Bülent TEKİN yazdı: İttihat Terakki’den Cumhuriyet’e intikal eden “zor kullanma” alışkanlığı rejimle iç içe yaşadı. Rejimle ilgili bu konuda söylenecek önemli belirlemeler var: Rejimin aparatları arasında Sedat Peker örneğinde olduğu gibi çok sayıda şahıs var. Bu şahıslar rejimle (sistemle) ters düşene kadar, kendilerini devletin sahibi yerine koyup yapılanları kabulleniyorlar.
İttihat Terakki’den Cumhuriyet’e intikal eden “zor kullanma” alışkanlığı rejimle iç içe yaşadı. Rejimle ilgili bu konuda söylenecek önemli belirlemeler var: Rejimin aparatları arasında Sedat Peker örneğinde olduğu gibi çok sayıda şahıs var. Bu şahıslar rejimle (sistemle) ters düşene kadar, kendilerini devletin sahibi yerine koyup yapılanları kabulleniyorlar. Yapılan karanlık işlerden nemalandıklarından, yapılanların rejimin kendi yasalarıyla dahi ya da etik değerlerle ters düşmesine aldırmazlar. Çok sık olmamakla beraber (herhangi bir nedenle) rejimle ters düşenler olabiliyor. Sistemdeki yerleri artık korumasızdır. Sistem dışıdırlar. Hatta tasfiye edilme durum ve korkusu onları suçları ifşa etmeye iter. Hakkını yemeyelim Sedat Peker’in bu ana kadar yaptığı suçlarla ilgili ifşaatlar toplum yararınadır, çünkü sistemden büyük menfaat kazananların bugün olmasa dahi ilerde yargılanacaklarına işarettir. Bu açıklamalar bir avuç insana yarayan sistemi sarsmıştır.
Aslında İttihat ve Terakkiciler Türkçü, ırkçı ve İslamcı oldukları halde, nefret duygularıyla suç işlediler ama böylesine dünya malına kendileri ve aileleri için fazlaca çökmediler. Ermeni, Süryani, Rum, Kürt, Arap düşmanlığı sadece elden giden topraklarda kendilerinin yok olma korkusunun egemen olması nedenlerden önemlisiydi. İdeolojilerinin gereğini yaptılar. Öyle inanıyorlardı. Büyük insanlık suçları işlediler. Çok kan döküldü, mal-mülk talan edildi. İttihatçılar ırkçı ideolojileri için yapıyorlardı, bugünküler ise vatan, millet, Sakarya, din, Allah, bayrak gibi değerlerin arkasına saklanıp dünya malı için yapıyorlar. Bu işlerden kısa sürede milyon, milyar dolar servetlere ve dokunulmazlıklara sahip oluyorlar. Bu yeni derin devletçilerin durumu siyaset, mafya, ticaret ilişkisi zora ve güce dayanan mal ve mülke çökme şeklidir. Cinayet, yolsuzluk, hırsızlık vb tüm suçları siyasi destek olmadan yapamazlar. Böylesi sistemlerde bu durum ancak siyaset, güvenlik birimleri, yargı işbirliği ile gerçekleşebilir.
Burada Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan için bir iki söz söylemek gerektiğini düşünüyorum. AKP içinde önemli mevkilerdeyken, bütün uygulamaların, yapılanların her zaman ateşli savunucuları oldular. En iyi olasılıkla sustular, yanlışları görmezden geldiler. Erdoğan’la ters düştüler, sistem dışına itildiler. Zamanında tavır koyamadılar ama devre dışı kaldıklarında yapılanları gördüler. Onların da siyasi mevkilerde oldukları zamanda vuku bulan Ergenekon, 17 Aralık, 15 Temmuz, Gezi nedir? Nedir bunlar, neler oldu, neden bu konularda konuşmuyorlar? Büyük olasılıkla bunları ve başkaca olanların tümünü biliyorlardır. Açıklanması gereken ve bağımsız, tarafsız, enternasyonal modern hukuk kurallarına göre adil yargılanmalarının yapılıp doğruların ortaya çıkarılması gereken durumlardır bunlar.
Sedat Peker’in konuşmasının istenmemesi, engellenmesi sanki devletin kamuoyunca bilinmesini istemediği her şeyi biliyor olmasındadır. Onu hukuk dışında kullananların sırlarını bilmiş olmalı. Çok önemli hukuk dışılığı (yasa dışılığı) bilmiş olması onu kullananları korkutuyor. Sistemin büyük açıklarını bilmiş olmalıdır! Büyük suçları bilmiş olmalıdır. Başka türlü konuşması, itirafları engellenmek istenmez. Normal devletlerde yasadışı örgüt elemanlarının konuşması, itiraf etmesi kamu adına istenen bir durumdur. Böylece birçok suç ve filleri ortaya çıkmış olur. Peker’in bugüne kadar söyleyebildikleri, iddiaları uluslararası örgütlü suçları, savaş suçlarını, cinayetleri, suikastları araştırmayı gerektiriyor.
İnsanlar dört gözle Sedat Peker’in video çekmesini bekliyor. Suçların içinde olan birinin itiraflarıyla, anlattıklarıyla, belgeleriyle aslında çoğu insan tarafından bilinen kirli ilişkileri ortaya çıkarabilecektir.
Bugün gelinen son manzara pek iç açıcı değil: Türkiye medya özgürlüğünde, temel özgürlükler alanında, işkence ve kötü muamele durumunda dünyanın en kötü sıralamaları içindedir. Polis şiddetinin adeta olağan görüldüğü bir durum var. Bir medya mensubunun (foto muhabiri Bülent Kılıç’ın) nefesi tıpkı ABD’deki George Floyd cinayetinde olduğu gibi kesilmek istendi. Büyük tepki olunca soruşturma açılabildi. Çok önemli narkotik suç iddiaları var. Otoriterleşme ve yolsuzluklardaki artış yozlaşma ve çürümeye yol açar. Daha çok siyasi çürüme olması isteniyor. HDP gibi bu topraklar için bir şans olan siyasi partinin kapatılması isteniyor. HDP yasaklanacak ama aşırı sağcı, Türkçü bir MHP sistemin iktidarında olacak. Oysa HDP Türkiyeleşmeyi odağına almış bir parti. Sistem HDP’yi sırf Kürtlerden oy alıyor diye bir Kürt partisi olarak görüyor. Bundan dolayı da kapatmak istiyor. Bu bir Kürt düşmanlığı değil midir? Bu topraklarda milyonlarca yaşayan Kürtlerle nasıl bir birliktelik planlıyorsunuz? Seçme ve seçilme hakkı elinden alınmış Kürtlerle nasıl bir birliktelik düşünülüyor?
Türkiye hızlı bir şekilde kapalı topluma dönüşme yolunda. Bunda şüphesiz medyanın ve yargının felce uğratılmış olmasının rolü yadsınamaz. Bu topraklarda dünyanın en büyük depremi olsa, gökten taş yağsa, sudan bir saatte bir milyon kişi ölse bunu haber yapamaz bir medya var. İktidardan izin almadan en önemli olayları haber yapamıyorlar. Demokrasilerde bu kabul edilemez durumdur. Ayrıca sesi çıkabilen bir sivil toplum demokratik hukuk devletleri için vazgeçilmezdir. Böylesi bir sivil toplum da istenmiyor. Bu özellikleri olmayan toplumlar, demokratik hukuk devletlerini yaratamazlar. Yine de her şeyin tıkır işlediğini, hiçbir sorunun olmadığını iddia eden sistem gülümsemeye devam edebiliyor. Nikolay Gogol “Neva Bulvarı” kitabında güzel bir kadın karşısında duran bir erkeğin gördüğü gülümseme ile ilgili şöyle diyor: “Ancak, bu gülümsemede acınası bir küstahlık vardı ve tuhaftı, bir rüşvetçinin suratına dindar bir ifade ya da bir şairin eline muhasebe defteri ne kadar yakışıyorsa bu gülümseme de ona öyle yakışıyordu.” Aklıma nedense Gogol’ün bu yazdığı geldi.