itiraz etmesine, sorgulamasına, kimlik ve kişilik kazanmasına imkan tanımayacak yaşlarda, yani henüz çocukken bir erkeğin hizmetine/egemenliğine sunulması ağaç yaşken eğilir “ata”sözünün aklını temsil etmekte. Çocuk yaştaki kızların ev içindeki emeklerine kolaylıkla el konulurken bir ömür boyu sürme ihtimali olan travmatik ve hazdan yoksun cinsel hayat kendilerine dayatılmakta. Erken yaşta doğurmanın bedenlerde bıraktığı sakatlıklar, hastalıklar, genç yaştaki ölümler, intiharlar…
Tüm bunların masum olduğunu iddia eden, tecavüzcüden “erkek tarafı” diye söz eden bir bir aile bakanımız var. Ya da bir ülkenin cumhurbaşkanı 13 yaşındaki bir çocukla nişanlanmış ve 15’inde o çocukla evlenmişse o ülkede her gün yaşanan kadın cinayetlerine politik demeyecek miyiz?