Ozan TÜRKÖZ yazdı: Mark Zuckerberg, Instagram’ın tanıtımında kullanmak için Another Brick in the Wall – 2 şarkısını satın almaya karar verdi. Roger Waters’un yanıtı “fuck off” oldu. Zuckerberg’in sinsice her şeye sahip olmaya çalıştığını belirtip bu saçmalığa ortak olmayacağını söyledi.
Fuck off dedi Roger Waters. Mark Zuckerberg’e fuck off dedi. Neden mi?
Hikayemiz 1966 yılında başlıyor. İkinci paylaşım savaşının ardından bütün dünyada yeniden inşanın devam ettiği zamanlarda. Dünyanın her yerinden yüz milyona yakın insan öldükten, ülkeler, şehirler enkaza döndükten sonra geride kalanların yeni bir hayat kurmaya çalıştığı yıllarda, annesiz, babasız büyüyen, savaşın nasıl bir vahşet olduğuyla çocukluklarında tanışanların artık toplumların temel dinamiğini oluşturmaya başladığı bir dönemde. Bu kuşak bir yandan kendine ait bir kültür yaratırken bir yandan da dünyada devam eden savaşlara ve savaş tehditlerine karşı en güçlü karşı duruşu gösteriyordu. Kendi ilişki biçimini, kendi edebiyatını, şiirini, müziğini, kendi aşkını, barışı, kardeşliği, eşitliği, neşeyi, huzuru yaratmak istiyordu.
Geride kalanlardan biri Roger, üç arkadaşıyla birlikte bir müzik grubu kurdu. Pink Floyd. 1966 yılında yayınlanan ilk parçaları Arnold Layne, annelerinin iç çamaşırlarını çamaşır iplerinden çalan travesti komşularını anlatıyordu. Londra Radyosu tarafından yasaklandı.
Pink Floyd, başta Roger Waters, Syd Barret, Nick Mason ve Rick Writght tarafından kurulmuştu, grubun gitaristi ve isim babası olan Syd, aynı zamanda şarkıların sözlerini yazıyor, bestelerini yapıyordu. Grup Londra’nın yer altı müzik piyasasında tanınıyor, psikedelik müzik tarzları, ışık oyunlarıyla süslenmiş görüntüler ve sahne performanslarıyla da giderek seviliyordu.
İlk iki albümün ardından Aralık 1967’de David Gilmour gruba katıldı, birkaç ay sonra da Syd gruptan ayrıldı. Şimdi bu dörtlü, ileride müzik otoritelerinin dahi tanımlamakta zorluk çekeceği bir müzik türünü yaratmak üzere yola çıkıyordu. More filminin müziklerini yaparak işe koyuldular ardından Ummagumma albümü geldi, bunu Atom Heart Mother izledi. Atomik bir kalp makinesine bağlanmış hamile bir kadının fotoğrafı bu albüme isim vermişti, kapağında ise bir inek fotoğrafı vardı. Nick Mason bu fotoğrafı soranlara “Dünyanın kalbini düşünmek istiyorsan, inekle anne arasındaki bağlantıyı görebilirsin” demişti. 1971 yılında Meddle albümü dinleyicilerle buluştu, bu albümün bir tarafının tamamını oluşturan Echoes isimli uzun kompozisyon, Pink Floyd müziğinin hangi yöne gideceğinin işaretlerini veriyordu, grup efsanevi albümleri Dark Side of the Moon üzerinde çalışırken, La Vallee filminin müziklerini de yapmış ve bunları da Obscured By Clouds albümünde yayınlamıştı.
1973 yılında bütün sözlerini Roger Waters’in yazdığı Dark Side of the Moon yayınlandı ve dünya listelerine 1 numaradan girerek on dört yıldan uzun süre listede kaldı, istatistiklere göre her an dünyanın herhangi bir yerinde dinleniyor olan bu albüm Pink Floyd’un ilk tematik albümü olma özelliğini de taşıyordu. Albüm bir bütün olarak modern yaşamın insanlar üzerinde kurduğu baskılar, yarattığı korkular ve delilik hali üzerine odaklanıyor ve her biri kendi başına ayakta durduğu gibi hep birlikte de bir bütünü oluşturan parçalardan oluşuyordu. Kesintisiz olarak dinlediğinde şarkılar arasındaki geçişler birbirine bağlı ve albümün sonu ve başı da birbirine bağlı olduğundan tek ve bütün bir eser de denilebilirdi.
1975’te Wish You Where Here çıktı. Müzik endüstrisine yönelik bir eleştiri ve Syd Barret’a saygı duruşu olarak yayınlanan bu albümde müzikal bir şahaser olan Shine on You Crazy Daimond ve Wish You Where Here gibi Pink Floyd tarihine geçecek şarkılar yer alıyordu.
1977 Ocak ayında grup Animals albümünü yayınladı. Albüm George Orwell’in Hayvan Çiftliği eserine bir göndermeydi. Orwell eserinde Stalinizm’i fakat Pink Floyd kapitalizmi eleştiriyordu, albümde “domuzlar” yönetenleri, “köpekler” polisleri, “koyunlar” halkı temsil ediyordu.
Hikayemiz istediğimiz yere geliyor.1979 yılında sözlerinin neredeyse tamamı Roger Waters’a ait olan The Wall yayınlandı. Albüme adını veren ve iskeletini oluşturan kavram “duvar”dı. Bu o kadar kullanışlı bir şeydi ki, maddi olarak sert ve geçilmez bir engeli tarif eden duvar, kavramsal olarak sizi dışarıda tutan, içeriye hapseden, yalıtan, kaçıran, koruyan, bir insanın bütün dünyaya itirazını anlatan birçok şeye dönüşüyordu. Albüm Pink isimli bir karakterin çocukluğundan başlayarak baba hasreti, anne baskısı, eğitim sistemi, savaş gibi temaları “duvar” üzerinden bir araya getiriyordu. Bu albüm senfonik bir rock kültü olmasının yanında, büyük babasını birinci paylaşım savaşında, babasını da ikinci paylaşım savaşında kaybeden sanatçının, babasına seslenişini de içeriyordu, Another Brick in the Wall – 1 şarkısında şöyle diyordu Waters:
Baba okyanusun ötesine uçtu
Yalnızca bir anı bırakıp geride
Bir fotoğraf aile albümünde
Baba başka ne bıraktın benim için?
Baba ne bıraktın ardında benim için?
Hepsi hepsi, yalnızca duvardaki bir tuğlaydı
Hepsi hepsi, yalnızca duvardaki bir tuğlaydı.1
Another Birck in the Wall – 2 de ise hedefinde eğitim sistemi vardı. Şarkı büyük başarılar elde etti. Uzun süre dillerden düşmedi, Afrika’daki öğrenci isyanlarının marşı haline geldi.
Eğitime ihtiyacımız yok
Düşünce denetimine de ihtiyacımız yok
Sınıflarda aşağılanmaya da
Öğretmenler rahat bırakın çocukları
Hey öğretmen! rahat bırak biz çocukları
Hepsi hepsi, yalnızca duvardaki bir başka tuğla
Hepsi hepsi, yalnızca duvardaki bir başka tuğlasın sen.2
Bu albümün konserlerinde, konserin ilk yarısı boyunca sahneye dev bir duvar örülüyor ve tamamlandığında bir perde olarak kullanılıyordu. Bu dev duvar-perde de sözlere uygun görüntüler ve ışık oyunlarıyla bugüne kadar görülmüş en güzel sahne şovlarından biri gerçekleşiyordu. Hey You ve Comfortably Numb gibi unutulmaz şarkılar duvarın ardında çalınıyordu. Waters her şey önlerinde olup biterken, olana dahil olmak yerine çılgınlar gibi bağırıp çağıran seyircilere karşı yabancılaşmasını sahneye ördüğü duvarla somut hale getiriyordu ve her konserin sonunda bu duvar yıkılıyordu.
1982 yılında Alan Parker yönetmenliğinde The Wall filmi yayınlanır. Fakat Roger Waters, yapım aşamasında da birçok sorun yaşadığı bu filmi beğenmez. Arka arkaya eklenmiş video klipler olarak yorumlar. Buna rağmen film olumlu tepkiler alır.
The Wall albümü yayınlandığı günden beri güncelliğini hep korudu, 2010 yılına gelene kadar Roger Waters inanç, modern kapitalist yaşam, tanrı ve din üzerine solo çalışmalarını yayınladı, 2005 yılında on yedi yıl önce başladığı, Fransız Devrimini konu alan “Ca Ira” operasını sahneledi, 2010 yılında The Wall dünya turnesine başladı, Türkiye ayağında 4 Ağustos 2013’te İTÜ Stadyumunda sahneye Gezi Direnişinde öldürülen dostlarımızın fotoğraflarını yansıtmıştı ve bu konserde “çocukları eve geri gönderin” diye haykırıyordu. Çocukları eve geri gönderin. Sahnedeki duvardan yazılar gelip geçiyordu:
İmal edilen her silah,
Suya indirilen her savaş gemisi,
Ateşlenen her roket,
Sonuç olarak, aç olup da doyurulmayandan,
Üşüyüp de giydirilmeyenden,
Yapılan hırsızlığı ifade eder.
2014 yılında bu kez kendi yaptığı The Wall filmini gösterime sokar, dünya turnesi sırasında çekilen konser kayıtları, büyük babası ve babasının mezarlarını ziyaret ettiği bir yolculukta, arkadaşları, babası ve kendisiyle yaptığı konuşmaları da içerir.
2017 yılında Is This the Life We Really Want? albümünü yayınladı. Başta bir radyo tiyatrosu olarak tasarlanıp daha sonra bir albüme dönüştürülmesine karar verilen bu albümde de bize dayatılan hayatın belirsizliği ve anlamsızlığı üzerine, savaşlar ve kıyılara vuran bebek cesetleri üzerine şarkılar vardı. Albüme ismini veren şarkı Donald Trump’ın bir konuşmasıyla açılıyor ve “mankafa şişmanladı” sözleriyle başlıyor.
İsrail’in Filistin’i işgaline karşı, İsrail’e uluslararası bir kültür ambargosu uygulanmasını savunan bir hareketin de kurucularından olan Waters, bu alanda yoğun çaba harcayarak birçok müzik grubu ve sanatçının İsrail’de konser vermesini engellemeyi de başardı.
Ve nihayet 2021 yılına geldiğimizde Facebook ve Instagram’ın kurucusu ve sahibi Mark Zuckerberg, Instagram’ın tanıtımı için hazırlanacak bir reklam filminde kullanmak için Another Brick in the Wall – 2 şarkısını satın almaya karar verdi.
Roger Waters geçtiğimiz gün Julian Assenge’in serbest bırakılması için konuşmacı olarak katıldığı bir forumda açıkladı bunu. Kendisine gönderilen mektubun çıktısını gösterdi, “bana dev gibi bir para önermiş” dedi ve işte cevabım diye ekledi “fuck off”. Açıklamasında Zuckerberg’in sinsice her şeye sahip olmaya çalıştığını belirtip bu saçmalığa ortak olmayacağını söyledi. Dünyanın en güçlü aptallarından birisin dedi ona.
“Sinsice her şeyin sahibi olmaya çalışmak” buradaki anahtar kelime olmalı, Zuckerberg’i harekete geçiren motivasyon da “burjuva cüreti”. İstiyorsam benim olmalı cüreti, parası neyse veririz cüreti ve esas önemlisi böyle bir teklifi yapmayı kendinde hak görme cüreti, belki de sadece cahil cüreti.
Sanatçıların kimisinin eserlerini, seslerini, yüzlerini reklamlar için satmasında her zaman küçültücü bir hal vardır. Hayranlıkla dinlediğiniz bir müzik, bir ses ertesi gün size çamaşır deterjanı ya da bebek bezi satmaya kalktığında küçülür, ufacık olur, olmalıdır. Sanat gerçekle aramıza çekilen bir perdeyse, dünyanın katlanılmaz acılarını dindirmeye yardımcı olacaksa, Nietzsche’nin dediği gibi gerçeğin bizi çürütmemesi için sanatı icra ediyorsak eğer, sanat, sermayeyle kavgalı olmak zorundadır ve sanat tarihi bu kavganın örneklerinden bolca içerir.
Sinsice her şeye sahip olmak isteyen sermayeye Roger Waters’ın verdiği cevap, sermaye yıkılana kadar devam edecek olan bu kavganın şimdilik son sahnesidir.
Kaynaklar:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Pink_Floyd
Şarkı çevirileri: https://pinkfloydturk.wordpress.com/2007/10/20/the-wall-turkce-ceviri/ adresinden alınmıştır.