Bülent Tekin yazdı: “HDP’nin kapatılma girişimi, parti binalarına ve üyelerine yapılan saldırılara rağmen bir ittifak ya da çözüm süreci gibi bir süreç yapmayı düşünmek oldukça sorunlu bir durum.”
İktidara güç veren gruplar arasında ihtilafların olduğu ve bunun adeta bir paniğe dönüştüğü görülüyor. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın parti tabanına konuşurken uyukladığı görüntüsünün ortalığa dökülmesi bir kaza mı yoksa kasıt mıydı tartışmaları kamuoyunda yer aldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ilk kez bu görüntüyü vermiyor; Ukrayna’da mevkidaşıyla basın toplantısı yaparken de gözlerini açık tutamamıştı. Bu şekilde görüntü veren ilk lider de değil. Birkaç gün önce Angela Merkel benzer bir görüntü vermişti. Görüntü canlı yayında yapıldığı halde yorgun ve bitkin bir Erdoğan imajı verilir diye İletişim Başkanlığı tarafından olayın üzerine tüm yönleri ile gidildi. Bu kez hedef Habertürk oldu! Canlı yayın olmasaydı belki de fatura iletişim ekibine kesilecekti. Asla muhalif bir basın olmayan Habertürk ve yazarı Fatih Altaylı’ya dahi tahammül edilmiyor. Aykırı ya da hesaba gelmeyen bir cümle aniden tehlikeli kategoriye girebiliyor. Habertürk’ün yayın politikası iktidara yetmiyor anlaşılan. MHP de Habertürk’ü haz etmiyor. Ancak düşünce ve ifade özgürlüğü yönünden yeni bir ‘susturma olayı’nın iktidar lehine olmayacağı da kesindir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs ile ilgilenmesi sadece cumhurbaşkanlığı seçimi ile olmadı. Cumhur İttifakı’nın desteklediği aday seçildi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin geleceği ile ilgili önemli kararlar verme durumu Birleşmiş Milletler’e kadar yansıdı. Bu arada bunu da eklemek gerekir: Kumar ve eğlence sektörü ile ünlü bir yer Kuzey Kıbrıs. Kıbrıs çıkartmasını Diyarbakır gezisi ile birlikte düşününce akla bir seçim durumu geliyor.
Erdoğan ve AKP’nin seçim çalışmaları yapması Türkiye’nin artık bir erken seçim yolunda olduğunu gösteriyor. (AKP ve MHP istedikleri kadar seçim yok desinler, hatta erken seçime gitme tarihini her seferinde Devlet Bahçeli vermiş olsun, AKP teşkilatlarına erken seçim talimatı çoktan verilmiştir.) Kıbrıs ve Diyarbakır seyahatleri işte bu seçim yolunun taşları olarak görülüyor. İlk bakışta alakasız gibi görünebilir ama biraz dikkat edilirse bu iki seyahatte önümüze çıkacak durumun karakteristiği var.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi Türkiye’yi daha merkeziyetçi bir yapıya soktu. Yetkilerin merkezde toplandığı ve bu yetkilerin tek kişiye verildiği bir sistem meydana gelmiş oldu. Cumhur İttifakı’nın oyları hızla eriyor. Anketler bile artık bunu gösteriyor. Genelde anket meselesi biraz da para meselesi olduğu için, gerçek eğilimi bulmaktan çok parayı kazanacakları, geleceklerini garanti altına alacak tarafa manipülasyon yapma görevi görüyorlar. Kapitalizmde anketin görevi statükoyu korumak adına ciddi tespitler yapıyor gibi gözükmektir. Kulislere göre MHP, AKP ile ilişkilerden çok mutlu değil ve ittifak birkaç kez gidip geldi. İktidarı yöneten gruplar asında ihtilaflar var. Hatta kulislere göre AKP, İyi Parti ve dahi -kapatmak istediği- HDP ile ittifak yapmak istiyor. Başka bir iddiaya göre de AKP, MHP ve Saadet Partisi’nin bir bölümünü de yanına alıp HDP ile yeni bir çözüm süreci gibi bir durum yaşayarak seçime gitmek istiyor. Peki, bütün bu olasılıklar ne kadar geçerli?
HDP’ye ve dolayısıyla Kürtlere karşı kullanılan ırkçı ve terörize etme dilinin yansıması olarak mevsimlik Kürt işçilerine, köylülerine, ailelerine son günlerde saldırılar arttı: Ankara’nın Altındağ ilçesinde bir Kürt aileye yönelik silahlı saldırıda bulunuldu. Afyon’da mevsimlik Kürt işçilere ırkçı saldırı yapıldı. Konya Meram’da bir Kürt aileye yapılan saldırıda Hâkim Dal öldürüldü. Evet, HDP’nin kapatılma girişimi, parti binalarına ve üyelerine yapılan saldırılara rağmen bir ittifak ya da çözüm süreci gibi bir süreç yapmayı düşünmek oldukça sorunlu bir durum.
Bu işler hem MHP hem HDP ile nasıl olacak? Tabii ki HDP asla MHP ve AKP ile birlikte olmaz. Böyle bir gerçek olduğu halde AKP neden böyle bir yol izlemeye çalışır? Nedeni çok basit: Yeniden iktidar olmak, Erdoğan’ı da yeniden başkan yapmak. Diğer bir deyişle önümüzdeki seçimi, sandığı kazanmak! Siyasetin gücünü elden bırakmamak! Siyasetin gücünü elinde tutanın asla cezalandırılamayacağı inancının pekişmesi!
Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti, 2005 ruhu, çözüm süreci gibi sözler boşuna söylenmiş sözler değil. (Özellikle “Diyarbakır’da 2005 yılında ne demişsek bugün de aynı yerdeyiz.” söylemi 2005 ruhu olarak algılandı.) İlave Kürt oyu alınmasa da bari eski Kürt oylarını korumak açısından önemli Diyarbakır. Ancak çözüm süreci derken de yanlış bir anlaşılma olmasın, Kürt sorununu çözmek gibi bir hedef yok. İktidarın böyle bir derdi yok. Bu yeni çözüm süreci sözü salt sandık bağlamında, seçimi kazanmaya yönelik bir amaç taşıyor.
Bir tarafta Kıbrıs bir tarafta Diyarbakır var. Erken seçim durumunda Kürtlere çözüm süreci, 2005 ruhu gibi sözler ederek daha önce aldıkları Kürt oylarını kaybetmemek düşüncesi var. Diğer taraftan da Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk devleti kurmak için AB ve ABD’ye kafa tutan bir AKP ve lideri algısının verilmesi. Bununla da Türkçü, milliyetçi, muhafazakâr oyları alma düşüncesi.
Yani hedef belli: ‘Sandık!’ Bir sandık aşkı ağır basıyor.