Gamze ŞİMŞEK yazdı: 12 Haziran Cumartesi günü, Kadıköy Yoğurtçu Park’ında İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyor ve özgürce yaşamak istiyoruz demek için, küçük bir çocukken hayalini kurdukları bisikletleri bu kez Annie Cohen, Alice Hawkins, Elizabeth Stanton, ve kadın özgürlük mücadelesine pedallamış tüm kadınlardan aldıkları güçle yaşam haklarını savunmak için pedallayacak kadınlar.
Sufrajetlerin önemli ismi Susan Anthony: “Bisikleti yönetmeyi başaran bir kadın, hayatı da yönetmeyi başaracaktır” sözü ile kadınların bisiklet mücadelelerine verdiği destek ile güç katmış ve “Dünyadaki kadınların eşit haklara ulaşması yolunda bisikletin yaptığını, ne başka bir şey, ne de başka bir kimse yaptı” sözü ile bisikletin kadın özgürlük mücadelesindeki yerini ölümsüzleştirmiştir.
Hangi çocuğun hayali değildir ki, üç tekerlekli bir bisiklete binmek. Ya da hangi gencin hayali değildir; iki tekerin üzerinde kornayı çala çala kalabalıkların arasından süzülerek geçivermek. Bazıları için bisikleti sürmek kolaydır da, ah o yere kapaklanarak inme kısmı olmasa. Bazılarının ise hiç sansı olmamıştır ona ulaşmaya. Komşunun çocuklarının bisikletine binebilmiştir ancak ya da binememiştir. Çocukları olup onlara bisiklet aldığında kendi çocukluğuna uzanan kaç anne, kaç baba vardır kim bilir?
Hiç unutmam, yetişkin bir kadın olduğumda artık emekli olmuş olan babam, bisiklet hayalinden bahsetmişti bana. Unkapanı bisiklet çarşısına gittiğimizde de, bisikletleri tek tek inceleyip, satıcıya sorular soran o koca adam heyecanlı bir çocuğa dönüşmüş, adeta ebeveyn ile çocuk rolleri değişmişti. Bisikleti alıp arabaya yüklediğimizde içindeki o ele avuca sığmaz çocuğun yüzü sesine yansıyor ve “artık benim de bir bisikletim var” diye sevincini paylaşıyordu.
Her çocuğun hayalini süsleyen, her yetişkinin kalbinde ayrı yeri olan bisiklet, pupa yelken özgürlüğe götürürken kanatlandırır da bizleri. Bisiklete dair hayaller kurma konusunda en dezavantajlı grup kadınlar desem acaba bana şu sualle gelir misiniz? Kadınlar, ah o kadınlar hangi konuda dezavantajlı grupta değiller ki… Ne acıdır ki, kadınların kanatları hep kırılmak istenir. İstenir ki, onlar asla havalanmasınlar ve hep oldukları yerden izlesinler hayatı.
64 yıl hüküm sürerek dönemine adını veren Kraliçe Viktorya, katı ahlakçı kurallarıyla tanınır. Ve Ahlak kuralları denince nedense bu kavram hep içerisine kadınları alır. Nerede ahlaka dair bir kelam duyarsanız oradan kaçının kadınlar çünkü ucu muhakkak size dokunacaktır.
Viktoryen ahlaka göre kadın “evdeki melek” kavramı ile eşleştirilir. Kadının asla ve kata haz ile ilişkilenmemesi gerekir. Cinsel masumiyet kutsanırken, kadınların cinsel şehvet sahibi olmamaları istenmiştir. Kadınların üreme organlarına zarar vereceği endişesiyle zihinsel aktivitelere katılmaları hoş karşılanmamıştır. Zaten sınırlı olan enerjisini sportif faaliyetlere ayırmasının da yine üreme fonksiyonlarına zarar vereceği düşüncesiyle spor yapmaları da yasaklanmıştır. Ancak üst sınıfa mensup kadınların daha hareketsiz olan golf veya tenis gibi sporları yapmalarına izin verilmiştir.
1896 tarihli Munsey Dergisine göre “bisiklet erkekler için sadece yeni bir oyuncaktı. İşlerinde ve oyunlarında bildikleri uzun cihazlar listesine başka bir makine eklenmişti”. Kadınlar içinse kendilerine biçilen kadınlık tanımlarını değiştirecek, onları birkaç adım ileri götürecek bir araçtı. Katı ahlakçılığı ile bilinen Viktorya Döneminin sonlarına doğru kadınlar bisiklet kullanmak istiyor ama toplumsal olarak buna izin verilmiyordu. Peki neden?
Viktorya döneminde kadının yeri evde tanımlanmış. Çocuk doğuracak, misafir ağırlayacak, zihinsel faaliyetlere bulaşmayacak. Ev dışına çıkmak istediğindeyse ya yanında bir refakatçisi olacak ya da uzak bir yere gidiyorsa 19. yy sonunda hala yaygın olarak kullanılmakta olan atlı ulaşımı tercih edecek. Atlı ulaşım ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar için oldukça pahalı. Kadın kendisi ata binmek istese o günün toplumsal kabulüne göre, gerek bekaretine zarar gelmemesi, gerekse erkeklerin tekelinde görülen bir işi yapmaması, yani alçakgönüllü tanımına uyması için ata yan binmesi gerekiyor. Zaten dönemin kadın kıyafetlerine baktığımızda yerlere kadar uzanan etekler, beli ince göstermek adına iç organlara zarar veren korselerle ata binmek hiç de kolay değil.
Tüm bunları üst üste koyduğumuzda bir kadının bisiklete binmesi demek; kimseye muhtaç olmadan özgürce tek başına evin dışında olabilmesi, diğer kadınlarla daha çok bir araya gelebilmesi ve en önemlisi de bacaklarını iki yana açarak tıpkı erkekler gibi davranabilmesi demek. Yani toplumsal olarak cinslerin eşitlenmesi, yani kadının sosyal alanda daha fazla görünürlüğü demek, tabuların kırılması demek ve belki de en önemlisi kadının özgür olarak bin yılların ayağına vurduğu prangalardan kurtulması demek.
Özgürlük demişken; 1890’lı yıllar kendilerine Süfrajet (Suffragette) adı verilen kadınların İngiltere ve Amerika’da oy hakları için mücadele ettikleri yıllar. Doğal olarak bisiklet süfrajetler tarafından çok ciddi şekilde sahipleniliyor. Süfrajetler, oy hakkı mücadelelerini duyurmak için bisikletlerinin üzerinde broşürlerini kolaylıkla kentin birçok yerine dağıtırken gerçekten de özgürlüğe pedallıyorlardı. Bu durumu, oy hakkı için mücadele eden Süfrajet hareketinin önemli isimlerden Elizabeth Stanton şöyle ifade ediyordu. “Biz kadınlar, oy kullanma hakkına doğru pedal çeviriyoruz.” Sufrajetlerin içlerinde biri vardı ki, kadınların oy hakkı mücadelesi için tam 5 kez hapse girmiş olan Alice Hawkins. Bisiklet kullanması yetmiyormuş gibi bir de dönemin uzun elbiseleri ve korselerinden sıyrılarak pantolon ile bisiklet sürüyordu. Yani kadınlar birer birer tabuları yıkıyorlardı.
Yine onunla aynı dönemde yaşamış bir başka cesur kadın bisikletiyle çıktığı dünya turunu 15 ayda tamamlamış olan Annie Cohen Kopchovsky’du.
Annie uzun elbiselerle başladığı bisiklet turunu bilekte bağlı kısa pantolonla tamamlamıştı. Oysa yolculuğunun başlangıcında bir gazeteci ona neden bol pantolon giymediğini sorduğunda, Annie şöyle yanıtlamıştı: “Dünyanın çevresini dolaşmaya girişecek kadar cüretkâr olmama rağmen, pantolon giymeye yetecek cüretim yok.” Bu pantolon meselesi toplumda neredeyse infial yaratmıştı. Kısaca bisikletin özgürleştirici gücü Annie’nin düşüncelerini de hızlıca değiştirmişti.
Mevcut eril sistem, her zaman olduğu gibi kadınların özgürlük mücadelesine ağız birliği ederek toplumsal algı oluşturmaya çalışmıştı. Bu konuda; 1891 yılında Sunday Herald gazetesinde yayınlanmış olan aşağıdaki satırları da anmadan geçmeyelim. “Sanırım hayatımda gördüğüm en korkunç şey, bisiklet üzerindeki kadın ki Washington onlarla dolu. Daha önceleri sigara içen kadınların bu dünyadaki en kötü şey olabileceğini düşünüyorken, şimdi fikrimi değiştirdim.”
Viktoryen ahlakın bekçileri “Kadınların bacaklarını açarak bisiklet kullanmalarının onların titreşimlere ve darbelere duyarlı olmalarına ve bunun da cinsel uyanışı tetikleyeceğini” iddia etmişlerdir. Bunun yanı sıra dönemde “bisiklet yüzü” diye bir tabir kullanılmış olup, bisiklet süren kadınların gereken dikkati sağlamak için gergin konsantrasyon ifadesine bürünecekleri ve bunun da kadınların güzelliklerini mahvedeceği, çok fazla pedal çevirmekten bodur kalacakları söylenmiş. Emma Eades gibi Londra’da bisiklete ilk binen kadınlar, geçtikleri mahallelerde taşlanmışlardır.
1897 yılında Cambridge Üniversitesine kadın öğrencilerin alınması için yapılan bir oylamayı protesto eden erkek öğrenciler, “yeni kadın” olarak tabir edilen kadınların temsili bir kuklasını bir binaya asarak sokakta parçalamışlardı. Yeni kadını tanımladıkları aksesuar ise bisikletti.
Erkekler temsili bisikletli kadın kuklalarını parçalayadursunlar, İsveçli Tillie Anderson, 1897’den 1902’ye kadar katıldığı 130 yarıştan 123’ünü kazanmış, henüz 18 yaşındayken otoriteler tarafından dünyanın en iyi kadın bisikletçisi olarak kabul edilmiştir.
Sufrajetlerin önemli ismi Susan Anthony: “Bisikleti yönetmeyi başaran bir kadın, hayatı da yönetmeyi başaracaktır” sözü ile kadınların bisiklet mücadelelerine verdiği destek ile güç katmış ve “Dünyadaki kadınların eşit haklara ulaşması yolunda bisikletin yaptığını, ne başka bir şey, ne de başka bir kimse yaptı” sözü ile bisikletin kadın özgürlük mücadelesindeki yerini ölümsüzleştirmiştir.
Hiçbir engel tanımayan kadın hak mücadelesi ne acıdır ki, 21. yy’de kazanılmış haklarını elde tutma mücadelesi veriyor. Tek adamın sözü ile bir gecede feshedilebileceği sanılan İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaya devam ediyor kadınlar. Tecavüzcülerin, katlettikleri kadınların ailelerini suçlayıp, kendilerine tecavüzcü diyen kadınlar hakkında dava açtığı, her gün en az 3 kadının öldürüldüğü bu ülkede “İstanbul Sözleşmesini feshetmek, cins kırımıdır” demek için pedallıyor bu sefer kadınlar.
12 Haziran Cumartesi günü, Kadıköy Yoğurtçu Park’ında İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyor ve özgürce yaşamak istiyoruz demek için, küçük bir çocukken hayalini kurdukları bisikletleri bu kez Annie Cohen, Alice Hawkins, Elizabeth Stanton, ve kadın özgürlük mücadelesine pedallamış tüm kadınlardan aldıkları güçle yaşam haklarını savunmak için pedallıyacak kadınlar.