Bülent Tekin yazdı: “Bir düşünce olarak söylüyorum, farz edelim ki dünyanın en iyi anayasası yapılsa dahi bu sistemin otoriter yapısını değiştiremez. Ne bir anayasa ne yasalar sistemin çürümesini engelleyemez. İnsanları mutlu eden sistemleri ayakta tutan yine insanların duruşudur.”
Eskiden bu topraklarda olan her türlü olumsuzluklardan -faili belirtilmemiş olsa da(?)- haberimiz oluyordu. Türkiye öyle şeffaf bir ülke olmasa da büyük tirajlı medya birimleri olanları verirdi. O yıllarda toplumun haber alma kaynakları sistemin ya da iktidarın kontrolü altına tam girmemişti. Bugün maalesef durum bu açıdan olumsuz. Hepimiz biliyoruz ki bu konuda ne medya ne de yargı tarafsız, adil ve bağımsız olamadı. Türkiye’ye giydirilen cumhurbaşkanlığı sistemi yeni bir anayasa ile de tahkim edilmek isteniyor. Bir düşünce olarak söylüyorum, farz edelim ki dünyanın en iyi anayasası yapılsa dahi bu sistemin otoriter yapısını değiştiremez. Ne bir anayasa ne yasalar sistemin çürümesini engelleyemez. İnsanları mutlu eden sistemleri ayakta tutan yine insanların duruşudur.
Propagandanın gücü ve bilgi yanılsamaları ile insanları yanlışa yönlendirebilen sistemler kendine özgü yurttaş tipi yaratır. Bir bakın, bugün onurlarıyla geri çekilip istifa edebilen bir yönetene rastladınız mı? İstifa etmezler, çünkü en ağır suçlamayı ya da suçu göremeyen bir toplum yaratılmıştır. Bu sistem ses çıkartan bir sivil toplum istemiyor. Memur zihniyetli sivil toplum istiyor. Emir alan bir sivil toplum? Sorgulamayan, hesap soramayan bir sistem var. Hesap vermeyen bir sistemdir aynı zamanda. Bu özellikler demokratik bir hukuk devletinin özelliği olamaz. Sorgulamayan, sorgulatmayan, hesap soramayan, hesap veremeyen bir sistem ve toplum, hukuk devletlerini yaşatamaz. Kısacası böylesi bir durum içindeyiz, çürüme aldı başını gidiyor.
Sedat Peker bu hastalıklı organizmayı videolarıyla gözler önüne serdi. (Peker’in Deniz Baykal’a kurulan kumpas ve kasetle ilgili söylediklerine göre Türkiye’de bir tür devletlû muhabbet tellallığı da yürütülmekteymiş. Baykal olayından sonrasında da bu bir tür kurumsal muhabbet tellallığına evrilmiş. Resmi daire gibi yani) Sedat Peker’in yerine itirafları, suçları başka biri yapsaydı bu kadar ilgi çekmezdi. Peker öylesine sıradan biri değildir. Birçok kirli işe bulaşmış bir operatifti. Suça bulaşanlar büyük olasılıkla Peker’le anlaşma yolunu seçmek zorunda olduklarını anlamış durumdalar. Susmasını sağlamaya çalışıyorlar. Onunla anlaşma yolunu seçmiş olabilirler. Bana göre önemli ölçüde sustu ama ilk ifşaatları sistemde derin bir çatlak oluşturdu.
Kürt sorunu Türkiye’nin kuşkusuz en büyük sorunu. Özellikle 1923 sonrası etnik homojen bir ulus devlet yaratma projesinde Kürtlerin asimile edilmeleri istenmiş. Bu topraklarda isyan ya da direniş ve belki de büyük ölçüde sadece tedip-tenkil durumları yaşanmış. Artık günümüzde Kürtlerin statüleri ve hakları ile ilgili sorunlar, Türkiye demokrasisinin en başta gelen problemleri oldu. Ve Türkiye’nin bir hukuk devleti olması yönündeki en büyük gösterge bu soruna bakış ve çözüm durumudur. Şu anki bakış HDP’ye bakış üzerinden gidersek bile Kürtlerin bölücülükle yaftalandığı ve hatta terörizmle suçlandığı durumdur.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır programı gerçekleşti. Erdoğan’ı salonda partili gençler “Biji Serok Erdoğan! (Başkan Erdoğan çok yaşa!)” sloganları ile karşıladı. Erdoğan, yeniden Çözüm Süreci’ne gitme yolu ima etti. Bu sloganın doğaçlama atıldığını sanmıyorum. Böylesine önemli bir konuda, hele ‘Serok’ kelimesine Devlet Bahçeli’nin düşmanca bakışı bilinirken, bu sloganı kimse atamazdı.
Büyük bir ihtimal partili gençlerden bu sloganı atmaları istendi. Erdoğan’ın kürsüye çıktıktan sonra da durup beklemesi, susmaları için işaret vermemesi, gülümsemesi gözlerden kaçmadı. Erdoğan, Çözüm Süreci benzeri bir mesaj vermek istemeseydi, günler öncesinden bu yönde algılanmasına izin vermezdi. “Biji Serok Erdoğan” sloganına müsaade etmez, anında susturur ve bu sloganı atanlara, attıranlara kızardı. (Bir süredir İmralı ile bazı temasların yapıldığına dair iddialar dile getiriliyor. Bu söylentiler doğrulanmıyor ama yalanlanmıyor da.)
Erdoğan en kolay sonuç alacağını düşündüğü kesim olarak Kürt seçmenini görüyor. Yıllarca asimilasyona ve yönetilmeye uğramış kesimin derhal görüş değiştireceğinden emin. Başlangıç olarak da tam dört kez “Çözüm Süreci”ne atıfta bulundu. Çözüm Sürecini kendilerinin başlattığını ama bitirenin kendileri olmadığını öne sürdü. Söylenmiş bu sözler MHP ve Bahçeli’ye rağmen ilginçtir, değil mi? Ancak ortada bir devlet aklı var ve planlanmış olduğunu düşünüyorum.
Diyarbakır programının Kürt sorunu açısından önemi olduğu kadar kritik bir tarafı da vardır. Tabii Kürtler bu iktidara hâlâ inanıyorlarsa bir açılım bekleyedursunlar.