Ölümünün 48. Yılında C. Hakkı ZARİÇ, Pablo NERUDA’yı yazdı – Nâzım için yaptıkları, yazdıkları ve söyledikleri, Allende ile kader birliği ve aynı günlerde faşizmin karanlığıyla ödürülmeleri, Nobel Ödülü, kitapları ve arkadaşlıkları, konsolosluk yaptığı zamanlar, takip edildiği bitimsiz yıllar, suçları ve ıstırabıyla Neruda.
Dostları olan şairler Neruda’yı bir sandal gezisine davet etti. Meksika yılları. Çiçeklerle süslenmiş kayıklar salınıyor suyun üstünde. Xochirnilco gölünde belki yirmi kayıktan oluşan bir mutluluk sarmalı vardı. Kayıklar gölün sakinliğinde ilerledikçe çiçeklerden oluşan bir koro mutluluğun şarkılarını mırıldanıyordu sanki.
Neruda dostlarının arasında mutluydu. Dostları olan şairler Neruda’yla bir arada olmaktan mutluydu ve çiçekler mutlu kılıyordu gölü ve kayıkları. Elbet tekila da eşlik ediyordu bu mutluluğa, Meksikalı şairler tekilanın sesini de ekliyordu seslerine.
Biri tabancasını çekti. Neruda’nın dostlarından bir şair tabancasını çekti. Gümüş kabzasını tutup altın renginde süslenmiş namlusuyla Neruda’dan göğe ateş etmesini istedi. Bunu rica etti Neruda’dan.
Neruda’nın Meksika’da olduğu yıllarda tabanca sevgisi vardı yerli halkta. Meksikalılar hem seviyor, hem de saygı gösteriyordu tabancaya. “Kırkbeşlik fetişizmi sarmıştı insanları” diyor bir yazısında Neruda. Meksikalıları tabancasından ayırmak mümkün değildi.
O kayığın içinde başka şairler de tabancasını çekip Neruda’nın havaya ateş etmesi için sıraya girdi. Herkes kendi tabancasıyla ateş edilmesini, göğe doğru giden merminin kendi tabancasından çıkmış olmasını istyordu. Tekila da şişede durduğu gibi durmuyor demek. Burnunun ucunda, göğsünün altında, sağında solunda tabanca, hepsi bir araya gelince bir çardağın altında gibi oldu Neruda. Uzanıp bir dostunun o büyük Meksika şapkasını aldı, “şiir ve barış adına” diyerek kayıktakilerin tabancasını topladı o şapkanın içine. İstisnasız hepsi kabul etti bu çağrıyı, birkaç günlüğüne de olsa tabancasından uzak durdu Meksikalı şairler, onlara iade edinceye kadar evinde sakladı Neruda tabancaları. Şiir ve barış adına, şiire ve barışa dair bir şair Neruda. 30 Haziran 1915 tarihinde bir kartpostalın arkasına yazıp postaya verdiği ilk şiirinden beri hem de 1973 yılının 23 Eylül’ünde öldüğü duyrulduğu güne kadar şiire ve barışa dair bir şair olarak yaşadı Neruda. “İspanya savaşı sırasında Rafael Alberti ile karşılaşmasından şunu öğrendiğini yazar: ‘Şiir yazmak bir barış eylemidir. Şair barıştan doğar. Ekmeğin undan yapılması gibi.’”[1]
Lorca için sonsuzluk ve bir düş
“Issız bir evde,
Korkudan ağlayabilseydim;
Gözlerimi çıkarabilsem de,
Yapabilseydim;
Senin sesin için yapardım
Bunları,
Yaslı portakal ağacı sesin;
Senin şiirin için yapardım
Bunları” [2]
Bir uzun şiire başlıyor Neruda, Lorca için uzun bir şiirin girişini yazıyorum burada, onu kurşuna dizdiklerinde içinde olan biteni haykırıyor ve insanların kalbiyle sesleniyor şaire. 1937’de Lorca için uzun bir konuşma yapıyor, Paris’te. Tarihin sarkacında yaşamaya devam eden kahramanların ve sıradan insanların, topraksız köylülerin ve ağır çalışma şartları altındaki işçilerin yaşama karşı mücadelesini dile getiriyor ve Lorca’nın şiirine, onun hayata karşı duruşuna ve estetikle olan ilişkisine değiniyor konuşmasında. “Evet, iyi seçim yaptılar, onu vururken insan soyunun yüreğini hedeflemişlerdi.” [3] diyor.
Ve devam ediyor Lorca için yeni cümleler kurmaya, onun hakkında iştahla konuşmaya ve faşizmin üstüne yürüyenlerin kalbiyle konuşmaya:
“İspanyol dili insanları baştan ayağa büyüleyen böylesi bir şaire sahip olmadı. Onun dokunduğu her şey, hatta estetiğin gizlerinin düzeyinde de olsa -kendinden bir şeyler açığa vurmaksızın reddedemeyen bilgin bir şair gibi- dokunduğu her şey, insanlar arasındaki temel değerlere ulaşarak sesin en derin tınılarıyla çınladı.” [4]
Şiirinin kaynakları Şili’den, dünyadan ve yaşamın bizzat kendisinden beslendi daima. Neruda aşka ve devrime şiirler yazdı. Israr ve görkem öne çıktı onun şiirlerinde, onun şiirlerindeki belirgin sesin ısrar ve görkem olduğunu söyleyebiliriz. Karşısındaki kişiyle konuşur gibidir şiiri, yukarıdan bakmaz, azarlamaz, ses tonunu o kişinin anlayabileceği seviyede tutmaya özen gösterir… Gösterişli ve ağdalı değildir. Duyularına güvenir yazarken ve okuyucunun duyumsaması, şiirle iletişim kurması, dizelerde kendini bulması güç değildir.
“Alıyorum sözcüğü, gözden geçiriyorum bir güzel
sanki insan suretindeymiş gibi,
sıralanışı hayranlık veriyor, yolumu bulduruyor
her çeşitlemesi söylenen sözcüğün –
söylüyorum ve varoluyorum ve yaklaşıyorum
konuşmaksızın
sessizliğin ve sözcüklerin sınırına” [5]
Malakolog Neruda
Diline, gündelik hayatına, mücadele tarihine, kültürüne ve folklörüne olduğu kadar yaşadığı dünyaya, o dünyanın suyuna, toprağına ve canlılarına da bağlıdır Neruda. Meksika’da olduğu zamanlarda deniz kıyısına gitmeyi, küçük dalışlar yaparak midye ve başka deniz canlıları toplamayı adet edinmişti Neruda. Küba’ya ve başka ülkelere seyahetlerinde de devam etti bu merakına. Koleksiyonundaki yumuşakçaların kimine para verdi, kimi armağan edildi ona, kimini de arakladı çaktırmadan.
Çin’in, Filipinler’in, Japonya ve Kuzey Avrupa’nın denizlerinden toplanıp bir araya getirilmiş onca salyangoz ve deniz minareleri elbette bir koleksiyon oluşturdu zamanla. Arayıp bulamadıkları, bulsa da satın alamadıkları oldu bu değerli koleksiyon parçaları arasında. Kitaplığında hatırı sayılır bir yer kapladı “yumuşakçalar”a ait kitaplar. Koca koca sandıklara doldurup Şili Üniversitesi’ne bağışladı koleksiyonunu. İhtişam ve gösterişle kabul edildi Neruda’nın koleksiyon bağışı, tıkıldığı depoda ne olduğuna dair kimsenin bir fikri yok, sonrasında Neruda’nın da olmadı zaten. [6]
Neftali Reyes
“Benim şiirim ve hayatım bir nehir gibi akıp gitmiştir. Şili’nin yüksek dağları arasındaki derin vadilerde dünyaya gelen ve denizlere kavuşmaya çalışan bir nehir gibi. Suların üzerinde yüzen her şeyi götürmüş, coşkunluğu kabul etmiş, sırları gün ışığına çıkarmış, halkın yüreğine giden bir yol açmıştır kendine.” [7]
Bir mucizeden bahseder gibi sükunet dolu cümlelerle tarif etmiş şiirini. Devam etmiş aynı sayfada: “Ben ıstırap çektim ve savaştım. Dünya bölünürken, ben yendim ve yenildim, ekmeğin ve kanın tadına vardım. Başka ne arzular bir şair? Ağlamaktan öpmeye, yalnızlıktan kalabalığa tüm duygular şiirimde kanat çırpmış, içinde yaşamıştır. Ben şiirim için yaşadım, şiirimle savaşlar verdim.” Nihayet hepimizin kalbinde kıskanılacak bir yerde yaşadı daima.
Nâzım için yaptıkları, yazdıkları ve söyledikleri, Allende ile kader birliği ve aynı günlerde faşizmin karanlığıyla ödürülmeleri, Nobel Ödülü, kitapları ve arkadaşlıkları, konsolosluk yaptığı zamanlar, takip edildiği bitimsiz yıllar, suçları ve ıstırabıyla Neruda.
Daha çocukken, Ricardo Eliezer Neftali Reyes Basoalto iken yani, o kartpostala ilk dizelerini yazdıktan sonra, kendi kendine bir ad araması gerektiğini duyumsadığında ve şiire kanat çırptığında Neruda adında karar kıldı. Bir gün gidip heykeline çiçek bırakacağı Jan Nepomuk Neruda’nın adını duymamıştı bile.
Aşk olsun!
[1] Pablo Neruda, Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Çev: Ahmet Arpad, Evrensel Basım Yayın, 3. Basım Kasım 2012, sayfa 393
[2] Neruda, Seçme Şiirler, Kıbele Yayınları, sayfa 25 (Bendeki baskısında ihtimal ki künye sayfası kopmuş, çevirmen dahil başka ayrıntıları veremiyorum bu nedenle, Cağaloğlu’nda Avcı Ofset’te basıldığı yazılı, başka bilgi yok maalesef).
[3] Neruda, Şiir Boşuna Yazılmamış Olacak, Çev: Nesrin Arman, Broy Yayınları, 4. Basım, Şubat 1994, sayfa 10.
[4] Age, sayfa 11.
[5] Pablo Neruda, Sevdiğime Seslenir Gibi, Türkçesi: Kemal Özer-Sibel Özbudun, Yordam Yayıncılık, 1. Basım, Ekim 1992, sayfa 70.
[6] Türkiye’de benzer bir durumla kıyaslamak için Nazaret Dağavaryan üzerine bir araştırma yapılabilir ya da Karin Karakaşlı’nın Dağavaryan üzerine yazdıklarından bilgi edinilebilir.
[7] Pablo Neruda, Yaşadığımı İtiraf Ediyorum, Çev: Ahmet Arpad, Evrensel Basım Yayın,3. Basım Kasım 2012, sayfa 192