Gökhan ÖZER yazdı: Bu mücadelede hepimiz Uğur’uz. Uğur’un şahsında 33 düş yolcusunun yarım bırakılan düşlerini tamamlamaya söz vermiş yoldaşlarıyız. Vuruldukları yerde yere düşen, ama tuttukları devrim bayrağını yere düşürmeyen 33 düş yolcusunun ardıllarıyız. Uğur’un vurulup yere düştüğü halde açılmayan sol yumruğuyuz.
7 Haziran seçimlerinin hemen ardından 33 devrimci genç Kobanê’de yaşayan çocuklarla buluşmak için İstanbul Kadıköy’de basın açıklaması yaparak Suruç’a doğru yola çıktılar. Amaçları IŞİD’e karşı verilen destansı direnişte ailelerini kaybetmiş ve yıllarca süren savaşta; kanla, yıkımla, ölümle küçücük yaşlarında tanışmak zorunda kalan çocukları ufacık da olsa mutlu etmekti. Yeniden renkli düşler kurmaları için dostlarının, yoldaşlarının katkıları ve kendi harçlıklarıyla topladıkları oyuncak, resim kalemleri ve boyalarla Kobanê’li çocuklarla buluşmaya gideceklerdi.
Yol boyunca her adımları anbean takip edilen gençler 19 Temmuz’da Amara Kültür Merkezi’ne vardıklarında peşlerinde onlarca polis vardı. Nedense yol boyunca onları bir an bile yalnız bırakmayarak taciz eden polis, basın açıklaması yapacakları 20 Temmuz günü ortalıktan kaybolmuştu. Kobanê’ye geçmeden önce onları karşılayan diğer yoldaşları ile basın açıklaması yaparken patlatılan bir bomba ile 33 güzel insan herkesin gözü önünde katledildi. Hem Kobanê’li çocukların hem de 33 devrimcinin düşleri kana bulandı.
Suruç Katliamı, 7 Haziran seçim sonuçlarından ve barış sürecinin “rafa kaldırılmasından” sonra gerçekleştirilen ilk katliamdı. Yani aslında devletin ve hükümetin bildik yöntemlerine dönmesinin ilk emaresidir.
Tüm iniş ve çıkışlarıyla birlikte yürütülen barış sürecinin katkısıyla toplumsal dinamiklere yönelik devlet dili yumuşadı ve baskılar azaldı. Bu atmosferde HDP’nin siyasal söylemi kendine geniş bir karşılık buldu. Sürecin kendisiyle ve sonuçlarıyla ilgili birçok yorum yapılabilir ancak en önemlisi şu ki, AKP bu sürecin 7 Haziran gibi -kendileri açısından- bir hezimetle sonuçlanacağını öngöremedi. Tek adamlık gibi totaliter rejim umutlarına karşı, barış, özgürlük, eşitlik umudu kazandı ve HDP %13 oy oranı ve 80 milletvekili ile meclise girdi. Sadece seçim barajını değil, AKP’nin 13 yıllık seçim hegemonyasını da yerle bir etti. Barış sürecinin HDP’ye muhtemelen oy ve anlam kaybettireceğini, kendilerine ise güç kazandıracağını düşünen devlet ve hükümet 7 Haziran seçim hezimetine karşı kendi bildiği ve alışık olduğu yöntemlere geri döndü. Yani şiddet politikası ile bastırma, korku politikası ile sindirme yöntemine.
Bu 33 düş yolcusundan birisi de katledildiğinde 26 yaşında olan Cizreli Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) üyesi Uğur Özkan’dı. Özkan ailesi, devletin sistematik saldırıları nedeniyle 1993 yılında Cizre’den İstanbul’a göç etmeye mecbur bırakılmış, çocuklarına istedikleri ismi bile koyamamış ailelerden. Uğur’a Hogir ismini koymak isteyen aile, devletin Kürtlere dönük uyguladığı ret ve inkar politikası ile karşılaştı. Hogir ismi yasaklandı, aile böylece Hogir’e Uğur ismini koymak zorunda kaldı.
Uğur 26 yıllık kısa ömrüne büyük hikâyeler sığdırdı. Yaşamının tamamını ezilenlerin ve ötekileştirilenlerin mücadelesine adadı. Mersin’e üniversite için gittiğinde SYKP ile tanıştı ve SYKP’nin kuruluşundan itibaren aktif rol oynadı. Newroz’dan 1 Mayıs’a, Gezi’den Kobanê serhildanına, Madımak’tan 6-7 Eylül olaylarına, Soma’dan Ermenek’e, LGBTİ+’lara yönelik şiddetten ekoloji mücadelesine kadar her alanda sokaktaydı. HES’lere baraj olan Uğur, Yedikule hayvan barınağına tüm maaşını verecek kadar hayvanseverdi.
Günlük yaşamında da muzip, enerjik, hayvansever, dayanışmacı, cesur, direnişçi, hümanist, enternasyonal bir kişiliği olan Uğur, inşaat ve elektrik-elektronik gibi sektörlerde çalıştı. Uğur, çalışma hayatında da devrimci kişiliğinden hiçbir zaman ödün vermedi.
Hayatının büyük bir kısmını İstanbul Bahçelievler’de geçiren Uğur, seçim dönemlerinde zamanının tamamını seçim çalışmalarına adadı. Bahçelievler’in her mahallesinde faaliyet yürüten Uğur, çatışmalı dönemin fragmanını 6 Haziran gecesi yaşadı. HDP’nin Amed Mitingi’ndeki katliamdan yalnızca bir gün sonra seçim bürosundan evine dönerken AKP-MHP faşist çetelerince saldırıya uğradı ve hastaneye kaldırıldı. Ertesi gün kendisini taburcu ‘ettirerek’ seçim gününde partisini yalnız bırakmadı.
Kürt halkının Rojava’daki kazanımlarını tırpanlamak, hatta yok etmek isteyen devlet devşirme güçlerini harekete geçirerek devrimi boğmak istedi. Buna karşı Türkiye’deki Kürtler ve sosyalist güçler, sınırda nöbet eylemlerine başlayarak Rojava’ya nefes olmaya çalıştılar. Uğur, İstanbul’dan Urfa sınırına nöbete giden, oradan da Kobanê’ye geçerek Rojava’lı Kürtlere destek olan insanlar arasındaydı. İstanbul’a dönüşünde yine Rojava Devrimi’ne ve Kürt kazanımlarına sahip çıkmak için Kobanê serhildanının en önünde saf tuttu.
Uğur, gerisinde dolu dolu bir hayat, onurlu bir yaşam ve hakikat mücadelesi bıraktı. Cizre’deki cenaze törenine Türkiye’nin dört bir yanından akın eden onbinlerce kişi Uğur’un, yoldaşlarına miras olarak bıraktığı bu onurlu yaşama sahip çıktı.
Uğur’un şahsında 33 düş yolcusunun yoldaşları “hiçbir düş yarım kalmayacak” şiarıyla çıktıkları yolda, yoldaşlarının düşlerini teker teker tamamlamaya gayret ettiler. Kocaeli’nde açılan Uğur Özkan Kütüphanesi’nde kitaplar okunuyor, Bahçelievler’de ki Uğur Özkan Çocuk Kültür Evi’nde çocuklara ücretsiz eğitimler veriliyor, Gazi Mahallesi’nde ki Uğur Özkan Parkı’nda çocuklar oyun oynuyor, eğleniyor, koşturuyor. Uğur’un inşaatta beslediği ve “Aşîtî” ismini koyduğu kedisi de yoldaşı tarafından büyütülüyor. Uğur’u yoldaşlarından ayıran bombayı patlatan IŞİD çeteleri, Kürt gençlerinin ve enternasyonal güçlerin dayanışmasıyla birer birer teslim olup tarihin çöp sepetine gönderiliyorlar, IŞİD çetelerini devşiren faşistler ise gün geçtikçe kan kaybetmeye devam ediyorlar.
Suruç Katliamı Davası, katliamdan tam 16 ay sonra hazırlandı. Dava gerici güçlerin yoğunlukla yaşadığı ilçelerde ve küçük mahkeme salonlarında görüldü ki, duruşmalar kamuoyu tarafından rahat takip edilemesin, dayanışma sağlanamasın. Duruşmayı izlemeye gidenler duruşma salonuna girerken büyük zorluklara maruz bırakıldı. IŞİD’i devşiren ve 33 pırıl pırıl genci katleden güçler katliamı aydınlatmak, faillerini yargılamak, hakikate uygun bir ceza vermek şöyle dursun, Suruç Ailelerini gözaltına aldırıyor, mahkemelerde ve günlük yaşamda psikolojik işkenceye maruz bırakıyor.
Uğur’un cenaze töreninde baba Mehmet Özkan’ın söylediği gibi: “Benim oğlumun ismi devlet yasakları nedeniyle Uğur yapıldı. Eşitlik, adalet ve demokrasi için, özgür bir yaşamı yeniden inşa etmek için mücadele etti ve bu mücadelede şahadete ulaştı. Hepiniz benim Uğurumsunuz. Uğurlar olsun Uğurum.”
Evet, bu mücadelede hepimiz Uğur’uz. Uğur’un şahsında 33 düş yolcusunun yarım bırakılan düşlerini tamamlamaya söz vermiş yoldaşlarıyız. Vuruldukları yerde yere düşen, ama tuttukları devrim bayrağını yere düşürmeyen 33 düş yolcusunun ardıllarıyız. Uğur’un vurulup yere düştüğü halde açılmayan sol yumruğuyuz.
Zulüm ile abad olmaya çalıştığınız düzeninizi, devrimcilerin kanı üzerine kurduğunuz sırça köşklerinizi yıkana kadar mücadelemize devam edeceğiz.
Hiçbir düş yarım kalmayacak, hesabı sorulacak!