7 Ocak 2015 Çarşamba günü Paris’te karikatür dergisi Charlie Hebdo’ya bir saldırı düzenlendi. Üç büyük tek tanrılı dine karşı da rahatsız edici olabilecek karikatürler yayınlamış olan bu dergiye saldıranların İslamcı terörist bir grup olduğu söyleniyor. Şimdi ise saldırının “sebepsiz olmadığı”, “aslında biraz da hak edilmiş olunduğu”nu anlatmak amacıyla Hz. Muhammed hakkında çizilmiş karikatürler gündeme yıllar sonra tekrar yerleşti.
Bu saldırıyı koşulsuz kınayanları bir yana koyarsak, başlıca iki çeşit tepki olduğunu gözlemliyorum:
“İyi olmuş, dinimize hakaret etmeselerdi.” diyenler;
“İnsan canını almayı asla savunmuyorum, ama onlar da niye kışkırtıyorlar ki bu kadar, dine saygılı olunmalı.” diyenler.
Kuşkusuz ki İslamcılara ve teröristlere karşı aşağıdaki yumuşaklıkta değil düşüncelerim, hayatım boyunca İslamcılık tehdidi altında yaşayacak bir gencim, hatta kadınların her gün öldürüldüğü yerde genç bir kadınım, kapısına IŞİD’in dayandığı bir ülkenin vatandaşıyım, ülkemde sokakta gazlanan ve hapislere tıkılan anamuhalefet partisinde birçok fedakar arkadaşım gibi birçok şeyden vazgeçerek siyaset yapıyorum vesaire vesaire… İçimdeki nefret tarif edilemez durumda ve bu saldırıya karşı en ufak hoşgörüye en ufak tahammülüm yok.
Ama yine de bu iki düşüncede olanlara da ayrı ayrı sorular sormak isterdim.
Mesela birinci grupta düşünenlere şu sorularım var:
Korumaya değer gördüğünüz yüksek değerlerinizin insan öldürünce çok daha kirli görüneceğinin farkında değil misiniz? Farkındasınız da umrunuzda mı değil? İnançlarınız ve kutsal saydıklarınızı, bir kağıt kalemle itibarsızlaştırılabilecek kadar değersiz mi görüyorsunuz? Fikirlerinizi kullanarak tartıştığınızda haksız çıkmaktan mı korkuyorsunuz? Onun yerine neden aklınızdaki soru işaretlerini doldurmaya çalışıp diğerlerini güzellikle ikna etmiyorsunuz?
İkinci gruptakilere:
Dinle ilgili (veya değil) konuşurken, camiide, televizyonda, okulda din derslerinde söylediklerinizle başka inançlarda olan kişileri; ya da dinsizleri veya sizden farklı olanları rahatsız edip etmediğiniz hakkında siz dikkatli misiniz?
Siz rahatsız edici şekilde eleştirildiğinizde, aynı sertlikte cevap verme hakkınız doğmaz mıydı?
Ve peki verdiğiniz cevabın sertliği yüzünden öldürülseydiniz bunun doğru olduğunu kim savunabilirdi?
Diğer inançlara ve dinsizliğe saygılı olmaktan bahsedilince akla en iyi ihtimalle “onlara çok da karışmamak” gelirken; “dine saygılı olmak” kavramına o dinin kutsallarının kutsallığını diğerlerine de dayatmak gibi geniş bir anlam yüklüyoruz?
İfade özgürlüğü dediğimiz şeyin ne olduğunu tekrar tekrar düşünmek ve kendimize sormakta yarar var. Zaten aşağı yukarı katıldığımız düşüncelerin söylenmesini özgürlük olarak nitelendirip “diğerlerini savunanların başına ne gelirse gelsin” diyeceksek hangi tartışmanın bizi ve toplumları geliştirmesini bekliyoruz ki? İster siyaset olsun, ister siyaset dışı; yıllarca aynı cümleleri kurmanın bize ne getireceğini zannediyoruz? Bazen yüz elli kere kurduğumuz cümleyi sorgulamamız için birisinin bizi sertçe dürtmesine ihtiyacımız olmuyor mu?
İki gündür tekrar her yerde gördüğümüz o güzel cümleyi tekrar hatırlatmakta büyük fayda var:
“Görüşlerine katılmayabilirim ama onları ifade edebilme hakkını ölümüne savunurum.”
İşte tam da bundan dolayı, ısrarla ve ısrarla eşitlik ve laiklik diyoruz.
İşte tam da bundan dolayı; 2007’de nasıl ki hepimiz Hrant’tıysak, şimdi de hepimiz Charlie’yiz.
#JeSuisCharlie