SEÇTİKLERİMİZ – Sevilay ÇELENK Gazete Duvar için yazdı: Birine “Bayan” diğerine, “Gelin ya da Bay” diyerek cinsiyetçi, ayrımcı nefret dilini bir ülkede devlet dili olarak normalleştirirseniz, bu dile isyan etmek için ana akım medyamızın olması gerekmez. Gerekirse dumanla haberleşiriz.
Pervasızca zulmeder, suçu över ve gündüz gözüyle linçi teşvik ederken eliniz serbest diye, dünyayı susturduk sanırsanız, hata edersiniz. Bu herkes için geçerli. Hak yolunu kısa vadede bulmuyor olabilir ama söz yolunu bulur… Muhalefet liderlerinin birine “Bayan” diğerine, “Gelin ya da Bay” diyerek cinsiyetçi, ayrımcı nefret dilini -her yıl yüzlerce kadının öldürüldüğü- bir ülkede devlet dili olarak normalleştirirseniz, bu dile isyan etmek için ana akım medyamızın olması gerekmez. Gerekirse dumanla haberleşiriz.
Şimdi işte öğlen saatlerinde, “Bayan Kemal” ve “Gelin Hanım” ya da “Bay Meral” videoları dolaşıma girdiği andan beridir de bu nefret yüklü cinsiyetçi dil hakkında konuşuyor ve haberleşiyoruz. Kafamızdan duman çıkıyor desek yeridir…
Nasıl çıkmasın? İnsan birine “Bayan” ya da “Bay” diyerek hakaret ettiğini sanmak gibi bir müptezelliği beş yaşında bir çocuk yapsa bile şaşırıp sinirleniyor…
“Bayan Kemal”in bir dil sürçmesi olmadığından kimsenin kuşkusu yok. Anlaşılan o ki ana muhalefet partisi liderine “Bay Kemal” demekten de vazgeçilmiş artık. Bundan böyle “Bayan Kemal” denecek. Kadınsılaştırarak ve “kadınsı” olan her şeyi değersizleştirerek, kadını kolaylıkla gözden çıkarılabilir ve hatta öldürülebilir kılan eril şiddet dilinin içinden çıkıyor bu “bay ve bayan” biçimindeki “ad takmalar.” Bu tür nefret yüklü cinsiyetçi hitapları ergen ruhluluk biçiminde kodlayıp geçebiliriz ama aslında o kadar basit değil. Bunlar dil sürçmesi olmadığı gibi tesadüf filan da değil. İstanbul Sözleşmesi’nin fesih girişimi nasıl bir tesadüf ya da basitçe muhafazakar seçmenin teveccühünü kazanmakla ilgili bir şey değilse, bunlar da tesadüf ya da basit birer dil sürçmesi değil. İdeolojik ve son derece sistematik bir saldırının farklı tezahürleri. Sanırım burada daha evvel de aktarmıştım; Judith Butler, feminenleştirilmiş ya da feminen kabul edilen her şeye yönelen bu şiddetin kimi zaman “feminicidio” kavramıyla açıklandığını söylüyor: “Şiddetin amacı, kadın sınıfını öldürülebilir ve kolaylıkla yok edilebilir kılmak. Şiddet kadınların hayatını erkeklik hakkı olarak, erkeklerin imtiyazına kalmış bir şey olarak tanımlamaya bir teşebbüstür.”
“Bayan Kemal”i elverişli bir hakaret saymanın anlamı bu eril şiddet evreni içinden açıklanmak zorunda. Kaldı ki zaten dil sürçmesi diyerek af dileyen filan da yok. Meral Akşener’e “Bay Kemal” denmesi de bir değer atfedildiği anlamına gelmiyor elbette. Akşener’i cinsiyetçi zihin dünyasının kadına uygun gördüğü rollerin ya da “fıtratın” dışına çıktığı, sözgelimi milliyetçi bir partinin başına geçtiği için aşağılıyor bu sefer. Yine de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasındaki en dehşet verici şey bu ad takmalar değil. Meral Akşener’e “Gelin Hanım beni Netanyahu’nun yanına koyuyor ve onun ardından da memleketim Rize’ye gidiyor. Ve Gelin Hanıma memleketim Rize’de görüldüğü gibi gayet güzel bir ders veriliyor (alkışlar). Nerede nasıl adım atılacağını çok iyi bilmek lazım. Burası Rize, sen Rize’ye kalkıp da Rize’nin uşağına bu şekilde hakaret edip onu Netanyahu gibi bebek katillerinin yanına koymaya kalkarsan yapılacak olan budur. Yine dua et ki gelin hanıma çok ileri gitmeden bir ders verdiler. Bu da Rizelinin edebini adabını gösterir.” Devamındaki iyiden iyiye vahimleşen sözleri buyurun linkten okuyun.
Meral Akşener’in İkizdere ziyaretinde yaşadığı provakatif saldırıyı ayan beyan onaylayan ve “dua et ki çok ileri gitmediler” diyerek “çok ileri gitmenin” ölçüsünü ağır tehdit içeren bir şekilde tahayyülümüze bırakan bir dil… Bu dille ilk kez karşılaşmıyoruz. Meral Akşener’in Netanyahu benzetmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ağır gelmiş olabilir. Fakat ne olursa olsun bu sadece ağır bir eleştiriden başka bir şey değil. Bu eleştiriyi tehditle ve linç hafızasını canlandıran bir dille karşılamak ve cezasını Rizeli hemşerilerin insafına havale etmek çok vahim. Meral Akşener’in kendisinin de zaman zaman cinsiyetçi bir dili kullanması ya da Rize’de maruz kaldığı tehlikeli provokasyon karşısında, “Megri megri’yi ben mi söyledim?” diyerek, yalnızca toplumsal barış ihtimalini değil, güzelim bir türküyü ve bir dili, ırkçı bir refleksle kriminalize etmiş olması da Erdoğan’ın sözlerini önemsizleştirmemeli. Akşener’in hataları bu vahim dili ve tehdidi göz ardı etmeyi gerektirmez. Üstelik İkizdere’deki provokasyonu sahiplenen bu “şiddet dili” sadece Akşener’i sindirmeye çalışmakla kalmıyor. Bu dil aynı zamanda genel olarak her türlü muhalefet çabasının, seçim çalışmalarının ve sandık güvenliğinin ağır bir tehditle karşı karşıya kalabileceğinin de sinyalini veriyor.