Hasan KUL yazdı – Bu saldırıda sadece silâhı ateşleyen kişi ya da kişiler değil, bu siyasal iklimi yaratan mahalle muhtarından Cumhurbaşkanına kadar, siyasal iktidarın küçük ortağı partinin başkan ve yöneticilerine kadar, sosyal medyada ve basın yayın organlarında kullandıkları dille toplumun bir kesimini başka kesimlerine düşman gösteren herkes sorumludur.
Temmuz ayını Alanya’da çocuklarım, torunlarım ve öteki aile bireyleri ile geçirdik. Ayın ortalarına kadar ülkenin gündemi -NATO güçlerinin çekilme kararından sonra- Afganistan ve bu ülkeden gelecek göçmenlerdi. Bu konuda soldan sağa biri biriyle örtüşen ya da çelişen sayısız değerlendirme okuduk, duyduk. Öneri ve karşı çıkışlarda daha çok nefret söylemine bağlı olarak, uluslararası sözleşmeleri hiçe sayan ırkçı, ayrıştırıcı bir dil kullanıldı. Eleştiri sadece Afganlarla sınırlı kalmadı, Suriyeliler de okkanın altına gitti.
Nefret söyleminin doğuracağı nefret suçlarından söz ederken, “Orman Yangınları Sezonu” gibi bir deyim kullanmıştım. Dilim kopaydı da o ifadeyi kullanmasaydım. Çünkü ayın ortalarında Manavgat’tan başlayarak, ülkemizin tüm bölgelerini içeren alanlarda sayısız orman yangını çıktı ve deyim yerindeyse ciğerlerimiz yandı. Öncelikle orman yangınları da tıpkı, sel felâketleri gibi sadece doğayı sorumlu tutacağımız olaylardan değildir. Her iki felâketin de önce nedenleri sonra sonuçları üzerinde durulmalı, sonra da felâket sonrası yaşananlarla ilgili sorgulamalar yapılmalıdır.
Orman yangınlarının nedenleri, söndürmede izlenecek yol ve yöntemler konusunu bilim insanları ve bu işle ilgili STK’lar, yerel yönetim birimleri açıkladılar. Anlaşıldı ki, doğadan gelen ama son tahlilde yine insanın doğayı kötü kullanımından kaynaklanan nedenlerle yangınlar yaşanıyor. Sadece ülkemizde değil, öteki ülkelerde de yaşanıyor. Ancak her ülke başta söndürme uçakları olmak üzere tüm söndürme düzeneklerini önceden hazırlamış oluyor. Kıyaslamak için yazmak gerekirse, Akdeniz’de komşumuz ülkelere baktığımızda her birinin en az 25 adet söndürme uçağı olduğunu ancak ülkemizde bu amaçla kullanılacak uçak sayısının sadece üç olduğunu görüyoruz.
İnsanlarımızın özellikle doğal afetler konusundaki duyarlılığı göz yaşartıcı niteliktedir. Evlerinden getirdikleri beş litrelik pet şişelerle ve buz kalıplarıyla, insan zinciri oluşturarak yangını söndürmeye çalışan insanları görünce bu çabayı takdirle karşılamak gerekiyor. Yurttaşlar Cudi, Gabar, Munzur Dağlarında -askeri operasyonlar sırasında- çıkan yangınları söndürmek için de çaba gösteriyor ancak güvenlik gerekçesiyle buna izin verilmiyor. Ormanlarımız salt bize de ait değildir. Ormanlarda yaşayan sayısız hayvan ve bitki de vardır. Yangınlarda basına yansıyan görüntülerden de anlaşılıyor ki, yangın en çok bu canlı türlerinin yaşam alanlarını yok etmiştir.
Her toplumsal ya da doğal olaydan sonra bir kamuoyu oluşmakta ve insanlar kendi bakış açılarına ve duruşlarına göre olayları yorumlamaktadır. Son yaşanan olaylarda özellikle sosyal medyada ve siyasal iktidara destek hedefleyen basın yayın organlarında akla ziyan, bir nefret söylemi ile felâketler açıklanmaya çalışılmıştır. Atatürk Orman Çiftliği arazisini gasp ederek ucube yaratıklara 750 milyon lira harcayan bir eski belediye başkanı, “Dronlardan ateş püskürtülüyor ve ormanlar yakılıyor” gibi bir paylaşım yapıyor ve EGM bu paylaşımdaki görüntünün bir Hollwood filmindeki kurgu olduğunu Türkiye ile ilgili olmadığını açıklıyor.
Avrupa’ya kapağı atmış kimi aklı evvel Türkiyeliler, “Ormanları Ateşin Çocukları yakıyor” gibi gerzek bir paylaşım yapıyor ve Oda Tv gibi “Buzağı altında öküz” arayan haber sitesi de “Ormanları Yakanlar Bakın Kimlermiş” diyerek araştırmadan, haberi doğrulama gereği duymadan bu aptalca bilgiyi paylaşıma açıyor ve yine aynı mantalitedeki kişi ya da gruplar onları kaynak göstererek olayı PKK’ye, Kürtlere hatta hızını alamayıp HDP’lilere yıkmaya çalışıyorlar. Tabii ki bu tezvirat karşılıksız kalmıyor ve durumdan vazife çıkarak bir takım ırkçı faşist çevreler yıllardır bir arada yaşadıkları Kürt aileleri saldırı hedefi haline getiriyorlar.
Konya’nın Meram ilçesinde yıllar önce Kars’tan göç ederek gelip yerleşen ve hayvancılık yapan Dedeoğlu ailesi önce 12 Mayıs’ta kendilerine “Ülkücü” diyen 60 kişilik bir grubun saldırısına uğruyor, yaralanıyor ve savcılığa başvurarak, etnik temelde bir saldırı ve tehdit altında bulunduklarını, gerekli korumanın sağlanmasını istiyorlar ancak bu koruma önlemi alınmadığı gibi olaydan sonra tutuklanan kişilerden ikisi dışında hepsi tahliye ediliyor. Yaşanan bu cezasızlık ve “Biz ne yaparsak yapalım, kimse bize bir şey yap(a)maz” rahatlığı içindeki kişi ya da kişiler aynı aileden 7 kişiyi katlediyorlar. Bu katliam sıradan bir olay değildir. Üzerinde durup düşünülmesi gereken, ciddi ve kalıcı önlem almayı gerektiren bir olaydır.
Tarihe not düşmek adına yazıyorum: 2021 yılının Temmuz ayında yaşanan bu saldırı/katliam bir insanlık suçudur. Önceden düşünülmüş, tasarlanmış, kurgulanmış bir eylemdir. Bu saldırıda sadece silâhı ateşleyen kişi ya da kişiler değil, bu siyasal iklimi yaratan mahalle muhtarından Cumhurbaşkanına kadar, siyasal iktidarın küçük ortağı partinin başkan ve yöneticilerine kadar, sosyal medyada ve basın yayın organlarında kullandıkları dille toplumun bir kesimini başka kesimlerine düşman gösteren herkes sorumludur. Katliamda hayatlarını kaybeden 7 insanımız, kendisini ötekileştirilmiş sayan milyonlarca insanın yüreğine ateş düşürmüş ve gönül tellerini koparmıştır. “Kardeşlik, lâfla tesis edilecek bir şey değildir. Bu konuda somut, samimi, gerçek adımların atılması gereklidir.”