HSBC dünyanın en büyük ikinci bankası konumunda İngiliz kökenli bir banka. Tıpkı diğer büyük finans kuruluşları gibi, yaptığı işlemlerle, 2008 yılında patlak veren küresel finansal krizin tetikleyicilerinden biri. Uluslar arası denetim raporlarına göre, bu bankanın hizmetlerinden uyuşturucu tacirleri, silah kaçakçıları, kanlı/kirli elmas trafiği yapanlar yaygın bir biçimde yararlandılar. Bu bankanın İsviçre kolu yıllardır vergi kaçakçılığı ve kara para aklama konusunda belli başlı müşterilerine aracılık yaptı. Bu faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olan İngiliz, Fransız ve Amerikan devletleri de bunları görmezden geldiler.
Bu bankanın İsviçre kolunda tutulan, 2005-2007 arasını kapsayan ama özellikle de 2006/2007 yılına ait sırdaş hesapların eski bir banka çalışanı tarafından ele geçirilip, sonrasında Le Monde ve Uluslar arası Gazeteciler Konsorsiyumu[1]tarafından açıklanması (30,000-60,000 dosya) ve CBS News’in ‘60 Dakika Programı’nda[2] dünya kamuoyu ile paylaşılması, deyim yerindeyse ortalığı birbirine kattı. Zira ortaya dökülen belgeler, vergi kaçakçılığından, servet gizlemeye ve yasal olmayan silah ticareti gibi uluslar arası ticarete aracılık yapmaya kadar çok önemli boyutlara sahip.
Söz konusu “gizli” ya da “sırdaş hesaplar” (dışarıya bilgi verilmiyor ya da bilgi karartılıyor) 203 ülkenin vatandaşlarına ait, 106.000 HSBC müşterisini kapsıyor ve 118 milyar ABD dolarlık bir miktarı içeriyor[3].
Hesaplarda ülke sıralaması
Müşteri sayısı açısından yapılan sıralamaya göre ilk beşteİsviçre, 9,187 ile Fransa, 8,844 ile İngiltere, 8,667 ile Brezilya ve 7,498 ile İtalya vatandaşları yer alıyor. Böylece azgelişmiş Brezilya kadar, krizdeki İtalya’nın vatandaşlarının da servetlerini ülke dışında sakladıkları ortaya çıkıyor.
Hesaplarda tutulan para miktarı açısından ilk beşte ise; 31,2 milyar dolar ile yine İsviçre, 21,7 milyar dolar ile İngiltere, 14,8 milyar dolar ile Venezüella, 13,4 milyar dolar ile ABD ve 12,5 milyar dolar ile Fransa yer alıyor.
Listenin kalan kısmı da oldukça çarpıcı. S. Arabistan (5,8 milyar dolar) 11. Sırada, Lübnan (4,8 milyar dolar) 12. Sırada, Hindistan (4,1) 16. Sırada, Mısır, B. Arap Emirlikleri ve Türkiye (her biri 3,5 milyar dolar) sırasıyla 20, 22 ve 23. Sırada, kriz içindeki Yunanistan (2,6 milyar dolar) 28. Sırada, Rusya (1,8) 35. Sırada, savaş içindeki Suriye (1,3 milyar dolar) 40. Sırada, yoksul Pakistan (860 milyon dolar) 48. Sırada, sosyal refah devletleri Danimarka (737 milyon dolar) ve Norveç (458 milyon dolar) sırasıyla 51 ve 66. Sıralarda, “Arap Baharı” ülkesi Tunus (554 milyon dolar) 59. Sırada, savaşla yerle bir edilmiş Libya (523 milyon dolar) 60. Sırada, yükselen dünya devi Çin (517 milyon dolar) 61. Sırada, paramparça Irak (515 milyon dolar) 62. Sırada ve Küba (84 milyon dolar) 110. Sırada yer alıyorlar[4].
Hesap sahibi 106,000 müşterinin arasında; kirli/ kanlı elmas ve silah kaçakçıları, sanayiciler, politikacılar, devlet adamları, sultanlar, prensler, moda tasarımcıları, aktör ve aktristler, futbolcular, tenis oyuncuları, Formula yarışmacıları, yargıçlar ve din adamları gibi neredeyse her meslekten insan var. Keza çoğunlu erkeklerden oluşsa da, aralarında 22,5 milyon dolarlık hesap ile Arlette Barbary de Langade Ricci gibi Ninan Ricci’nin mirasçısı, Malezya kralının ikinci eşi ve aktrist Joan Collins gibi kadınlar da var.
Bu hesap sahiplerinden, örneğin silah ve sigara tüccarı Aziza kulsum Gulamali adlı Burundi’li bir zenginin 2006/2007’deki hesaplarında tutulan miktar 3,3 milyar doları buluyor. Yoksulluk içinde kıvranan ülkesinin en zengini ve dünyanın en zengin 23. Kişisi olan Nijeryalı sanayici Aliko Dangote’nin hesabında 22 milyon dolar, Uruguaylı futbolcu Diego Forlan’ınkinde 1,4 milyon dolar, Avustralyalı kadın model Elle Mac Pherson’unkinde 12,2 milyon dolar, Formula 1 sürücüsü İspanyol Fernando Alonso’nunkinde 42,3 milyon dolar, Ermenistan vatandaşı din adamı His Holiness Karakin’inkinde 1,1 milyon dolar, Ürdün Kralı 2. Abdullah’ınkinde 41,8 milyon dolar, Fas Kralı 6. Muhammed’inkinde 9,1 milyon dolar, S. Arabistan Prensi Bandar’ınkinde 15,6 milyon dolar, Mısırlı politikacı Rashid Mohamed Rashid’inkinde 31 milyon dolar, Bahreyn Prensi Salman bin Hasad El Khalita’nınkinde 20,9 milyon dolar, 2003 ‘teki Irak işgali sırasında ABD’yi desteklemiş olan Umman Sultanı Qbaoos bin Said’inkinde 44 milyon dolar bulunuyor.
Hemen belirtelim ki, bu listede yer alan servet sahipleri ya da bunların işlemlerini yapan banka yöneticileri ile ilgili hiçbir yasal işlem yapılmazken, bu dosyaları basına sızdıran Herve Falciani ciddi yasal soruşturmalarla karşı karşıya kaldı.
Türkiye ile ilgili hesaplar ve T.C. vatandaşlarının hesaplarının durumuna geçmeden önce şu ana kadar anlatılanlara ait genel bir değerlendirme yapmak yararlı olacaktır.
(i) Bu hesaplar sadece tek bir bankada açılmış olan hesaplardır. Dolayısıyla da bankacılık sistemi, uluslar arası fonlar vb bir bütün olarak dikkate alındığında, izlenmesi son derece zor olan dev bir okyanustaki buz dağının sadece görünen kısmından söz edilmektedir. Bu nedenle de bu verileri, daha önce bu sitede de sunulmuş olan ve bir İsviçreli kurum tarafından her yıl hazırlanan ‘Küresel Servet Raporu’nun (2014) bulgularıyla birleştirmek gerekir.
Bu rapora göre, dünyanın en zengin 35 milyon insanı, en yoksul 3,7 milyar insanın servetinden daha fazla bir servete sahiptir. Dünyadaki en zengin binde 7’lik nüfus toplam servetin ya da zenginliklerin % 44’ünü elinde tutmaktadır. Geçen yıl bu oranın % 41 olması kriz koşullarının da en zenginleri daha da zenginleştirdiğini (karşılığında da milyarca insanı daha da yoksullaştırdığını) ortaya koymaktadır. En zengin % 10 ise geçen yıla göre payını % 86’dan % 87’ye çıkartırken, servet piramidinin tabanında yer alan % 50, küresel zenginliğin sadece % 1’inden altında bir orana sahiptir[5].
Ayrıca sahte faturalama gibi yollarla her yıl azgelişmiş dünyadan bu tür servet saklama merkezlerine kaçırılan ve yılda 1 trilyon doları bulan serveti de bu hesaba katmak gerekir.
Öyle ki, azgelişmiş ülkelerden, 2002–2012 döneminde sahte faturalama, hayali ihracat vb yollarıyla ülke dışına, özellikle de vergi cenneti konumundaki ülkelere, çıkan para miktarı 6,6 trilyon dolar, sadece 2012 yılında çıkan para miktarı ise 991,2 milyar dolardır. Bunun % 77,8’i sahte faturalama ve % 23’ü yasa dışı sıcak para çıkışı yoluyla gerçekleşmektedir. Her yıl yurt dışına çıkan para miktarı % 9,4 oranında artış göstermektedir. Sadece 2012 yılında çıkan miktar azgelişmiş dünyaya yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının 1,3 ve resmi kalkınma yardımlarının 11,1 katıdır. Bu yolla her yıl azgelişmiş ülkeler milli gelirlerinin ortalama % 4’ünü (Sahra altı Afrika ülkeleri % 5’ini ve gelişmekte olan Avrupa ülkeleri % 4,4’ünü) kaybetmektedirler. Bu paranın % 40’ı Asya’dan , % 21’i ise gelişmekte olan Avrupa ülkelerinden çıkmıştır. Son on yılda, en çok para çıkışı yapan ülkeler sıralamasında ilk üçte, toplamda 1,25 trilyon dolar ile Çin, 973,9 milyar dolar ile Rusya ve 514,3 milyar dolar ile Meksika yer almaktadır[6].
(ii) Listede yer alan bu servet zenginleri çalıştırdıkları işçilerine çok düşük ücretler ödüyorlar, böylece gelecekte onların emeklilik ödemelerini ve maaşlarını da buduyorlar. Yani bunlarla ilgili skandal (yasal olmayan işlerden servetlerini büyütmüş olmaları ve vergi kaçırmaları), bunların doğrudan emek sömürücü karakterlerinin üstünü örtmemelidir.
(iii) İsviçre gibi uluslar arası finansal sistemin kara kutusu niteliğindeki bir ülkede servetin tutulması, sadece vergi ile ilgili kaygılardan kaynaklanmıyor. Rüşvet, kaçakçılık, silah ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı yollarla olduğu kadar, ucuz emek ve hammadde sömürüsüyle de biriktirilen bu servetlerin sahiplerinin, servetlerinin bir gün kendi ülkelerinde ellerinden alınması ya da bunlarla ilgili olarak hesap sorulması ile ilgili yaşadığı korkular ve endişeler de bu konuda önemli rol oynamaktadır.
(iv) Listede zengin ülkeler kadar, ondan daha da fazla olmak üzere, yoksul ya da üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırılan ülkelerin zenginleri var. Bu da kendi ülkesinde çok büyük bir ihtimalle “vatansever”, “milliyetçi- mukaddesatçı”, “hayırsever” olarak kabul edilen bu insanların gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır. Diktatörler açısından ise bu hesaplar, hem iktidarda kalmalarına yardımcı olan finans kaynakları olduklarından, hem de gelecekte bir gün mutlaka lazım olacağı kaygısıyla tutulmaktadır (İran Şahı Pehlevi ve Filistin diktatörü Marcos’un durumunda olduğu gibi).
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hesapları
Açığa çıkan belgelere göre, Türkiye ile ilgili hesap sayısı 4,584 ve müşteri sayısı 3,105. Bu müşterilerin % 41’i (1,273) ise TC vatandaşı olarak TC pasaportu taşıyor. 2006/2007 hesap döneminde Türkiyelilere ait hesaplarda 3,5 milyar dolar yer almış. Tek başına en büyük hesapta ise 264 milyon dolara yakın bir meblağ tutulmuş. Büyük bir kısmı numaralandırılmış[7], buna karşılık % 10’luk bir kısmının off-shore hesap olarak açılmış olması buralarda tutulan paranın vergi kaygısından ziyade, serveti gizleme ihtiyacından kaynaklandığını ortaya koyuyor.
Zengin Türklerin açığa çıkan bu milyarlarca dolarlık servetleriyle, milli duygularımızı kabartarak ve “200 ülke içinde ilk 23. Sırada yer aldık, birçok Avrupa ülkesini solladık” biçiminde gurur mu duymalıyız?
Öncelikle, bu ortaya saçılan servet de buz dağının görünen kısmıdır. Başbakan yardımcısı Babacan tarafından daha önce açıklandığına göre, TC vatandaşlarının yurt dışında tuttukları servetin miktarının 200 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu yüzden de AKP son on yıldır sırasıyla, önce “nereden buldun” yasasını ortadan kaldırdı, sonra da servetleri meşrulaştırmak pahasına, ülkeye getirebilmek için çok cazip koşullarla (sadece % 2 vergi, buna karşılık bir inceleme yapılmayacağı garantisi) iki kez “Varlık Barışı Yasası” çıkarttı. Buna rağmen ülkeye bu servetlerin çok az bir kısmı geri döndü ve bu yasa asıl içerdeki servetin bu yolla meşrulaşmasını sağladı.
Keza Türkiye’den 2002-2012 döneminde vergi cennetlerine, sahte faturalama vb yollarla çıkan para miktarı 36 milyar doları buldu ve bu rakam sadece 2011 yılında 10 milyar doları aştı[8].
İkinci olarak, bu gelişim aslında 12 Eylül Askeri Darbesi sonrası iktidara getirilen Özal Hükümetlerinin bir mirasıdır. Bir neo liberal olarak “zengini sevip, fakiri sevmediğini”, her fırsatta yineleyen Özal, sırdaş hesap uygulamasını başlatmış dönemin ünlü kaçakçısı ‘Berber Yaşar’ ile anlaşmaya varmıştı. Keza ülkede ne kadar vergi toplandığı ve bunların nerelere harcandığı belli olmasın diye Bütçe by-pass yapılarak, devlet, sayıları 100’ü aşan bütçe dışı fonlar aracılığıyla yönetilmişti. Bugünkü iktidarlar aslında böyle bir yönetim mirasının da üzerine oturmuş durumdadırlar. Her fırsatta vurguladıkları gibi Özal’ın mirasçısı olmaktan da gurur durmaktadırlar.
Üçüncü olarak, son on yılda iç tasarrufların neden % 21’lerden % 13’lere kadar (üçte bir oranında) gerilediği de böylece ortaya çıkmıştır. Zira vergi vermeyi bir zül olarak gören sermayedarlar ve servet zenginleri, servetlerinin önemli bir kısmını da ülkede değil, ülke dışında tutmayı tercih ediyorlar. Böylece ülke yabancı sermaye akımlarındaki düzensizliklerin tetiklediği iktisadi çalkantılar ya da krizlerle alt üst olurken, bu kesimler örneğin doların 2.50 lirayı aşmasıyla bir anda dolar cinsinden tuttukları bu servetlerinin kendilerini nasıl daha da zengin ettiğine bakıp mutlu oluyorlar.
Dördüncü olarak, bunca miktar servet yurt dışında tutuluyorsa, bu içinde olduğumuz sistemin, emek sömürüsü, rüşvet, usulsüzlük ve yolsuzluk ne denirse densin, nasıl çürümekte olduğunu, bunun artık böyle devam edemeyeceğini gösterirken, servet zenginlerinin de bu gerçeğin farkında olarak, kendilerine dışarıda bir gelecek garantisi aradıklarını ortaya koyuyor.
Son olarak, bu ortaya saçılıp dökülenler ve torbada kalanlar, neo liberal politikalar altında son 20-30 yıldır iktisadi ve sosyal gelişme ve kalkınmamızı uluslar arası piyasalara bırakmamızı, sosyalizm gibi arayışlardan vazgeçmemizi bize dikte eden ana akım iktisat ideolojisi ve onun konveyörü konumundaki günümüz üniversitelerinin ve IMF, DB, OECD, WTO gibi uluslar arası örgütlerin de yozlaşmışlığının da en somut kanıtıdır. Zira bu kurumların söylemleri sadece servet sahiplerini daha da zengin etmeye yaramakta, diğer yandan ülke ekonomilerini krizlere sokmakta ve işçi sınıfı başta olmak üzere tüm emekçilerin geleceğini de karartmaktadırlar.
HSBC skandalı aslında, finansal sistemde yaygın bir biçimde var olan, hileli eşik altı konut kredisi destekli menkul kıymetler, yasa dışı hacizler, Libor ve döviz manipülasyonu gibi bir dizi skandalın sadece açığa çıkmış olan bir kısmıdır. 2008 krizi sonrasında ortaya konulan belgeler bu sektörün nasıl yasa ve etik tanımadığını ortaya koymuştu[9].
Geleceğimizi teslim etmek istedikleri uluslar arası finans piyasaları ve onun aktörleri spekülatiftirler, bir o kadar da yozlaşmış ve çürümüşlerdir. Bu sistemin aktörleri (özel sektör ya da devlet tarafındaki) açısından meşru iş ya da ticaret ile politikacı satın alma, sahtecilik, hırsızlık ve rüşvet gibi meşru kabul edilmeyen eylemler arasındaki çizgi çok ince bir çizgidir.
Bir başka anlatımla kapitalist toplum kendi koyduğu yasaları dahi önemsiz ayrıntılar olarak gören kriminallerce yönetilmektedir. Bunlar tarafından satın alınmış siyasiler, sistemin düzenleyici kurumları, mahkemeleri, suçluları değil, suçu açığa çıkartanları cezalandırmaktadırlar. Yani toplumun en küçük kurumundan en büyüğü bu multi milyarder uluslararası finans oligarşisince denetlenmektedir.
Kaynaklar:
Durmuş, Mustafa Kapitalizmin Krizi, 4. Baskı, 2013
Global Financial Integrity (2014), Illicit Financial Flows from Developing Countries: 2003-2012.
Global Wealth Report 2013 (2014), Credit Swiss Research Institute, (October 2014).
HSBC bank ‘helped clients dodge millions in tax’, http://www.bbc.com/news/business, 10.02.2015.
Swiss Leaks: Murky Cash Sheltered by Bank Secrecy, http://www.icij.org/project/swiss-leaks.
The Swiss Leaks, http://www.cbsnews.com/news/hsbc-swiss-leaks-investigation-60-minutes.
[1] Swiss Leaks: Murky Cash Sheltered by Bank Secrecy, http://www.icij.org/project/swiss-leaks.
[2] The Swiss Leaks, http://www.cbsnews.com/news/hsbc-swiss-leaks-investigation-60-minutes.
[3] HSBC bank ‘helped clients dodge millions in tax’, http://www.bbc.com/news/business, 10.02.2015.
[4] Bu ülkelerden söz edilirken kastedilen bu ülkelerin vatandaşlarıdır (ülke içinde ya da dışarıda yaşayan). Bunun tek istisnası Venezüella’nın eski bir bakan adına açtırmış olduğu 14,8 milyar dolarlık resmi hesaptır. Bunun nedeninin ise ülkeye uygulanan ABD ambargosu vb olduğu tahmin edilmektedir.
[5] Global Wealth Report 2013 (2014), Credit Swiss Research Institute, (October 2014), s. 26.
[6] Global Financial Integrity (2014), Illicit Financial Flows from Developing Countries: 2003-2012, s. 1-13.
[7] Gizli hesap açma prosedürü şöyle işliyor: İlk aşamada paranın sahibi adına hesap açılıyor. İkinci aşamada kişinin adı off-shore bir şirketin adı ile değiştiriliyor ya da bu hesaba bir numara verilerek kişinin adı gizleniyor. Kişilerin şahsi detayları hesaplarından ayrı bir yerde, özel olarak tutuluyor. Hesaplar incelenmek istendiğinde de sadece vergi cenneti konumundaki off-shore şirketin adı ya da bir numara ile karşılaşılıyor.
[8] Global Financial Integrity (2014), Illicit Financial Flows from Developing Countries: 2003-2012, s. 31-32.
[9] Bu konuda bkz. Mustafa Durmuş, Kapitalizmin Krizi, 4. Baskı, 2013