Korkut AKIN yazdı: Ahmet Han veya Emmet Conn, jandarma olarak görevlendirilmişti, Ermenileri tehcir (soykırım mı demeliyim) yolculuğunda. Ancak Jandarma Ahmet, Anadolu’nun iki ucundaki savaşın da izlerini taşıyacaktı uzun yaşamı boyunca…
Günümüzden 100 yıl önce böyle değildi dünya. Şimdiki gibi uzaktan ve dijital yapılmıyordu savaşlar ve tabii, televizyondan da izlenmiyordu merak ve heyecanla. Fransız İhtilali ile güçlenen milliyetçilik akımıyla ulus devlet olmak için hemen bütün sömürgeler ayaklanmış ve 1. Paylaşım Savaşının da etkisiyle haklı mücadeleler verilmeye başlanmıştı. Doğaldır ki, güçlü ülkeler kolay başardı bu ayaklanmaları bastırmayı…
Tarihi misyonunu tamamlayan Osmanlı, bir tarafta bağımsızlık mücadelesi veren uluslarla diğer taraftan da emperyalist paylaşımdan pay almak isteyen “istilacı” ülkelerle iki yanda savaşıyordu. Gücü gücü yetene…
Ahmet Han veya Emmet Conn, jandarma olarak görevlendirilmişti, bağımsızlık mücadelesinden yenik düşen Ermenileri tehcir (soykırım mı demeliyim) yolculuğunda. Ancak Jandarma Ahmet, Anadolu’nun iki ucundaki savaşın da izlerini taşıyacaktı uzun yaşamı boyunca.
Sürgüne gönderilen…
Aradan geçen uzun yıllar bazı yaşanmışlıkları küllendirirken bazılarının da üzerindekileri üfürüp açıyor. Unutulanları hatırlamak, yaşama yeniden gelmek gibi… Bölük pörçük anımsananlar ne kadar gerçek, ne kadarı yaşanmış, ne kadarı duyumlardan ibaret, ne kadarı abartı? Yazar Mark T. Mustian, kendisinin Ermeni olduğunu (soyadının –ian ile bitmesi önemli bir kanıt) öğrenmesiyle aradan geçen yüz yılda olanları öğrenmeye, öğrendiklerini bir romanda anlatmaya çalışıyor. Bunun için tehcir yolunu takip ederek o yerleri tanımayı, yaşananları öğrenmeye, o coğrafyanın kokusunu almayı deniyor. Ortaya çıkan roman sadece bir anlatı değil, aynı zamanda bir belge, bir tarihin günümüze taşınması.
Romanın kahramanı Ahmet Han, ağır yaralandığı Çanakkale Savaşı sonrası, İngiliz askeri sanılarak Londra’ya tedaviye gönderiliyor. Oradan da Amerika’ya geçiyor ve Emmet Conn oluyor. Geçmişini silmek istediği için de her şeyi, ama her şeyi unutuyor. Yaşamının sonuna gelirken, yaşlılık hastalıkları da artıyor ve (belki de tedavilerin sonucu) geçmişte kalanları hatırlıyor. Zorlu bir süreç bu; yoruculuğu ve üzücülüğü yanı sıra sıra kimseye kabul ettiremediği… Hatırladıkça bağlantıları kurabiliyor ve anılarının peşine düşüyor.
Jandarma Ahmet, yayan yapıldak sürgüne gönderilen aileleri korumakla görevli olsa da diğer görev arkadaşları çıkarlarını düşünüyor. Refakat ettikleri kafiledeki gözleri farklı güzel, (“…saçları ve teni gizlenmiş olmasına rağmen gözleri besbelli., mavisi turkuaza çalıyor, kahverengisiyse koyu ve yumuşak” -s. 155-) sadece çetelerin ve soyguncuların değil jandarmaların da takibinde… Jandarma Ahmet, kıza saldırılmasını, tecavüz edilmesini engelliyor. Hatta o kadar ki, kafileyi teslim ettikten sonra da etkisinde kaldığı kızın peşini bırakmayıp asker kaçağı oluyor.
Sefalet ve açlık…
Emmet Conn, 92 yaşında anımsıyor bunları. O güzel kızı, ama en çok da o günleri, o günlerdeki sefaleti, açlığı, işsizliği, parası olanların zevk için içine düştükleri çirkinlikleri hatırlıyor. İnanılmaz bir sefalet yaşanıyor Katma’da, Halep’te… Kalabalık, sokaklarda yatan aç açık insanlar, işsizlik zaten dorukta… (Burada aynı sözcüğü iki ayrı anlamda kullanacağım, Attila İlhan, ‘yürek’ ile ‘kalp’ aynı sözcük olsa da farklı anlamlar taşır diye anlatmıştı; siz örnekleyebilirsiniz.) Hayalinde yaşattığı o gözleri farklı güzel ile içinde yaşadığı zorlu süreci yazar, çok güçlü anlatımla veriyor biz okurlara… aradan geçen onca yılda yaşanmışlıkların ışığında. Başka açıklama istemeyin, ‘spoiler’a girer…
Çok başarılı bir film olur
Ünlü yönetmen Atom Egoyan, “Ahmet Han’ın Emmet Conn’a ruhsal geçişi duygusal olarak yankılanıyor. Bu, şefkatle ve heyecan verici bir insanlık duygusuyla anlatılan önemli ve eşsiz bir yolculuk” olarak tanımlıyor bu görselliği ağır basan romanı. Gerçek bir insanlık dramı yaşanan. Gerçek duygular ve gerçek acılar. Zorluğu kolay aşmış Mark T. Mustian. O da, şöyle anlatıyor: “İnsanlar bazen soruyorlar, ‘Yakın atalarınız trajedinin bir parçası değilken neden bunun hakkında yazmak, hatta bunu bilmek istiyorsunuz?’ Basit cevaplarım yok. Bazı açılardan mesafe yardımcı olur, bana bir romancının aklını araştırmaya teşebbüs etme cüretini göstermeme izin verirse, en çok bir fail olarak kabul edilir. Diğer yönlerden, yatıştırıcıdır, duyguyu bastıran ve ilgisizliği ve yatıştırmayı teşvik eden bir merhemdir. Hatırlamak yaşamaktır. Ahmet Han’ın öğrendiği gibi unutmanın bir bedeli vardır. Onlarca yıl, hatta yüzyıllar sonra, ortak tarihimiz hayati olmaya devam ediyor, bağlantı ne kadar zayıf olursa olsun… Zaman uzar ve sakinleşir, ama yine de ulaşırız, çünkü bilmek istiyoruz. Bazen bu bilgi acı verici, uygunsuz ve hatta lanetleyici olsa da olmazsa olmazdır: Neydik, ne olduk, ne olacağız.”
Öğrenmek için okumak gerek
Yazara en çok sorulan sorulardan biri, belki de “Jandarma”yı okumak için temel gerekçelerin başında geliyor. Ama önce belirtmeliyim ki, “Jandarma” birçok eleştirmen, yazar ve edebiyatçı tarafından önerilen, bence de çok başarılı bir roman. 1800’lerin sonunda Hristiyan Ermenilerin Ruslarla birlikte Müslüman Türkleri Kafkasya’dan sürmesi, daha sonra bir milyon Ermeninin Anadolu’dan çıkarılmasını anımsatan Mustian, aradan geçen yüz yıllık süre soykırımı unutmayı değil, daha da çok üzerine gidilerek, bir daha asla yaşanmamasını istemeyi sağlayacağını belirtiyor: “Soykırım belki de insan eylemlerinin en çirkinini temsil eder, çoğu zaman savunmasız hemcinslerin topluca öldürülmesini. Eylemlerimiz ve politikalarımız, ne zaman, nerede ve nasıl olursa olsun onu durdurmak olmalıdır. Durdurmak için bunu duyurmalıyız. Soykırımın olmadığını söylemek, tekrarlama için sadece bir fırsat yaratır.”
Jandarma
Mark T. Mustian
Çeviren Maral Cavak Fuchs
Roman
Aras Yayıncılık
Mart 2021, 319 s.