ÜLKER SARI…
Günümüzde eğitime dair yeni formasyonların geliştirilmekte Bunların içersinde en önemlisi uzaktan eğitim yöntemidir. Yapısal manada değişiklere gidiliyor ve çeşitli sipesivik politikalar inşa ediliyorken, uzaktan eğitim formatının etkin hale getirilmek istenmesindeki amaç sorgulanmaya ihtiyaçtır.
Tarihte ilk defa uzaktan eğitim 1728 yılında Boston gazetesinde “Steno Dersleri” ile başlamıştır. Devamında da Avrupa’nın bir çok ülkesinde değişik tarihlerde işletilmeye devam etmiştir. Her ne kadar ismi ve biçimi uzaktan eğitim olsa da 1970 öncesi formatın 1970 sonrasındaki formatla çok uyuşmamaktadır. 1970 sonrasında kapitalizm, eğitimi sistemli şekilde daha az giderle daha fazla meta üretilebileceği şekilde koordine etmeye başlamış ve uzaktan eğitim formatlarını etkin hale getirerek iş gücü potansiyelinin meta üretimiyle olan ilişkisinde kesitler oluşmasını engellemek istemiştir. Bu perspektif beraberinde uzaktan eğitim formatlarının yaygın propagandalar eşliğinde teşvik edilmesiyle taçlandırılmıştır.
Türkiye’de uzaktan eğitim uygulamaları ODTÜ Enformatik Enstitüsünün öncülüğünde 1996 yılında başlatılmıştır. İlk internet destekli uzaktan eğitim projesi ise Sakarya Üniversitesi’nde uygulamaya konmuştur. IBM Türk Eğitim Hizmetleri tarafından Sakarya Üniversitesi’nde geliştirilen projenin pilot uygulaması kapsamında, 95 mühendislik fakültesi öğrencisi üç temel dersi internet üzerinden almaya başlamışlardır.
Türkiye’de akademik alanda uzaktan eğitim veren kurum ve adresleri ise şu şekildedir; Sakarya Üniversitesi , Anadolu Üniversitesi Açık öğretim Fakültesi , Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi, Ankara Üniversitesi TÖMER Uzaktan Türkçe Öğretim Merkezi, Bilgi Üniversitesi e-MBA Programı, ODTÜ Uzaktan Eğitim Programları, Selçuk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Programı, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Çukurova Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Uzaktan eğitim fakültesi, Erzurum üniversitesi uzaktan eğitim fakültesi.
Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi(AUZEF)’nin niteliğinin ticaret eksenli olması haklı olarak ticaret denilince akla ilk gelen kurumlardan olan YÖK’ü anmayı gerektirmekte. Kapitalizmin 1970’lerden itibaren dünya ölçeğinde yeni bir bunalım dönemine girmesi sonucu da neo-liberal ekonomi politik gündeme taşıdı. Ekonomik ilişkiler yeniden tanımlanıp sermayenin hareket alanına dair yapılan düzenlemelerle daha etraflı hale getirilmek istendi. Bağımlı ülke ekonomilerini yaşanan yeni sürece uydurabilmek için yapısal uyum politikaları gündeme geldi. Yapısal uyum politikaları neo-liberal ekonomi politiği zemin alınarak girişildiğinden eğitim alanında da önemli tahribatlara yol açtı. Eğitimi bireysel yarar ve piyasa süreçlerine bağlayarak yeniden tanımladı. YÖK tam olarak böylesi bir iklimin ürünü olarak kuruldu. Dünya Bankası uzmanlarından P. Psacharopoulos eğitime ayrılan bütçeye dair yaptığı açıklamadan sonra Neo-liberal kesimlerin ağızları sulanmış olmalı ki 12 Eylül 1980’de yapılan darbenin ardından 24 Ocak kararlarıyla YÖK erken doğmuş bir bebek olarak kitlelere servis edildi. 12 eylül darbesinin sonucunda itiraz edebilecek tüm mekanizmalar tahrip edilmesiyle kabiliyetsiz bir bebeğin bir dahiyane fikir olarak yutturulmasına yol açmıştır. Darbenin sonucunda Üniversitelerin ticarethane haline getirilmesi öğrencilerin de müşterileştirilmesi start almıştır. Bilim salt isimde olup içerik dogmatikleştirilerek sürdürülmesi hızla başlatılmıştır.
YÖK’ün sonuçlarına ne olacağına dair öngörü kabiliyeti yetkin olan sol sosyalist kesimlerin her ne kadar yoğun muhalefeti olduysa da 24 Ocak kararlarında birkaçının iptal edilmesi dışında geriye kalan tüm kararlar bugün tüm muhalefetten izole edilmiş halde uygulanmakta. YÖK aradan geçen zaman diliminde Türk İslam sentezi ve neo-liberal ekonomi politiğin kapsayıcı uyarlayıcısı olarak, sahnede edindiği görevi laikiyle yerine getirdi. Bir not eklemek gerekirse; Türk İslam sentezi neo-muhafazakarlık diye bilinen yeni tipte bir sağ muhafazakar yaratılmasıdır. Yeni sağ tüketim toplumun en nadide görevlerini üstlenmiş, apolitik, asosyal ilişkileri merkezine taşımış insan tipolojisini yaratmakla meşguldür.
Üniversitelerle neo-liberal politikaların yan yana getirilmesinin nasıl bir tehlike olduğu göz arda edilmemelidir. YÖK ile birlikte Üniversite, ‘ticarethane’; öğrenci, ‘müşteri’ ve ‘ucuz iş gücü’ olunca AUZEF gibi saçmalıkların hortlaması da normal karşılanmakta. Bence üniversiteler ticari eğilimlerini bu şekliyle sürdürmeye devam ederse örgün öğrenimin kaldırılarak uzaktan eğitim formatının yaygınlaştırılması an meselesidir. Batıda sermayenin bir yönüyle yapmış olduğu da tam olarak budur. Dünya’da özellikle de Amerika’da eğitimin her düzeyi sanal ortama taşınmış durumdadır. ABD ve AB ülkelerinde uzaktan eğitim formatını yaygın hale getirme arayışları toplumsal muhalefeti silikleştirme ve iş alanlarında çalışma potansiyeli içeren kitlelerin meta üretiminin önüne engel olabilecek örgün öğrenimi ihtiyaç olmaktan çıkarmaktır. Türkiye’de neo-liberal politikaların en sadık uygulayıcısı olan AKP, salt 10 yıllık süre zarfı içersinde MEB’de beş ayrı değişikliğe giderek lise ve ortaokul düzeyinde bulunan öğrencilerin ucuz iş gücü olarak iş alanlarına konumlandırılmasının alt yapısı oluşturdu. MEB’de yapılan değişikliklerin paralelinde Uzaktan eğitim formatı yaygınlaştırılmaya başlandı.
Sermaye yandaşı üniversite yetkileri açısından AUZEF ağız sulandırıcı bir araç. Malum öğretmen yok, doğalında öğretmen gideri de yok. Öğrenci üniversitenin elektriğini,suyunu, telefonunu, kullanmıyor. Bunların hepsini kendi evinden yada iş yerinden karşılıyor. Öğrenci sayısı on binlerle tarif ediliyor olmasına karşın Derslikleri “işgal” edemiyorlar. Derslikler yerine asosyalliğin, insanın insana, cinsiyetine yabancılaşmasının en önemli köşe taşlarından olan sanal ortamlara hapsolması sağlanmakta. On binlerce öğrenci, üniversite bünyesinde kayıtlı gözüküyor. Bu da kamu harcamalarından öğrenci başına üniversiteye ödeme yapılmasına neden olmakta. Öğrenci başına yapılan ödemelerin, öğrencilerin eğitim yaşamlarını kolaylaştırabilecek şekilde harcanmadığı düşünülürse bu paraların nereye gittiğini düşünmekte fayda var.
Bir eğitim müfredatının bilimi merkezine alması gerekir, bilimi merkezine almış bir müfredat��nda kaçınılmaz olarak insanın kabiliyetlerini en güçlü şekilde ortaya çıkarılmasının alt yapısını hazırlaması gerekiyor. AUZEF’de bu tam tersi durumda, öğrencilerin kabiliyetleri ne kadar engellenebilinir ve bastırılabilirse üniversite o derece başarılı olmakta.
Üniversite AUZEF öğrencilerine kitap da dağıtmıyor daha ziyade PDF formatlarını internete ekleyerek öğrencilerin kendi çabalarıyla kitaplaştırması sağlanmakta.
Düşünsenize 325 ile 375 tl arası harç parası ödeyen öğrenci popülasyonu var ve bu öğrenciler üniversiteye hemen hemen hiçbir ekonomik gidere yol açmamakta daha ziyade bir ekonomik kaynak olarak “fayda” sağlamakta. Şu haliyle üniversite tam bir işletme pozisyona gelmiş durumda, bolca diploma basıp öğrencilere yani ‘müşterilere’ o diplomaları satmakta. Buradaki temel kıstas, öğrencinin 4 yıl boyunca üniversiteye ödeme yapmış olmasıdır.
Tabloyu tüm çıplaklığıyla ortaya koymak adına ve aynı zamanda bu köklü sorunun metodolojik gelişimini resmetmek açısından bir noktaya dikkat çekmek gerekmekte.İnsanlar düzenli ve sürekli şekilde devlete eğitim vergisi adı altında vergi ödenmekte.Eğitim vergisinin alınmasındaki maksat eğitimin ücretsiz hale getirilmesi olduğunu biliyoruz. Hemen hemen yaptığımız tüm harcamalarda eğitim vergisi kesilmekte. Vergi alınıyor olmasının maksadının ne olduğu da önemli. Devlet vergiyi alarak eğitimi ücretsiz kılacağının teminatını vermekteyken gerçekte tam tersini inşa etmekte. Üstelik AUZEF öğrencisi, örgün prosedürde bulunan öğrencilerin faydalandığı olanaklardan da faydalanamıyor. Tam da burada YÖK’ün tüm gizlemelere karşın şahane politikası gün yüzüne çıkmakta. Çuvallarca vergi veriliyor olmasına rağmen aynı zamanda her dönem uç rakamların öğrencilere ödetilmekte. Bariz bir adaletsizlik söz konusu olmasına rağmen henüz bu konuya dair bir muhalefet hasıl olmuş değil. Olunan muhalefetlerde bireysel olup çoğu sefer de gidip AUZEF’le ilişkisini kesmek biçiminde olmuştur.
Öğrencilerin sosyalleşmesinin, ortak sorunları ekseninde bir araya gelmelerinin önüne geçebilmek adına 12 eylülden bugüne YÖK yoğun uğraş verdiği bilinen bir durumdur. Salt bu durumlardan kaynaklı on binlerce öğrenci üniversitelerden uzaklaştırıldı, on binlercesi tutuklandı keza katledilenleri unutmamak gerekiyor ve bugün YÖK’ün yapmak istediği nihai olarak Avrupa’dan alınan AUZEF projesiyle hayata geçirilmekte. Daha fazla bireyselleştirme, yalnızlaştırma, duyarsızlaştırma, apolitikleştirme ve asosyalleştirme politikaları hiç olmadığı kadar ete kemiğe büründürülmekte.