Mahir Sayın, 1989 Nikaragua seçimlerinin yıldönümü vesilesiyle yazdı: “Nikaragua deneyimi de iktidarı kazandıktan sonra kendinden önceki devrimlerin yüzyüze geldiği ağır sorunlarla karşılaşırken, çoğulculuğu ve örgütlenme özgürlüğünü tanımasıyla da farklılığını sergilemiş oldu.”
SSCB’nin yıkılışı sosyalizm tarihinde çürümenin bir noktasına ulaşıldıktan sonra yapılacak olan reformların sosyalizmin son kalıntılarını da ortadan kalkmasıyla sonuçlandığını göstermiş olsa da Nikaragua devriminin izlediği farklı görünen yol bu sorunun bir kere daha gündeme getirilmesini gerekli kılıyor. Sandinist devrim gerçekleşmesi ve iktidardaki tutumlarıyla, bugün ulaştığı nokta son derece olumsuz bir tablo oluşturuyor olsa da sosyalist mücadele tarihinde çok önemli bir yere konulmayı hak etmiş bir örnek oluşturuyor.
Bu devrimini bugün ulaştığı en ilginç noktalardan birini de, Somoza diktatörlüğünün başkanlık sarayını basarak devrimin hız kazanmasına yol açmış, FSLN iktidarına karşı silahlı mücadele başlatmış, taraftarları Kontralara katılıktan sonra Kostarika’da köpek balığı avcılığı yaparken çıkarılan genel afla ülkeye döndükten sonra seçimlere katılıp ancak %1 oy alan devrimin Komutan Sıfır’ı Eden Pastora’nın* yeniden FSLN’e üye olup, “Tanrı Daniel’i (Ortega) başımızdan eksik etmesin, yoksa her şey mahvolur” diyecek noktaya gelmiş olması oluşturuyor.
Gerçekleşmesi diğer devrimlerin birbirini tüketmeyi hedef olarak önüne koymuş ittifaklara bürokratik açılardan benzese de tam olarak benzemez. Kimi zaman çelişkiler içerisine sürüklenmiş olsalar bile aralarında burjuvaların da bulunduğu değişik güçlerin demokratik bir devrim için kurdukları ittifak gerçekten de başardığı siyasal devrim ile demokratik bir iktidarın kuruluşunu gerçekleştirdi.
Yine iktidara geldikten sonra da ittifakta çok ciddi kırılmalar yaşanmış olmasına rağmen FSLN siyasi tekel kurmaya kalkışmadı ve kaybettiği seçimlerin sonuçlarını, bir darbe gerçekleştirmeye yetecek ordu olarak örgütlenmiş silahlı gücü bulunmasına rağmen tanıdı; yenilgiyi kabul edip hükümeti seçimin galibine devretti. Üstelik kazanan taraf ortaklıktan ayrılan ve ABD paralarıyla seçim kampanyası yürüten apaçık bir burjuva olan Chamorra olmasına rağmen bunu yapmadı. Ayrıca mesele sadece ABD paralarıyla kampanya yürütmekle sınırlı bir çelişkiden ibaret değildi. Önce ABD girişimleriyle örgütlenen Somoza diktatörlüğünün kalıntıları ve Miskito yerlilerinin başlattığı karşı devrimci silahlı ayaklanma ülkenin altını üstüne getirmiş, zaten yıkıntı halinde olan ülkeyi daha da yaşanmaz bir hale sokmuş, ardından da FSLN’nin “kumandan sıfır” diye anılan efsanevi komutanlarından Eden Pastora yeniden silahlanıp iktidara muhalefet etmek üzere dağların yolunu tutmuştu.
Çelişkilerin böylesine dayanılmaz bir boyuta ulaştığı koşullarda FSLN, 1984’de %60 oyla kazandığı iktidarın ardından sözünü verdiği ikinci genel seçimleri de1989’da yaptı; kaybetti ve sonuçlarını kabul etti. Hem de bunu SSCB’nin henüz yıkılmadığı, Çin’de iktidarı elde tutabilmek ve “rengi önemli olmayan kedinin fare tutmasını sağlamak” (Deng Şiao Ping) üzere Tiananmen meydanında binlerce öğrenci ve işçinin katledildiği 1989 yılında yaptı. FSLN bir seçimi kaybetti ama, başka “sosyalist” ülkelerde gerçekleşen devrimlerde olduğu gibi her şeyini kaybetmediği gibi, ülke siyasetinin önemli bir belirleyeni ve gelecekte yeniden iktidar kazanabilecek bir alternatif olmayı korudu. Zaten genel seçimlerin üzerinden çok geçmeden yapılan yerel seçimlerin önemli bir kısmını yeniden FSLN kazandı. Dahası 2008’de yapılan başkanlık seçimlerini –artık epeyce geri düşüncelere savrulmuş olan- Daniel Ortega kazanarak FSLN iktidarını günümüze kadar uzatmayı başardı.
Bu sosyalist hareketin tarihinde ilk kez rastlanan bir olaydı. O zamana kadar müttefikler ortak düşmanı yendikten sonra, önce ortaklarını sonra da parti içindeki rakiplerini tasfiye etme geleneğini sosyalistler istisnasız her yerde uygulamışlardı. Fransız devrimi için söylenen, “ihtilal evlatlarını yiyor” lafı demokratik ve sosyalist devrimlerle de sanki tekrar tekrar doğrulanmak istenmişti. Elbette her şeyin sınıfsal bir izahı bulunmaktaydı. Çatışmalar her zaman “devrim-karşı devrim” hesaplaşması, “iki çizgi çatışması”, “parti içerisine sızmış burjuva ajanlarının temizlenmesi” vs vs ile izah edilmekteydi. Kuşkusuz birçok durumda gerçekten de eskiyi geri getirmeye kalkışan karşı devrimcilerin ayaklanmalarıyla hesaplaşmak da devrimlerin kaçınılmaz kaderiydi. “Devrimi kurtarmak için yapılan” bu işlerin birçoğunun devrimi kurtarmak değil tam anlamıyla bir bataklığa sürüklemek olduğunu anlamak için on yıların geçmesi ve devrimle kurulan iktidarların Doğu Avrupa, SSCB örneklerinde görüldüğü gibi kendi halkları tarafından yıkılmasının yaşanması gerekiyordu.
Ama bütün bunların olmasıyla acaba sosyalistlerin hepsi durumu aynı biçimde algıladılar mı? Öyle olmadığını hala geleneksel ortodoks-dogmatik, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü tanımayan, kuvvetler ayrılığının yerine, işçi sınıfını temsil ettiği iddiasıyla bürokratik bir kastın temsilcisi olan bir partinin açık diktatörlüğünü geçirmeyi savunan anlayışların varlığını güçlü bir biçimde devam ettirmesi ve ÇİN gibi ülkelerin komünist olup olmadıklarının hala bazılarınca tartışma konusu olabilmesinden anlamak mümkündür. Bu anlayış devrimin ilerleyişindeki temel yapısal zaafı görmeyip yıkılışın günahını Gorbaçov gibi sakatlanmış geleneğin yöntemleriyle iş görüp başarısız olan liderlerin üzerine yıkarak sorunu basite indirgeyip hiçbir ders çıkaramadan yıkıma neden olan anlayışı yeniden canlandırmaya çalışmaktadırlar.
Ne var ki, FSLN’in verdiği sözler konusundaki tutarlı duruşuna yönelttiğimiz övgülerin aynısını onların devrimi ilerletme konusundaki tutumları ve Nikaragua’nın bugün içinde bulunduğu durum için söylemek mümkün değildir.
Nikaragua devriminin evrimi
Nikaragua devrimi taşıdığı olumlu özellikler yanında FSLN’nin süreç içinde sergilediği çürüme, burjuvalaşma karakteristiği, geleneksel anlayışlardan kesin bir kopuşun yaşanmadığı durumda olumlu gibi görülen adımların da yeni yenilgilerin hazırlayıcısı olarak karşımıza çıkabileceğidir. Andropov ve onu takiben Gorbaçov’un SBKP genel sekreterliğine gelişleri ve rejimin çürümekte olduğu tespitlerine dayanarak demokratikleşme ve yeniden yapılanma (Glastnos ve Perestroyka) söylemleri de benzer umutlar yaratmış ama geleneksel politikalar üzerinden gerçekleştirilmeye kalkışılan her reform adımı sistemin biraz daha yığınlardan uzaklaşıp burjuvalaşmasına ve nihayet sosyalizm olarak kabul edilemeyecek olsa da kapitalizm dışı olan bir devlet ve toplum yapısının her anlamda kapitalistleşmesiyle sonuç buldu. Seçim yenilgisi ve sonuçlarına karşı aldığı tutumlarla olumluluklar sergileyen Nikaragua devriminin bugün ulaştığı noktayı insanların ülkeden sürülen diktatör Somoza’nın reenkarnasyonu olarak nitelemeye başlamış olmaları acı olsa da şaşırtıcı olmuyor.
Nikaragua devrimi aslında FSLN’in kuruluşuyla değil, adlarını aldıkları Sandino’nun ABD emperyalizmine diz çöktüren efsanevi mücadelesiyle başlar.
ABD emperyalizmi, arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika ülkelerine müdahaleyi her zaman doğal bir hakkı olarak gördüğünden 1912’de ”muz savaşları” sırasında Nikaragua’yı işgal etmiş ve başbakanı katletmişti. Yine 1927’de ABD deniz piyadelerinin Nikaragua’ya girmesi üzerine Augusto César Sandino 1929’da dağa çıkıp 6 bin kişilik bir köylü gerilla ordusu kurarak ABD emperyalizmine dünyayı dar etti. ABD’nin kendi yerine bir iç işgal gerçekleştirmek amacıyla faşist eğilimli Ulusal Muhafız ordusunu kurarak 1931’den itibaren çekilmeye başlaması üzerine 1933’de silah bırakıp hükümetle görüşmeler sürdürürken ABD ile işbirliği içinde olan general Anastasio Somoza, Sandino ve diğer önderleri 21 Şubat 1934’te kaçırtıp katletti. Sandino ve arkadaşlarının ölümü ve Somoza’nın 1937’de iktidarı gaspetmesinden sonra anti emperylalist mücadele bir zaman için sonlanlanmış gibi görünürken efsane nesilden nesile taşındı.
1961’de Carlos Fonseca ve Tomás Borge efsanesiyle yetiştikleri Sandino’nun antiemperyalist çizgisini, onun başarısına güvenerek başkent Managua’da üniversitede kurdukları FSLN (Sandinist Ulusal kurtuluş Cephesi) gizli örgütlenmeye ve ardından da gerilla eylemlerine başlar. Sandino’nun başarılı antiemperyalist mücadelesi gibi gerillayı başlattıklarında halkın kendilerini o zamanki gibi takip edeceği beklentisi içinde olan devrimciler ABD’nin oluşturup her anlamda desteklemekte olduğu Ulusal Muhafızlar karşısında istikrarlı bir konuma ulaşamaz ve darbe üstüne darbe yerler. Ama yılmayıp bir daha bir daha denerler.
1974 yılında Somoza’nın bir arkadaşının evindeki yılbaşı partisi basılır. Somoza rejiminin ileri gelenlerinin bazılarının karşılığında para ve 60 siyasi tutsağın serbest bırakılması (FSLN’nin kent örgütlenmesi sorumlularından olup bir banka soygunundan dolayı 7 yıldır hapiste bulunan Daniel Ortega da bunlar arasındadır) ve FSLN bildirisinin radyodan okunması sağlanır ve kurtarılanlarla birlikte Küba’ya gidilir ve orada eğitim görüp ülkeye dönerler. Hareketin bu eylemle büyük bir moral kazanmasına karşılık Ulusal Muhafızların başlattığı saldırı karşısında direnmek mümkün olmaz ve iki bine yakın kayıp vererek bir kısım savaşçı ormanın derinliklerinde saklanmayı başarır.
Yeni bir toparlanma çok geçmeden 1977’de gerçekleştirilir ve bu kez hareket daha yaygın bir etki alanı kazanırken, Somoza’ya düşman olan kimi burjuvalar da dahil olmak üzere, din adamları ve Küba, Venezuela, Panama, Kostarika gibi hükümetlerin de maddi ve manevi desteği kazanılır. Gerilla birimleri Nikaragua’nın dört bir yanında görülmeye başlanırlar. FSLN’in başlattığı geniş çaplı saldırılar karşısında Somoza hükümeti yenilgiler aldıkça saldırganlığını daha da artırır. Mallarına el koydukları burjuva kesimleri de kendisine iyice düşman ettikçe yığınlar arasındaki FSLN sempatisi bir çığ gibi büyümeye başlar. FSLN elde ettiği başarılara güvenerek antisomozacı burjuvalar, aydınlar ve din adamlarıyla birlikte bir geçici hükümet kurma amacıyla kendilerinin de gizli elemanlarıyla da içinde oldukları 12 kişilik bir heyet kurarlar. Sıkışan Somoza hareketi yatıştırmak umuduyla genel af ilan etse de beklediği hiçbir sonuca ulaşamaz.
Somoza “beka” endişesine sürüklendikçe saldırganlığını artırdığı bu dönemde muhalefetin sesi olarak yayın yapan La Prensa gazetesinin editörü Pedro Joaquín Chamorro Cardenal‘in 10 Ocak 1978’de öldürülmesi üzerine kitle eylemleri yoğunlaşır. Suçlunun Somoza olduğuna kimsenin kuşkusu yoktur. Chamorro, sadece bir gazeteci değil aynı zamanda 1974’de Somoza iktidarına karşı kurulan, içinde Nikaragua Sosyalist Partisi, Somoza karşıtı iki liberal parti ve muhafazakarların da bulunduğu UDEL’in (Liberal Demokratik Birlik) de kurucularından biriydi. Kitle eylemleri nihayet bir genel greve dönüşür. ABD görevlilerinin açıklamalarına göre greve halkın her kesiminden %80 katılım sağlanır. Daha önceleri gerilla eylemleri karşısında pek tepki vermeyen yığınlar artık sürekli eylem içerisinedirler.
Yığın eylemleri ve gerilla saldırıları sürerken ABD destekli bir karşı devrim saldırısının gerçekleştirileceği haberleri devrimcileri buna fırsat vermeden iktidarı ele geçirme doğrultusunda biraz daha acele etme ihtiyacıyla yüz yüze getirir.
Bu sıçramanın sağlanabilmesi için bir altın vuruşun yapılması gerekmektedir. Her zaman ataklığı ve güçlü taktikleriyle bilinen Eden Pastora bu vuruşun Başkanlık sarayının ele geçirilmesi olduğunu ve bu işi 25 kişiyle gerçekleştirebileceğine ilişkin planını FSLN yöneticilerine teklif eder. Kostarika’da bir Kübalı ile birlikte toplanan önderlik, inanmaz bakışlarla karşıladıkları “domuz Ağılı” operasyonuna ikna olur. İçinde Ulusal Meclisin, hükümet binalarının ve 3000 kişinin bulunduğu Başkanlık Sarayı, içindekilerle birlikte 22 Ağustos 1978 tarihinde başlamak üzere üç gün boyunca işgal altında tutulur ve yapılan pazarlıklar sonucu aralarında, devrimden sonra içişleri bakanı olacak olan, hareketin kurucularından Tomas Borge ve yine genel kurmay başkanı olacak olan Daniel Ortega’nın kardeşi Humberto’nun da bulunduğu 50 siyasi tutuklu ve 500’000 $ alınarak iki uçakla Panamaya uçarlar. Komutan Sıfır, elinde M16’sı, göğsünde fişeklikleri ile uçağın merdivenlerinde çektirdiği Somoza’ya meydan okuyan fotoğrafıyla bir efsane haline gelir ve dünya devrimcilerinin yüreğini ısıtır.
Eylemin başarısı kitlelerin moralinin ve eylem düzeyinin yükselişi, gerilla atakları artık Ulusal muhafızlar ve iktidar sahibi Somoza ailesi için gittikçe moral bozucu olurken destekçisi olan ABD hükümetini de gün be gün onları savunamaz duruma sürüklemekteydi. 20 Haziran 1979’da Amerikalı gazeteci Bill Stewart’ın öldürülmesi, demokrasi ve insan hakları şampiyonluğuna soyunmuş olan dönemin ABD devlet başkanı Jimmy Carter’in, İran şahından desteğini çekmesi gibi Somoza’dan da desteğini çekip ülkeyi terk etmesini istemesini getirdi**. Bu talimata karşı duracak hali kalmamış olan Somoza tasını tarağını toplayıp (o zamana dek epeyce ağır bir tas tarak gasp etmiş olduğu için hemen gidememişti!) Miami’ye, oradan da servetini taşımış olduğu Paraguay’a uçtu. Aynı gün Managua da devrimcilerin eline geçti.
Somoza (toprağı dar olsun!) Paraguay’da da halkın paralarını keyfince yemeye bırakılmadı. Arjantinli Montenero gerillaları ve Sandinistlerin ortak eylemi sonucu cezalandırıldı ve hak ettiği tarihin çöp tenekesine atıldı.
***
Şimdiye değin tüm deneylerin ortaya koyduğu gibi devrim yapmak çok zor iş ama devrimi sürdürmek ondan da zor bir iş. Neredeyse bütün başarılı devrimler, sürdürülmeye gelince başarısızlığa uğradılar. Aslında bu başarısızlıkları da devrim gerçekleştirilinceye kadar yaşanan yenilgiler gibi değerlendirmek yerinde olur. Yenile yenile yenmeyi öğrendiğimiz gibi devrile devrile de ayakta kalmayı bir gün öğreneceğiz elbette.
Nikaragua deneyimi de iktidarı kazandıktan sonra kendinden önceki devrimlerin yüz yüze geldiği ağır sorunlarla karşılaşırken, çoğulculuğu ve örgütlenme özgürlüğünü tanımasıyla da farklılığını sergilemiş oldu. Hatta, Sandinistler bu çoğulculuğa öylesine bağlı kaldılar ki, silahla aldıkları iktidarın karşı devrimciler tarafından seçimle geri almasına bile razı oldular.
Devrimin hemen ardından başlayan ABD destekli kontra ayaklanması zaten soyulup soğana çevrilmiş ve iç savaşın getirdiği yıkımlarla en kötü durumuna sürüklenmiş olan ülkenin durumunu daha da dayanılmaz duruma getirdi. Kurtuluş vaat ederek iktidara gelen Sandinistler sanki peşlerinden felaketi sürüklemişlerdi. İktidar oluşlarıyla birlikte, açlık ve sefaletle mücadeleye girişen, eğitim seferberliği başlatan, toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldırabilmek için iktisadi reformlar yapmaya çalışan Sandinistler kendilerine karşı nispeten ılımlı tutum takınan Carter yönetimi yerine Reagan’ın düşmanlık ve istikrasızlaştırma politikaları karşısında “sosyalist dünya”nın sağladığı desteklere rağmen büyük zorluklar içerisine sürüklendi.
ABD’nin istikrarsızlaştırma girişimlerinin etkisiyle kitlelerin tatminsizliği özellikle 1984’ten sonra gün geçtikçe yükseldi***. Durumun böyle devam etmesi halinde Sandinistler verdikleri hiçbir sözü layıkıyla yerine getiremeyeceklerini görüp bir ateşkes yolu aramaya başladılar. Zira böyle devam ettikleri takdirde sadece verdikleri sözleri yerine getirememek değil, iktidarda kalabilmek için şiddet politikalarını derinleştirmek ve devrimin söz verdiği özgürlük ve refah yerine açık bir diktatörlük haline geleceklerini görüp bu yoldan uzak durmaya karar verdiler. Ama bu durum da ateşkesin ardından yapılacak yeni seçimleri ABD destekli Öldürülen El Pais gazetesinin editörünün eşi, Violeta Chamorra’nın**** kazanması da kaçınılmaz görünmekteydi.
Sandinistler iktidarın seçimlerle devri için muhalefetle bir anlaşma yaptılar ve bu anlaşmayla devrimle kamulaştırılan karşı devrimci iktidar etrafındaki mülklerin Sandinist önderlere devredilmesini, böylece kazanımların korunmasını sağlamayı amaç edindiklerini deklere ettiler. Niyetleri gerçekten bu muydu, kestirmek zor olsa bile, bu anlaşma “devrimi kurtaracağız” derken aslında bütünüyle batağa saplanılmasının da temelini oluşturdu. Chamorra hükümeti bu mallara karşılık eski sahiplerine tazminat öderken devralınan mülkler de gittikçe daha fazla Sandinist önderlerin özel mülkiyeti haline geldi. Dolaysıyla devrimle elde edilen iktidarla birlikte halka ait olacağı ilan edilen servetler de buharlaşıp gitmiş oldu. Bunlar olurken Sandinist parti kitlelerin desteğini tümüyle kaybetmedi. Yerel seçimlerde büyük başarılar göstermeye ve nihayet başkent Managua’nın yönetimini de ele geçirmeyi başardı.
Yeni bir politik devrim çok zor olmayabilir
Ortega bu süreç içerisinde bunlara karşı çıkan partideki radikalleri temizlediği gibi kiliseyle ittifaka girerek Kürtajı yasaklayıp yapana altı yıl yaptıran, anneye de iki yıl ceza tayin edecek kadar gericiliğe savruldu. Karısını Hristiyan bir azize gibi siyaset sahnesinin önüne getiren Ortega kiliseyle olan ittifakı sayesinde 2006 yılında yeniden iktidarı kazandı. Ama artık ortada devrimin heyecanıyla sosyalizme doğru ilerleyen yığınların çıkarlarını her şeyin önünde tutan bir iktidar değil, devrik diktatör Somoza ile benzeştirilen bir Ortega yönetimi kalmıştı.
Sandinist iktidarın bu hale gelmesine rağmen tümüyle ABD emperyalizminin eline düşmemesi için Küba ve Venezuela Ortega hükümetini desteklemeye devam ettiler. Bu destekler ve gericiliğe verilen tavizler sayesinde bugüne kadar iktidarda kalmayı başaran Ortega önderliğindeki Sandinist partinin artık bir devrim sürecini ilerlettiği değil gittikçe daha fazla kapitalizme teslim olduğu ve devrimin devamının ancak yeni bir politik devrimle mümkün olacağı aşikar hale gelmiştir.
40 yıl boyunca “Somoza diktatörlüğünün yıkılmazlığı” düşüncesini adım adım yıkmış ve bağımsızlık ve sosyalizm düşüncesiyle yoğrulmuş Nikaragu halkı ve hala devrimci olmaya devam eden öncülerinin, geçmişte gösterdikleri tükenmez enerjiyi, yenilgileri zafere dönüştürme becerikliliğini aklımıza getirdiğimizde Nikaragua’da devrimi yeniden rayına sokacak yeni bir politik devrimin gerçekleştirilebileceğini Latin Amerikanın genelindeki gelişmelere bakarak ummaya hakkımız olduğunu düşünmek, Nikaragua gerçekliğine uygun düşer. Hiçbir şey kader değildir. Her şey nesnel koşulları var olmaya devam eden devrimin onu örgütleyecek öznesinin yeniden harekete geçmesine bağlıdır. Bugün bu imkan yaşanan deneylerin verdiği güçle dünden daha muhtemel bir seçenek olarak önümüzde durmaktadır.
Her zaman küllerinden yeniden doğmayı başarmış olan Nikaragua devrimi tarihine uygun bir biçimde, bunu bir kez daha Sandino’nun aydınlattığı yolda gerçekleştirmeyi başaracaktır.
* E. Pastora 16 Haziran 2020’de 83 yaşında geçirdiği akciğer hastalığı sonucu hayatını kaybetti.
** Her iki olayda da iktidarda Carter yerine Reagan olsa idi durumunun aynı şekilde gelişmesi pek mümkün olmazdı. 1981’de iktidar olan Reagan Nikaragua’yı Küba gibi aş düşmanlarından biri ilan edip Kontra örgütlenmeleri aracılığıyla rejimi istikrarsızlaştırıp yıkmaya girişti. Muhtemeldir ki, iş işten geçmemiş olsa İran da Şaha destek sağlayıp çok daha kanlı olayların cereyan etmesine neden olurdu.
*** Bu zamana kadar, Kontra saldırılarına rağmen yapılan seçimi (1984) %67 gibi bir çoğunlukla kazanacak kadar başarılı olmaktan geri kalmamışlardı. Her ne kadar Reagan yapılanın Sovyetler usulü bir seçim olarak geçersiz olduğunu ilan etmiş olsa da, Ortega’dan başka, aralarında solcuların da olduğu diğer altı adayın katıldığı bu başkanlık seçimlerinin adaletli geçtiğini uluslararası gözlemciler de teyit ettiler.
**** Şimdi Ortega karşısında başkan adayı olan kızı Cristiana Chamorro, karapara yıkama suçundan gözaltına alınmış bulunuyor!
******
Yazar’ın notları:
Devrimin gerçekleştirilmesinde diğerlerinden daha önemli bir rol oynamış olan Komutan Sıfır, kazandığı üne dayanarak Devlet başkanı olacağını umarken yönetici ekibin dışında tutulup, ancak Savunma bakan yardımcılığına getirildi ve milis örgütlenmesinde görevlendirildi. Çelişkiler biraz aha sertleşince daha önceden kendisine bağlı birliklerle hükümete karşı ayaklanıp Nikaragua-Kostarika sınırında (istilacıların paramparça ettiği ve küçük küçük bir çok devlet yatattığı bölgede sınırın öteki tarafına geçerek mücadeleyi oradan sürdürmek geleneksel bir tutumdu) hükümete karşı isyanını sürdürdü. Burada gazetecilerle bir röportaj sırasında yapılan bombardımandan ağır yaralı olarak kurtulurken üç gazeteci ve bir çok insan öldü. O zamanlar bombardımanın Pastora’nın desteğini aldığı ama kontralara katılma teklifini kabul etmediği için ABD tarafından yapıldığı bizzat Pastora tarafından iddia edildiyse de sonraki yıllarda bunun, kendisini gıyabında yargılayıp mahkum etmiş olan Nikaragua hükümeti tarafından gerçekleştirildiği iddiası daha fazla kabul görür hale geldi.
E. Pastora, 1982 yılında Portekiz, İtalya, Batı Almanya ve İspanya’da fon topladı. 1983’te Washington’da kongre liderleri ve Beyaz Saray yetkilileriyle bir araya geldi ve 27 milyon dolarlık yardım sözü aldı. Amerikan şirketleri de büyük katkılarda bulundu. Panama ona bir helikopter ve 300.000 dolar verdi.
1981’de ayrıldığı FSLN’ye karşı Avrupa ve Amerika ülkelerinden sağladığı askeri ve mali desteklerden sonra 1983’te yönetime karşı silahlı mücadele başlatan Eden Pastora’nın 1983’de Newyork Times’da ve aradan 36 yıl geçtikten sonra EFE-EPA ajansına verdiği röportaj Nikaragua devriminin gelişimi ve E. Pastoranın zikzakları konusunda aydınlatıcı olacaktır.
******
Nikaragua’yı Kurtarmak – Eden Pastora (08 Haziran 1983)
Çeviri: Mahir Sayın
New York Times’in notu:
Komutan Sıfır takma adını kullanan yazar, Nikaragua devriminin önde gelen isimlerinden biriydi ve Sandinist Hükümette Savunma Bakan Yardımcısıydı. Temmuz 1981’de ülkeyi terk etti ve Nisan 1982’de Sandinist yönetime karşı olduğunu açıkça ilan etti. Bir yıl sonra, Managua ile mücadelede “sözden eyleme geçme” niyetini açıkladı ve şimdi güney Nikaragua’daki askeri operasyonları yönettiği bildiriliyor.
***
Nikaragua’da savaş şiddetleniyor. Ben savaşın ortasındayım. Bir kez daha, daha önce olduğu gibi, bir savaşçı olarak algılanıyorum. Ama aslında, askeri mücadeleye katılmamı gerektiren, kontrolüm dışındaki koşullar – namusum ve ülkeme olan sevgim.
Geleceğe yönelik görüşlerim ve hedeflerim nelerdir? Her şeyden önce, halkımızın kalbinde kök salmış gerçek devrime ve kurtuluş mücadelesine olan bağlılığımda sebat ediyorum.
Babamın neslinden olan Augusto Cesar Sandino’yu ve kendi zamanımda Pedro Joaquin Chamorro’yu rehber olarak alıyorum – ikisi de özgürlük, adalet ve milliyetçilik arayışında ölen insanlar. Onlar, özlemini çektiğim ve Managua’daki liderliğin aldatmacalarına rağmen, Nikaragua halkının hedefi olmaya devam eden gerçek milliyetçi ve demokratik devrimin öncüleriydi. Sandinist cephedeki ortodoks Marksist-Leninistlerin devrime ihanetine karşı boyun eğen bir tutum benimsemeyi reddetmemin nedeni, bu rüyaya hâlâ inanmış olmamdır.
Devrimin ya bu Marksist inatla ya da sahtekar karşı-devrimci güçler tarafından yarıda kesilmesini önlemek için elimden gelen her şeyi yapmayı devrimci bir yurttaş olarak görevim sayıyorum. Bir isyancı olarak değil, Managua’daki Sandinist liderliğin meşruiyetine meydan okumak için silaha sarılmış olmanın üzüntüsünü yaşıyorum. Elbette, örgütümün Sandinist silahlı kuvvetlere tek bir el ateş etmediği uzun bir sürenin ardından, tüm diğer ikna araçlarını tüketene kadar bu adımı atmadım.
Ama şimdi Sovyet bloğundan yeni istilacılarla savaşmaya ve onları Nikaragua’dan atmaya kararlıyım. Eski Cumhurbaşkanı Anastasio Somoza Debayle’nin destekçileri – özellikle de Sandinist rejime karşı savaşan Kuzey Nikaragua’da savaşan Ulusal Muhafız üyeleri – hakkındaki endişelerim beni bu konuda teşvik ediyor. Somozistlerin çok yeni, iğrenç bir geçmişi var ve iktidara geri dönmeleri büyük bir felaket olur. Halkımı bu utançtan kurtarması için Tanrı’nın merhametine dua ediyorum – ve devrimci vicdanım beni bir alternatif sunmaya çağırıyor.
Kişisel nedenlerle harekete geçmedim: Siyasi hırslarım yok ve kişisel olarak bu girişimde kaybedecek çok şeyim ve kazanacak çok az şeyim var. Ancak Nikaragua’nın aşırı solun modası geçmiş dogmaları ile başka bir Somozist rejimin sapkınlıkları arasında bir seçime mahkûm edilmemesi gerektiğini hissediyorum – ve hem demokratik hem de devrimci olan üçüncü bir seçenek sunmak için silaha sarıldım.
Dolaysıyla benim hareketim ideolojik ve örgütsel olarak kuzeyde savaşan Demokratik Nikaragua Cephesinden açıkça farklıdır – bu, Birleşik Devletler Hükümetinin güçlü desteğinden ve Honduras’taki sığınakların avantajından yararlanan bir gruptur. Benim kuvvetlerim çok yetersiz yardım alıyor ve faaliyet gösterdiğimiz arazide büyük zorluklarla karşı karşıya bulunuyoruz.
Hedeflerim bugün, Nisan 1982’de Sandinist liderliğe karşı görüşümü ilk kez dile getirdiğim yıldan biraz daha fazla bir yıl öncesiyle aynıdır. Sandinist yönetimin basın özgürlüğünü yeniden tesis etmesini, hem Sovyetler Birliği’ne boyun eğmelerini hem de ABD’ye gereksiz düşmanlıklarını reddetmesini, Roma Katolik Kilisesi ve ilerici özel sektörle ilişkilerini geliştirmesini, özgür seçimler düzenlemesini, ulusal birliği (Miskito yerlilerimizin taleplerine özel dikkat göstererek) geliştirmesini ve bölgesel istikrarı teşvik etmesini istiyorum. Sandinist aile ancak bu şekilde Nikaragua halkıyla tam olarak barışabilir. Geçen yıldan beri, demokratik dünyanın liderlerini, çoğulculuğu ve bağlantısız bir dış politikayı teşvik etmesi için Managua’ya baskı yapmaya da çağırıyorum.
Ne yazık ki, Sandinist yönetim buna aşağılamayla yanıt verdi. Dolayısıyla bugün, devrimi Marksist ortodoksluğun ve Somozacı baskının iki kötülüğünden korumak amacıyla silaha sarıldım. Aynı zamanda, değerli Nikaragualıların hayatlarının feda edilmesinden derin bir üzüntü duyuyorum ve her zaman olduğu gibi, bu trajediye siyasi bir çözüm bulmaya hazırım. Kuruluşum geçen yıl Fransa, Meksika ve Venezuela tarafından üstlenilen barış girişimlerini desteklediğinden, bugün Contadora Grubu olarak bilinen dört Latin Amerika ülkesinin çabalarını destekliyoruz.
Bu nedenle, Orta Amerika’da kalıcı barışı arama – geleceğimizi askeri çözümlerden ziyade siyasi çözümlerde arama- taahhüdümü onaylıyorum. Bugün bunu, tam boy bir savaşa girmiş bulunduğum için daha da acilen yapıyorum.
******
Eden Pastora: Dönek liderler devrimi rayından çıkardılar
Röportaj: Luis Felipe Palacios / EFE-EPA (18 Temmuz 2019)
Efsanevi ” Komutan Sıfır ” Eden Pastora, EFE’ye onlarca yıllık Somoza diktatörlüğünün devrilmesinin 40. yıldönümüne denk gelen bir röportajda, Nikaragua devriminin, muhalif hale gelen bir zamanların Sandinista liderleri tarafından yolundan saptırıldığını söyledi.
Pastora, devrimin sürdürülebilmesinin artık 2006 sonlarında ikinci kez devlet başkanlığına seçilen eski bir isyancı komutan olan 73 yaşındaki solcu Başkan Daniel Ortega’nın liderliğine bağlı olduğunu ifade etti.
“Commandante Cero” (Komutan Sıfır) olarak bilinen efsanevi eski bir gerilla olan Pastora, Anastasio Somoza DeBayle’ın 19 Temmuz 1979’daki kesin yenilgisinden yaklaşık bir yıl önce, 22 Ağustos 1978’de Ulusal Saray’ı ele geçiren bir Sandinista komando birliğine liderlik etti. Komandoların o zamanki diktatörle ittifak yapan milletvekillerini rehin aldığı bu eylem üç gün sürdü ve onlarca siyasi tutuklunun serbest bırakılmasıyla sona erdi.
S: 40 yıl önce Sandinista devriminin zaferine yol açan ana motive edici faktörler nelerdi?
C: Amerikan müdahalesi biz Nikaragualılara birçok soruna neden oldu … liberal devrimci Jose Santos Zelaya’yı iktidardan uzaklaştıran Knox Note (1909’da), Nikaragua’nın ABD Ordusu tarafından üç kez işgali ve bunlardan birinde Benjamin Zeledon’un (bir Ulusal kahraman)katli. San Andres’i (takımadalar) Kolombiya’ya verdiler ve ardından son (ABD) işgalinde (Augusto C.) Sandino, özgür adamların generali, ABD Ordusunu yedi yıllık gerilla savaşında yendi.
Gringolar (Amerikalılar) Sandino’yu asla affetmediler ve bizi yerli kılığındaki işgalci bir ordudan başka bir şey olmayan Ulusal Muhafızlarla baş başa bıraktılar ve Sandino’yu öldürmeleri karşılığında Somoza’ları 45 yıl boyunca iktidarda bıraktılar. Ve gringolar, Latin Amerika’nın en zalimi olan bu diktatörlüğü desteklediler.
Bu gerçekten bir diktatörlüktü. Sandino bize milliyetçi, vatansever, devrimci, sosyal adalet odaklı, anti-emperyalist bir yol gösterdi ve özgürlük ve demokrasinin yol haritasını çizdi.
Carlos Fonseca (Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin veya sosyalist siyasi parti FSLN’nin kurucusu) bize yolu gösterdi ve şimdi Daniel Ortega, Sandino’nun çizdiği yolda bize rehberlik ediyor.
S: Somoza diktatörlüğünün çöküşünün yolunu hangi olaylar hazırladı?
C: Sanırım bardağı taşıran son damla, öncü Sandinista Cephesinin kırları ateşe verdiği sırada Pedro Joaquin Chamorro’nun (10 Ocak 1978’de öldürülen Somoza karşıtı bir gazeteci) öldürülmesiydi.
Pedro Joaquin Chamorro’yu o zaman öldürdüler. Alevler heryanı sardı. Bu göremli kıvılcımdı, fünyeydi.
S: Ayrıca 20 Haziran 1979’da Amerikalı gazeteci Bill Stewart’ın öldürülmesi…
C: Ah, meseleyi uluslararası bir siyasi mesele yapan da buydu, çünkü Birleşik Devletler, Pedro Joaquin’i öldürdüklerini, bizi öldürdüklerini görüyordu ama imparatorluk omuz silkiyordu. Ancak bunun değişmesi ve ABD’nin desteğini kaldırması için vatandaşlarından birinin öldürülmesi yeterli oldu. Bu durumda ne Jimmy Carter ne de başkası Somoza’yı savunamadı ve ona ülkeyi terketmesini söylendi.
S: Küba devrimi ve lideri Fidel Castro, Sandinista devriminin zaferinde nasıl bir rol oynadı?
C: Ta ki gerçek zafer olasılığını görene kadar, pek çok kişinin düşündüğünün aksine, o kadar da önemli değildi…. O zaman (önerdikleri) yardım geniş çaplı ve sonucu etkileyiciydi. Bu yardım olmasaydı, kim bilir diktatörlüğün üstesinden gelebilir miydik? Kübalılar Somoza’yı yenmekte olduğumuzu ve zaferimizin bir gerçek olduğunu gördüklerinde şaşırdılar.
S: Size göre 1979-1990 döneminde Sandinista devriminin başlıca başarıları ve başarısızlıkları nelerdi?
C: Devrimi raydan çıkaran üç baş oyuncu (“komutan”), tarım reformundan sorumlu Jaime Wheelock, (ekonomik) planlamadan sorumlu Henry Ruiz ve devrimci devletin güvenlik şefi Luis Carrion. Bu üçü, 1980’lerde devrimi yoldan çıkaranlardı. Bir başkanlık hükümetimiz olmadığını anlamalısınız; bunun yerine arkadaşça bir komuta vardı ve Daniel’in başkan değildi. kimdi Daniel? Şimdi muhalif olan diğer komutanların hatalarını haklı çıkarmak veya savunmak için çaba sarf eden devrimin sözcüsüydü.
S: Devrimi mümkün kılanların partiyi terk edişini nasıl açıklıyorsunuz?
C: Dora Maria Tellez, Hugo Torres, Victor Hugo Tinoco ve diğer 10, 15, 20 kişiden bahsediyoruz. Böylece halk onları mahkum ettiğinde ve halk onlara karşı oy kullandığında 1990’da FSLN’nin bir daha asla iktidara gelemeyeceğini düşündüler. Böylece FSLN’den ayrıldılar. Sergio Ramirez ve hepsi teslim olup, ben sorumlu değildim dediler. Başkan Yardımcısı Ramirez pratikte Daniel’den sonra gelen 2 numaraydı.
S: Ayrıca 1980’lerde devrimden uzaklaştınız, bir karşı-devrimciydiniz ve Ortega 2007’de yeniden iktidara geldiğinde FSLN’ye geri döndünüz.
C: Henry Ruiz, Luis Carrion, Jaime Wheelock, emekli General Hugo Torres ve programatik komutan Dora Maria Tellez’in hatalarıyla savaşmak için ayrıldım.
Ama bunlar (bireyler) iktidardayken tüm devrimlerin en güzelini harcadılar ve 1990 seçimlerinde halk onları cezalandırdı.
S: 19 Temmuz, Sandinista devriminin 40. yıldönümü. Sandinizmden geriye ne kaldı?
C: Her şey. (Sandinizm) kusursuz sürüyor. 42 sosyal proje Sandinista’dır. Bizim antiemperyalizmimiz (duruyor)… Bizler antiemperyalistiz. Toplumsal mücadele devam ediyor. Sosyal adalet. Sandino’nun bize öğrettiği hala duruyor ve bu yüzden bu insanlar bu darbeyi yapmak istediklerinde komutanı (Ortega) görevde tuttular.
Cephe yıkılmaz. O İdeolojik temelleri olan, sosyal temelleri olan iyi organize edilmiş bir partidir. Ve bu 40. yıl dönümü bize, 50. yıl dönümünü, 60. ve biri yüzüncü yılı garanti ediyor.
S: Daniel Ortega’dan sonra FSLN ve onun devrimine olacak?
C: Tanrı’nın isteğiyle Daniel Ortega yarın ölseydi, bence 10 adet MRS (muhalif Sandinista Yenileme Hareketi) peydahlanırdı. O zaman her şey mahvolur; Bu yüzden Tanrı’dan onu bize bağışlamasını istiyoruz.