Korkut AKIN yazdı: Birçok ülkede milliyetçilik ırkçılığa dönüştü. Ahmet Ümit, dünyanın bu gündem maddesini Almanya’daki Türkler üzerinden, ilginç bir mitolojik olayla anlatmış “Kayıp Tanrılar Ülkesi”nde.
İnsanlar, olağanüstü, inanılmaz, karmaşık ve gerçekten mucize sayılan hayatla başa çıkamayınca, kendisine kaderini yazacak bir kudretli varlık, “kutsal bir senarist” arıyor. Buldular mı, bilinmez ama kendi yarattıkları tanrılara inanmakla kendi ufuklarını açmışlar.
Antik Yunanlılara göre, başlangıçta, ne tanrılar vardı ne de insanlar, ne gece ne de gündüz, ne gezegenler ne de yıldızlar. Sadece hiçlik vardı ve sonsuza kadar serilmişti. Sonra birdenbire hiçliğin ortasından, yeryüzü meydana çıktı. Bir saniye sonra da gökyüzü oluştu. Gökyüzü yeryüzünü çok seviyordu. Yeryüzü (Gaia) gökyüzünü (Uranos) ilk öptüğünde kızardı ve ilk günbatımı böyle oldu.
Ahmet Ümit, ustası olduğu polisiye romanının kahramanına (bu kez Başkomiser Nevzat değil), “Anlatılan mitoloji, efsane (söylence), zamanı geçmiş bir inanç sistemi ama aynı zamanda insanlığın zihinsel tarihi. Bugün bizim saçma bulduğumuz bu efsanelere insanlar binlerce yıl inandılar. O tanrıları yarattılar, sonra onlar için kanunlar oluşturdular, öldüler, öldürdüler” dedirtiyor. Üç bin yıllık bir söylenceyi, mitolojiyi günümüze uyarlayarak taşıyor. Tabii ki sıkı bir çalışma gerektiren, titiz bir araştırma sürecinin sonunda okurun da içine sinen bir roman çıkmış ortaya. Hemen baştan, kutluyoruz yazarımızı.
Erkeklerin iktidar kavgası…
Her ne kadar tarihin en eski zamanlarından günümüze gelse de erkek egemen bir dünya bu mitoloji dünyası -belki zamanla unut(tur)ulmuş kadın tanrılar. Günümüzde de acımasızca süren iktidar kavgası mitolojik öykülerin de ana izleği. Birileri biraz güçlenince kendilerini grandiyöz paranoya etkisiyle kendilerini o tanrıların yerine koyabiliyorlar.
Şimdi, hemen burada bir ara vereyim… Çok yakın bir zaman önce çıkan Orhan Pamuk’un “Veba Geceleri” romanı için, “pandemiyi ele almış, fırsat bu fırsattır diye de şıpınişi kotarmış” diye eleştirmişlerdi. Ahmet Ümit’in bu kitabı için de “Sedat Peker’in itirafları nedeniyle ilginin o yana kaydığını düşünüp mafya-devlet-siyaset üçgeninde bir roman yazmış demezler herhalde. Ay ışığı ile eşeğin kuyruğu arasında bağ kurmak isteyenler varsın söylesinler, ama gerçekten günün gündemiyle de bağlantısı kurulabilir.
Almanya acı vatan…
İkinci Dünya Savaşı sonrası işçi olarak Almanya’ya giden ve bir daha dönmeyip “oralı” olan insanlarımızın karşılaştığı sorunlar giderek daha da ağırlaşıyor. Son yıllarda özellikle savaşlar nedeniyle mültecilik öyle yoğunlaştı ve artık önü alınamaz hale geldi ki, birçok ülkede ayrımcılık, insan haklarını da engellemeye başladı, milliyetçilik ırkçılığa dönüştü. Ahmet Ümit, dünyanın bu gündem maddesini Almanya’daki Türkler üzerinden, ilginç bir mitolojik olayla anlatmış “Kayıp Tanrılar Ülkesi”nde.
1800’lerin sonunda, tarihi alanlarda yapılan arkeolojik kazılardan çıkarılan Pergamon Tapınağı’nın Berlin’e götürülmesi eşliğinde gerek kazıda çalışan bir ailenin üyeleri gerek arkeolojiyle ilgilenen insanların umutları gerekse sıra dışı sanatçıların yaşanmışlıkları kendilerince yorumlamalarını ele almış.
Su içer gibi okunuyor
Ahmet Ümit, iyi anlatımı ve güçlü kurgusuyla -aslında iki romanı buluşturmuş- bir senaryo yazmış. Çekecek olan yönetmen, senaryolaştırma ihtiyacı duymayacaktır. Gizemli cinayetlerle gündemin iç içe geçtiği polisiye roman gerçekten okurun kafasında ete kemiğe bürünüyor, bence.
Mitolojik öykünün yanı sıra Neonazi saldırılarla insanların yaşadığı tedirginlik sarmalında hemen her soru yeni bir soruyu doğuruyor, yanıtı bulunan her bir soru yepyeni açmazlara dönüşüyor… Bir yanda Almanya’da yaşanan ırkçılıkla mücadele eden ‘yabancılar’ bir yanda da devletin resmi güçlerinin bu kavgada hep milliyetçilerin yanında olması gibi çelişkiler yaşanıyor.
Berlin gibi sadece Almanya’nın değil, Avrupa’nın da en önemli, en büyük kentinde oluşan sorunun çözümü öyle kolay değildir muhakkak ki. Yerli yabancı, inanmış ateist, varsıl yoksul çok katmanlı bir yaşam söz konusu Berlin’de. Özellikle “birleşme”den sonra devletin içine işlemiş ırkçılık ile din sömürüsü güzellikleri yaşamak isteyen insanların hayatını da karartıyor. Oysa çok renkli, çok keyifli bir yaşam sürdürülebilir, bu güzel başkentte. O renkliliği yitirmemek gerekir. Yazarın da vurguladığı gibi “neye inandığın değil ne kadar vicdanlı olduğun önemli”. Geçmişte idealleri uğruna her şeyi göze alanların, demokrasinin nimetlerinden yararlanarak iktidara gelenlerin tek amacı yabancıları kovmak olmayacaktır, tabii ki iktidarı ele geçirmek, bir daha bırakmamak ve buna da bağlı olarak muhalifleri ortadan kaldırmak için her türlü zorbalığı yaptıklarını görüyoruz. Bu yazıyı yazarken İzmir’de, katliam yapmak için HDP’ye giren katilin -büyük bir rastlantı sonucu toplantının iptal edilmesiyle- sadece bir genç kızı öldürmesi, polisin ‘kardeşim’ diye seslendiği katile inanılmaz bir şekilde kelepçe bile takmaması, benzer bir sürecin ülkemizde de yaşandığının göstergesi değil mi?
Edebiyat yaşamdır
Tabii ki, edebiyat yeterli değildir toplumsal düşüncenin öğrenilmesine; ancak ipuçlarını bulmanıza yardımcı olur ve daha da önemlisi yol gösterir, rehberlik eder. Ahmet Ümit de bunu yapıyor. Hepimizin en temel korkularındandır, başımıza korkunç bir olay geleceği endişesi. Onun için mitolojinin yasalarına göre tanrılar yanlarına ölümlü bir savaşçı alırlar. Bu zihinsel insanlık tarihidir ve binlerce yıldan bu yana en kıymetli olgunun “hakikat” olduğunu kabul edinceye dek sürecektir.
Kayıp Tanrılar Ülkesi
Ahmet Ümit
YKY
Haziran 2021, 502 s