Murat UTKUCU yazdı – Yılmaz Güney değişmek istiyor ve bunu başarıyor. O zaman neden bu değişimi yok sayıp küfür kıyamet bir insan ölümünden bunca yıl sonra aşağılanıyor, ölüsüne saygısızlık ediliyor. Madem değişime inanmıyoruz. Madem sonsuz ceza talep ediyoruz. O halde neden insani değerlere karşı bu kadar hassas olduğumuzu iddia ediyoruz. Düpedüz muhafazakar ideolojinin müridi isek neden sol ve ezilenler adına konuşmayı marifet sayıyoruz.
Demirlibahçe’de öğrenci evimizde, Siyasal’dan sınıf arkadaşım Aygün ile konuşuyoruz. Ahşap pencerelerin ötesinde bahçedeki kavak ağaçlarının dalları odamıza girdik girecek. Devrim sonrası üzerine hayaller kuruyoruz. Söz karşı devrimci ve faşistlerin cezalandırılmasına geliyor. İşkence ve idam yok kuracağımız sosyalizmde. Kötü muamele ve berbat hapishane şartları da olamaz. Peki nasıl ceza vereceğiz? Diyorum ki Rehabilitasyon Merkezleri olmalı. Ama verilecek ceza sonsuz bir vicdan azabı ve pişmanlık olarak vücut bulmalı. Aygün heyecanla itiraz ediyor. Hayır diyor. Sosyalizm’de ceza bir sonsuz döngü olamaz. Amaç insanlara acı çektirmek mi yoksa birlikte yaşamayı becermek ve onlara evrensel iyiyi olumluyu öğretmek mi? Değişmeyi öğretmek mi… Bu sefer ben şaşırıyorum. Ve o anda haklı olduğunun farkına varıyorum. O günü hiç unutmuyorum. 1989 İlkbaharı, İniş Sokak. Ankara. Unutmuyorum.
1.Yılmaz Güney yine korkunç cümlelerle bir kez daha öldürülüyor. Hatırası ayaklar altında. Güney’in eşi Nebahat Çehre’ye uyguladığı şiddet (dayak, başına bardak koyup ateş etme, aracı üzerine sürme vesaire) üzerinden bir tepki bu. Bu vandalizme verilen tepki haksız mı? Değil. Peki bu tepkiyi Yılmaz Güney’in son nefesine kadar sonsuz bir nefrete dönüştürmek haklı mı? Değil. Fatoş Güney’in pamuklara sararak anlattığı bir Yılmaz Güney kişiliği gerçekse değil. Son eşine hayatta kötü söz söylememiş bir insan nasıl olur da ilk karısına bunları yapar o halde? Aşk? Aşkın şiddeti engellemediği hatta bahane olarak ileri sürüldüğünü biliyoruz. Erkek kültürel olarak şiddeti her koşulda üretir. Eğer o ataerkil feodal kültürün parçası olmayı hedefliyorsa. Ama Yılmaz Güney Fatoş Güney’e asla zarar vermiyor. Sebep? Çünkü bir zamanların kabadayısı Feodal erkek kimliğinin temsilcisi Yılmaz Güney zamanla değişiyor. Politik bilinci yükseliyor. Komünist oluyor. Komünist olmak yeter mi? Hayır ama son eşiyle ilişkisinde sorun yok. Yani Yılmaz Güney değişmek istiyor ve bunu başarıyor. O zaman neden bu değişimi yok sayıp küfür kıyamet bir insan ölümünden bunca yıl sonra aşağılanıyor, ölüsüne saygısızlık ediliyor. Madem değişime inanmıyoruz. Madem değişen insana karşı aynı hınçla davranmaya devam ediyoruz. Madem sonsuz ceza talep ediyoruz. O halde neden insani değerlere karşı bu kadar hassas olduğumuzu iddia ediyoruz. Düpedüz muhafazakar ideolojinin müridi isek neden sol ve ezilenler adına konuşmayı marifet sayıyoruz.
2. Nazım Hikmet sürekli hedefte. Kürt Meselesi üzerine hiç yazmadığı için. Sahiden öyle mi? Değil! Evet Türk ulus devletine yüklenen misyona göre şiirlerinde öyle bir tema görülüyor. Ya da o harika şiirinde Türk Tarihi üzerinden bir Anadolu tanımı yapıyor: Dört nala gelip Uzak Asya’dan… İdeolojik olarak sorunlu mu? Evet. Peki Nazım kaç dize yazmış? Sayısını hesap eden yok. Şiirlerinde aşk var, ezilenler var, dünya halkları var, hasretler var, ıstırap var, ölüm var. Şiirlerinde insan var. Kürt Meselesi hakkında esaslı şiirlerinin olmaması eksiklik. Ama Ermeni soykırımını yazmaktan geri durmamış da. Velhasıl bu konu sorunlu. Peki Kürtlere kör mü? Kör olsaydı Bedirhan Bey’e o mektubu yazar mıydı? Kör olsaydı “Gerçek Türk yurtseverleri Kürt kardeşlerinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde milli haklarına kavuşmak için yaptığı kavgayı can ve gönülden nasıl destekliyorsa, gerçek Kürt yurtseverleri de Türk halkının demokrasi ve milli bağımsızlık için yaptığı kavgayı öylece destekliyor.” der miydi? Kürtlerin TC sınırları içinde milli kimlik kavgasını bugün kim yürütüyor bu topraklarda. Nazım bugün yaşasa Kürt Meselesinde hangi partiyi desteklerdi? Peki böyle yazan söyleyen bir şaire küfretmek onun hatırasını yere sermek nasıl bir akıllara seza durumdur. Nazım eksiğini fark etmiş ve Bedirhan Bey’e mektup yazmış. Nazım değişmiş. Değişime inanmıyor musunuz? İnsanlar kötüye ya da iyiye değişebilir. Değişimi desteklemiyorsak nasıl solcu olabiliriz. Değişimi kabullenmiyorsak nasıl realist olabiliriz. Kin ve öfkeyle yüklü akıllar ile kendimize ve topluma ve dünyaya ve kainata ne verebiliriz?
Yapmayın. Bugün olduğumuz yere nerelerden geldiğimizi unutacak mıyız? Bu saldırılarda bulunanlar doğuştan bulundukları yerdeydiler ya da an itibariyle en mükemmeli temsil ediyorlar öyle mi?
Bunaldım. Bu gerçek dışı algılar dünyasında hem hassasiyet hem de anakronik nefretle yüklü olanların şiddetinden bunaldım.
Yine de adalet terazisinin eğilmesi içini acıtıyor insanın ve duvardaki tablodaki eğikliği düzeltmek için divandan kalkmak istiyor.
Aygün 21 yaşındayken bana insanların değişimine değer vermek gerektiğini söylemişti ve ben talep ettiğim sonsuz vicdan azabını geri çekmiştim. Çok değiştim yalan yok. Ama ben halâ otuz iki yıl önce aynı ikna olduğum ruhla Demirlibahçe’de kavak ağaçları arasından Ankara Kalesine bakıyorum.