18 Mart’ta kurulan, tarihteki ilk proletarya diktatörlüğü olan Paris Komünü, 28 Mayıs 1871’de büyük bir katliamla yenildi. “Göğü fethe çıkan”, “71 gün özgür yaşayan” kahraman Komüncülerin kanları, uluslararası proletaryanın kızıl bayrağı haline geldi.
“Komün’ün destekçisi olmaktan onur duyuyorum… Özgürlük için çarpan her yüreğe bir kurşundan başka bir hakkın tanınmayacağı görülüyor. Bu durumda ben de payıma düşeni talep ediyorum. Yaşamama izin verecek olursanız, intikam için haykırmaktan asla vazgeçmeyeceğim”
- – Louise Michel
2021 yılı, aynı zamanda Paris Komünü’nün 150’nci yılı.
18 Mart’ta kurulan ve tarihte işçi sınıfının ilk iktidarı olan Paris Komünü, 28 Mayıs 1871 tarihinde büyük bir katliamla yok edildi. Paris barikatlarında son ana kadar savaşan komüncüler, eşi görülmemiş bir vahşete tabi tutuldular. 20 bin Komüncü önce ele geçirildi, sonra idam edildiler.
Burjuvazi, komüncüleri katlederek işçi sınıfına korku salmak istedi. “Ayak takımı”nın burjuva devlet iktidarını gelecekte hedef almasını engellemek isteyen burjuvazi, Komün’ün ardından “komünizm hayaletinin” korkusuyla tir tir titredi.
Komüncüler, ardında büyük bir devrimci miras yaratırken, Komünün takipçileri dünyanın dört bir yanında burjuvaziye karşı sosyalizm bayrağını yükselttiler.
“Ölüm çanı, Paris’te çalındı”
Komüne uzanan sürecin başlangıcı, Temmuz 1870’de 3. Napolyon’un Prusya’ya savaş ilan etmesiyle başlamıştı.
Savaş ilanının ardından Karl Marx, Uluslararası İşçi Derneği ( I. Enternasyonal) adına savaşa ilişkin bir metin kaleme almış, bir komplo olarak değerlendirdiği savaş için“Louis Bonaparte’ın Prusya’ya karşı savaşının sonucu ne olursa olsun, ikinci imparatorluğun ölüm çanı, Paris’te daha şimdiden çalınmış bulunuyor” demişti.
Prusya ile Fransa arasında başlayan savaşın son büyük muharebesi Sedan’da gerçekleşti.
Fransa, Sedan’da çok ağır bir yenilgi alırken, Fransa’nın ikinci imparatorluğunu yaratan, Napolyon Bonapart’ın yeğeni İmparator 3. Napolyon Prusya güçleri tarafından esir alındı.
Bu durum, Fransa’da bir iktidar boşluğunu doğurdu. Fransız ordusu dağılmıştı.
Napolyon’un Prusya tarafından esir alınmasından bir gün sonra, Prusya kuvvetleri tarafından kuşatma altında bulunan Paris’te “Hôtel de Ville”de bir araya gelen burjuva hükümeti, 4 Eylül 1870’te kendisini Ulusal Savunma Hükümeti olarak ilan etti ve Cumhuriyet’in kurulduğunu duyurdu.
Cumhuriyetin ilan edilmesinde; Paris’te hareketli halde bulunan anarşistlerin, sosyalistlerin, Jakobenlerin ve çeşitli radikal grupların da büyük etkisi bulunuyordu.
1870 Eylül’ünde yaşananlar Paris’te bir kalkışmanın habercisiydi. Bu hareketliliği gören burjuvalar Paris’i terk etmeye başlamışlardı. Cumhuriyetin ilanı ve devam eden süreçte yaşananlara ilişkin Marx şunları söyleyecek ve burjuva hükümetinin işçi sınıfı korkusunu ortaya koyacaktı:
“Fransa’da cumhuriyetin kurulmasını biz de selamlıyoruz. Ancak temelsiz olmasını dilediğimiz kaygılar da duymuyor değiliz. Bu cumhuriyet tahtı devirmemiş, sadece onun Alman süngüleri sayesinde boş bırakılan yerini almıştı. Hükümetin ilk hamlelerinde bazıları, onlara imparatorluktan miras olarak yalnız akrabalarının değil, işçi sınıfı korkusunun da kaldığını açıkça göstermektedir.”
Bu sırada, Prusya kuşatması altında dış dünya ile iletişimi çok sınırlı hale gelen Paris’te, bir taraftan da büyük bir açlık başlıyordu. Geçici Hükümet’i oluşturan burjuvaların şehri terk etmesi, yaşanan iktidar boşluğu, açlık tehlikesi işçilerin daha radikal talepler etrafında bir araya gelmelerine yol açmıştı.
Komünün kurulacağı Mart ayına gelene kadar Paris’te çeşitli işçi ayaklanmaları gerçekleşmişti. İşçiler Paris’in savunulmasını istemekle beraber yaşanan açlığa çözüm bulunmasını istiyorlardı.
Burjuvazi’nin “kutsal ittifakı” Komüncülere karşı
İşçilerin ve sosyalistler ile anarşistlerin güçlendiği Paris’i Versay ve Bordeaux’dan yönetmeye çalışan burjuva hükümet, Paris’e daha fazla müdahale etmek isterken zorlanıyordu. Çünkü kurulan meclis, Paris’te yükselen hareketi ve Parisli işçileri temsil etmiyordu. Bu aynı zamanda “ikili iktidar” durumunun ortaya çıkmasına işaret ediyordu.
Paris’te olup bitenlerden tedirgin olan burjuvazi, bir taraftan da Fransa ordusunu toparlamak amacındaydı. Bir işçi iktidarı korkusuyla bir an önce Paris’te kontrolü tamamen ele geçirmek isteyen Fransa burjuvazinin yardımına “düşman kardeş” Prusya koştu.
Fransa ile savaş halinde olan ve Paris’i kuşatma altında tutan Prusya, Fransa burjuvazisine, Fransız ordusunu toparlamak için yardım etmeye başladı. İlk bakışta “bu ne yaman çelişki” denilebilecek bu durum, aslında burjuvazinin ezilenlere karşı “sınıf kardeşliğinin” doğasının ta kendisiydi. Fransa burjuvazisinin yenilgisi, Paris’te ortaya çıkabilecek bir işçi iktidarı, Almanlar’ı tedirgin etmekteydi ve Paris’teki radikal eğilim bir an önce yok edilmeliydi.
Böylece “düşman kardeşler”, işçi sınıfının “eşitlik ve özgürlük” talebine karşı “kutsal ittifaklarını” kurmuşlardı. Amaç, Paris’teki işçilerin yok edilmesiydi…
Paris’te “İkili İktidar”
Paris’te işçiler, içinde sosyalistlerin, anarşistlerin, Jakobenler’in ve çeşitli radikal siyasi grupların bulunduğu komiteler kurdu. Bu komiteler, Paris’in 20 idari bölgesinde bulunuyordu ve komitelerden demokratik seçimler yoluyla seçilen temsilciler ile Merkez Komite oluşuyordu.
Merkez Komite, Paris’i yönetmek adına, burjuvazinin “Ulusal Savunma Hükümeti”ni ilan ettiği “Hôtel de Ville”de, burjuva hükümetinin karşısında bir ikili iktidar organı olarak ortaya çıkmıştı. Paris’te hiçbir hükmü olmayan burjuva hükümetinin karşısında, Paris’i artık Merkez Komite temsil ediyordu.
Öte yandan Ulusal Muhafızlar adıyla örgütlenen, bir tür “silahlı halk” milisleri haline gelen örgütlenme ortaya çıkarken, her bölgede bir Ulusal Muhafızlar örgütlenmesi oluşmuştu.
Ulusal Muhafızlar, en büyük rolünü, burjuva hükümetinin başındaki Thiers’in, Paris’in tepelerindeki toplara el koyması için iki generali görevlendirmesiyle ortaya çıkan süreçte oynayacaktı. Muhafızlar, iki generali yakalamıştı. Tutuklanan generaller yargılandıktan sonra infaz edilirken, 18 Mart’ta yaşanan bu durum ve topların ele geçirilmesi, Paris’te komünün tam anlamıyla iktidarı ele geçirmesi anlamına geliyordu.
Paris’te iktidarın 18 Mart’ta tam anlamıyla ele alınmasının ardından 28 Mart’ta yeni bir meclis kuruldu. Bu meclis, Paris’te işçilerin özyönetim organı olarak ortaya çıktı. Yapılan seçimlerin ardından Paris Komünü ilan edildi. Böylece Paris’te gerçekleşen devrim, tarihteki ilk proletarya diktatörlüğünün de ilanı anlamına geliyordu.
Komün’ün dersleri
“Hôtel de Ville”de, uluslararası işçi sınıfının simgesi olan kızıl bayrağını göndere çeken komüncüler, siyasal iktidarı ele geçirmelerinin ardından radikal dönüşümlere imza attılar. Komün, burjuva hükümetini tasfiye edecek tedbirleri almaya başlamıştı.
Eğitim hakkı, kiraların iptal edilmesi, fırın işçilerinin gece çalışmalarının yasaklanması, çocuk işçiliğin yasaklanması, eğitimin hak olarak tanınması, din ve devlet işlerinin ayrılması, işçilerin rehin alınan iş aletlerinin geri iade edilmesi, borçların ertelenmesi, faizlerin kaldırılması, fabrika ve atölyelerin işçiler tarafından işletilmesi gibi kararlar ilk andan itibaren uygulamaya konuldu.
Komün, bu adımlarla birlikte iktidarın doğrudan demokratik niteliğini de ortaya koyuyordu. Seçimler, burjuvazinin demokrasiyi hiçleştiren temsili siyasetinin tam zıttı biçimde, doğrudan demokrasi yoluyla gerçekleşiyordu. Seçenlerin seçilenleri geri çağırması hakkı, Komün’ün aldığı en önemli kararlardan biriydi.
Köklü adımlar atan Komün’ün en büyük hatası ise kurulduğu günden itibaren Merkez Bankası’na el koymaması (paranın değerinin düşmemesi gerekliliğiyle) ve üretim araçlarını kollektifleştirmemesi olacaktı. Engels bu duruma ilişkin eleştirisini, “Kuşkusuz, anlaşılması en zor olan şey, Fransa Bankası’nın kapılarının önünde durulmasına yol açan o kutsal saygı” sözleriyle ifade edecekti.
Yükseliş ve yenilgi: 20 bin Komüncü katledildi
Paris’teki büyük devrim, Fransa’nın çeşitli kentlerinde karşılık bulsa ve çeşitli ayaklanmalara yol açsa da, bu girişimler başarısız olmuş ve Paris, burjuvazinin kuşatması altında tek başına kalmıştı.
Kendisinden sonra büyük devrimci dalgalar yaratacak olan Paris Komünü, 28 Mayıs’ta ordunun Paris’e girmesi ve son barikatın da düşmesiyle yenildi.
Bu yenilgi, daha büyük devrimlerin habercisi olsa da Paris’te büyük bir kıyım gerçekleştirildi. İşçilerin bir daha ayaklanmayı aklından bile geçirmemesini isteyen burjuvazi, Paris’te 20 bin Komüncüyü infaz etti, 40 bin komüncüyü esir aldı. Esir alınan komüncülerden bir kısmı yargılama ve işkencelerin ardından idam edilirken bir kısmı da Pasifik Okyanusu’ndaki Yeni Kaledonya’ya sürgün edildi.
Böylece; 18 Mart’ta kurulan, tarihteki ilk proletarya diktatörlüğü olan Paris Komünü, 28 Mayıs 1871’de büyük bir katliamla yenildi. “Göğü fethe çıkan”, “71 gün özgür yaşayan” kahraman Komüncülerin kanları, uluslararası proletaryanın kızıl bayrağı haline geldi.
“Paris Komünü, proletarya diktatörlüğüydü”
Aralarında Louise Auguste Blanqui’nin, Pierre-Joseph Proudhon’un, ve Louise Michel’in takipçileri olan Komünün sadece birkaçı Marksist ve Enternasyonal üyesiydi. Buna rağmen, kurulduğu andan itibaren I. Enternasyonal ve Karl Marx ile Friedrich Engels tarafından coşkuyla karşılanan Paris Komünü için Karl Marx, Komün’ün yenilgisinden iki gün sonra Uluslararası İşçi Birliği’nde yaptığı bir konuşmada Komün hakkında şöyle diyordu:
“Özünde, bir işçi sınıfı hükümeti, üretenlerin mülk edinen sınıfa karşı mücadelesinin sonucu, emeğin iktisadi kurtuluşunun gerçekleşmesini sağlayabilecek olan en sonunda keşfedilmiş siyasal biçimdi.”
Engels, proletarya diktatörlüğü diyecek ve Fransa’da İç Savaşı’n 1891 tarihli Almanca baskısına, Paris Komünü’nün 20’nci yıldönümünde yazdığı önsözde şunları söyleyecekti:
“Şu söz, sosyal demokrat dar kafalıyı [Philister] son zamanlarda yine iyileştirici dehşete düşürmüş durumda: Proletarya diktatörlüğü. Pekala, beyler, bu diktatörlüğün neye benzediğini bilmek ister misiniz? Paris Komünü’ne bakın. Paris Komünü, proletarya diktatörlüğüydü.”
Yine Engels, Marx’ın işçi sınıfı devrimlerinin “bürokratik-askeri mekanizmayı bir elden başka bir ele geçirmeyi” değil onu parçalamayı hedeflemesi gerektiğine ilişkin uyarılarına atıfla, “Komün, bir kez iktidara gelmiş olan işçi sınıfının eski devlet mekanizmasıyla yoluna devam edemeyeceğini daha en başta görmek zorunda kaldı; bu işçi sınıfı, daha yeni kazanılmış olan kendi iktidarını yeniden yitirmemek için, bir yandan o zamana kadar kendisine karşı kullanılmış olan baskı mekanizmasını ortadan kaldırmak, ama diğer yandan, istisnasız olarak tümünü her zaman görevden alınabilir ilan ederek temsilcileri ve memurları karşısında kendisini koruma altına almak zorundaydı” diyordu.
Öte yandan Lenin de, Devlet ve Devrim eserinde, Paris Komünü’ne ilişkin olarak yıkılan devlet aygıtının yerine “yalnızca” daha eksiksiz bir demokrasi koyduğunu belirterek şunları vurgulayacaktı:
“Düzenli ordunun kaldırılması, bütün memurların seçimle göreve gelmesi ve görevden alınabilir olmaları. Ama gerçekte, bu “yalnızca” sözcüğü, bazı kurumların yerine temelden farklı türdeki başka kurumların koyulması şeklindeki muazzam bir değişim anlamına gelir. Bu, tam bir “niceliğin niteliğe dönüşmesi” örneğidir: Düşünülebilecek en eksiksiz ve tutarlı şekilde getirilmiş olan demokrasi, burjuva demokrasisinden proletarya demokrasisine; devletten (= belirli bir sınıfın ezilmesine yönelik özel bir güç) artık gerçek anlamıyla devlet olmayan bir şeye dönüşür.”
Komün’ün bankaya el koymaması ve Versay’daki burjuva hükümetinin yaşamaya devam etmesine göz yumması, Marx’ın ağır eleştirilerine yol açmıştı. Bu durumun Paris Komünü’nün çöküşüne yol açabileceğini vurgulayan Marx, Kugelmann’a yazdığı mektupta şunları söyledi:
“Olur da yenilgiye uğrarlarsa, tek suçlu kendi “iyi niyetleri” olacak. Hemen Versailles’a yürümeliydiler, Vinoy ve Paris Ulusal Muhafızının gerici kanadı geri çekilir çekilmez. Vicdani tereddütler yüzünden doğru zamanı kaçırdılar. İç savaş başlatmak istememişler, sanki o içten pazarlıklı rezil Thiers Paris’i silahsızlandırma çabasıyla iç savaşı zaten başlatmamış gibi…”
Marx, Fransa’da İç Savaş’ta, Komün’ün en önemli yanlarını şu ifadelerle anlatacaktı. Marx’ın anlatımı aynı zamanda proletarya diktatörlüğünün ne olması gerektiğini berrak biçimde ortaya koyuyordu:
“(…) Komün’ün ilk buyruğu, sürekli ordunun kaldırılması ve onun yerine silahlı halkın koyulmasıydı.
Komün, Paris’in farklı ilçelerinde genel oy hakkı aracılığıyla seçilen belediye meclisi üyelerinden oluşmuştu. Sorumluydular ve her zaman görevden alınmaları mümkündü. Doğal olarak, çoğunluğu işçiler ve işçi sınıfının kabul görmüş temsilcileri oluşturuyordu. Komün, parlamenter bir organ değil, aynı anda hem yürütme hem de yasama işlevlerini üstlenen faal bir organ olacaktı. O ana dek devlet iktidarının bir aleti olan polis, hemen, tüm siyasal özelliklerinden arındırıldı ve Komün’ün, ona karşı sorumlu ve her zaman görevden alınabilecek olan bir aletine dönüştürüldü. Devlet yönetiminin tüm diğer dallarındaki memurlar için de aynısı geçerliydi. Kamu hizmeti, tepedeki Komün üyelerinden başlayarak, işçi ücretleri karşılığında görülmek zorundaydı. Devletteki yüksek makam sahiplerinin kazanılmış hakları ve temsil ödenekleri, bu makam sahipleriyle birlikte ortadan kalktı. Kamu makamları, merkezî iktidarın yamaklarının özel mülkleri olmaktan çıktı. Yalnızca kent yönetimi değil, o zamana dek devletin kullandığı tüm yetkiler Komün’e devredildi.
Sürekli ordu ve polis, yani eski iktidarın maddi gücünü oluşturan aletler ortadan kaldırılır kaldırılmaz, Komün, manevi baskı aletini, yani din adamlarının gücünü kırmaya yöneldi; mülk sahibi kurumlar oldukları kadarıyla, tüm kiliselerin dağıtılmasını ve kamulaştırılmasını emretti. Din adamları, selefleri olan havarileri örnek alarak karınlarını inançlı insanların bağışlarıyla doyurmaları için, özel yaşamın sessizliğine geri gönderildi. Tüm eğitim kurumları parasız olarak halka açık hâle getirildi ve aynı zamanda devletin ve kilisenin tüm müdahalelerinden arındırıldı. Böylece, okul eğitimi herkesin erişimine açılmakla kalmadı, aynı zamanda, bilimin kendisi de, sınıfsal önyargının ve iktidar gücünün vurduğu zincirlerden kurtarıldı.
Yargı görevlileri, sonradan bozmak üzere sırasıyla bağlılık yemini ettikleri birbirlerini izleyen tüm hükümetlere boyun eğmişliklerini gizlemekten başka hiçbir amaca hizmet etmemiş olan görünüşteki bağımsızlıklarını yitirdi. Tüm diğer kamu görevlileri gibi onlar da artık seçilecek, sorumlu ve görevden alınabilir olacaktı.
Kuşkusuz, Paris Komünü, Fransa’nın tüm büyük sanayi merkezleri için örnek oluşturacaktı. Komünal düzen Paris’te ve ikinci derecede önem taşıyan merkezlerde bir kez kurulduğunda, eski merkezî iktidar, illerde de, yerini üreticilerin özyönetimine bırakmak zorunda kalacaktı. Komün’ün üzerinde daha fazla çalışmak için zaman bulamadığı kısa bir ulusal örgütlenme taslağında, en küçük köylerde bile siyasi biçiminin komün olacağı ve taşrada, sürekli ordunun yerine, görev sürelerinin çok kısa olduğu bir halk milisinin koyulacağı açıkça belirtiliyor.
Her bir ilçenin kırsal yerleşim birimleri ortak işlerini ilçe merkezinde toplanan bir temsilciler meclisi aracılığıyla yürütecek ve bu ilçe meclisleri de Paris’teki Ulusal Delegasyona temsilciler gönderecekti; temsilciler, her zaman görevden alınabilir olacak ve seçmenlerinin belirlenmiş talimatlarına bağlı kalacaktı. Bunların ardından hâlâ merkezî bir iktidara kalacak olan az sayıdaki ama önemli görevler, kasten çarpıtılarak ifade edildiği gibi ortadan kaldırılmayacak, aksine, komünal, yani sıkı sıkıya sorumluluk sahibi görevlilere devredilecekti. Ulusun birliği bozulmayacak, tam tersine Komünal Anayasayla örgütlenecekti; kendisini ulusun birliğinin cisimleşmiş hâli gibi göstermeye çalışan, ama ulusun üzerindeki asalak bir urdan başka bir şey olmayan ve ulustan bağımsız ve onun üstünde olmak isteyen devlet iktidarının yok edilmesiyle, ulusun birliği bir gerçekliğe dönüşecekti. Eski iktidar gücünün yalnızca baskıcı nitelik taşıyan organları kesilip atılırken, bu gücün meşru görevleri, toplumun üstünde durduğunu iddia eden bir otoriteden koparılacak ve toplumun sorumlu hizmetçilerine geri verilecekti. Üç ya da altı yılda bir, egemen sınıfın hangi üyesinin parlamentoda halkı temsil edeceğine ve ezeceğine karar verilmesi yerine, kendi işletmelerinde işçi, yönetici ve muhasebeci seçme olanağını sağlayan bireysel oy hakkı her bir işverene nasıl hizmet ediyorsa, genel oy hakkı da komünlerde örgütlenen halka aynı şekilde hizmet edecekti. Ve bireyler gibi şirketlerin de, gerçek ticari işler söz konusu olduğunda doğru kişiyi bulabildikleri ve yanlış tercih yapmaları durumunda bunu kısa sürede düzeltebildikleri bilinir. Diğer yandan, hiçbir şey, Komün’ün ruhuna, genel oy hakkının yerine hiyerarşik atamanın koyulmasından daha yabancı olamazdı.
Yanlışlıkla, belirli ölçülerde benzer göründükleri daha eski ve hatta ömürlerini doldurmuş toplumsal yaşam biçimlerinin muadilleri sayılmaları, yeni tarihsel yaratıların alışılmış kaderidir. Modern devlet iktidarını kıran bu yeni Komün de, aynı şekilde, söz konusu devlet iktidarını önce öncelemiş ve ardından onun temelini oluşturmuş olan Orta Çağ komünlerinin bir yeniden canlanması olarak görüldü.
Komünal Anayasanın, başlangıçta zor yoluyla ortaya çıkarılmış olsa bile bugün toplumsal üretimin güçlü bir çarpanına dönüşmüş olan büyük halkların birliğinin yerine, Montesquieu ile Jirondenlerin hayal ettikleri türden bir küçük devletler federasyonunu koymaya yönelik bir girişim olduğu sanıldı.
Komün’le devlet iktidarı arasındaki karşıtlığın, geçmişte aşırı merkezîleşmeye karşı yürütülen mücadelenin abartılı bir biçimi olduğu sanıldı. Özel tarihsel koşullar, burjuva yönetim şeklinin Fransa’daki klasik gelişimini başka ülkelerde engellemiş ve İngiltere’de olduğu gibi, büyük merkezî devlet organlarının kendilerini kentlerde yiyici kilise yönetim kurullarıyla (vestries), para pazarlıkları yapan belediye meclisleriyle ve burunlarından soluyan yoksullar yasası görevlileriyle ve taşrada gerçekten soy bağı nedeniyle göreve gelen sulh yargıçlarıyla tamamlamalarına izin vermiş olabilir. Komünal Anayasa, tersine, toplumsal gövdeye, bugüne kadar toplumdan beslenen ve onun serbestçe hareket etmesini engelleyen “devlet” asalak urunun tükettiği tüm güçlerini geri vermiş olacaktı. Tek başına bu eylemle Fransa’nın yeniden doğumunu başlatmış olacaktı.
Taşra kentlerinin orta sınıfı, Komün’ü, Louis-Philippe döneminde kır üzerinde sahip olduğu ve Louis Bonaparte döneminde kırın kentler üzerindeki sözde egemenliğiyle kaldırılan egemenliğin geri getirilmesine dönük bir girişim olarak gördü. Ama gerçekte, Komünal Anayasa, kır üreticilerini bölgelerinin başkentlerinin düşünsel önderliği altına sokacak ve onlara orada, kent işçilerinde, kendi çıkarlarının doğal temsilcilerini bulmalarını sağlayacaktı.
Komün’ün yalnızca ortaya çıkışı bile, doğal olarak, yerel özyönetimi de beraberinde getirdi; ama, artık gereksiz kılınmış olan devlet iktidarını dengeleyen bir karşı ağırlık olmaktan çıkmış bir yerel özyönetimdi bu. Paris Komünü’ne, 1791 tarihli eski Fransız kent örgütlenmesinin karikatürü olan ve kent yönetimlerini Prusya devlet mekanizmasının önemsiz dişlilerinden ibaret kılan Prusya kent düzenine özlem atfetmek, yalnızca Bismarck gibi birinin, kan ve demir entrikalarıyla meşgul olmadığında düşünsel çapına son derece uygun düşen eski işi olan Kladderadatsch54 çalışanlığına dönmeyi isteyecek olan bir kafanın aklına gelebildi.
Komün, en büyük iki harcama kaynağını, orduyu ve memur katmanını kaldırarak, tüm burjuva devrimlerinin sloganını (ucuz hükümet) hayata geçirdi. Yalnızca varlığı bile, en azından Avrupa’da sınıf egemenliğinin olağan safrası ve vazgeçilmez örtüsü olan monarşinin var olmamasını gerektiriyordu. Cumhuriyete, gerçekten demokratik olan kurumlardan oluşan temeli sağlamıştı. Ama ne “ucuz hükümet” ne de “gerçek cumhuriyet” onun son hedefiydi; her ikisi de yan ürünler olarak ve kendiliğinden ortaya çıkmıştı.”
Günümüz sosyalizminin pusulası: Paris Komünü
Yalnızca 2 ay yaşayan Komün, adeta bu iki aya, yüz yılı sığdırdı.
Paris Komünü’nün ardından uluslararası proletarya, Komünün kızıl bayrağını kuşanarak nice kalkışma ve devrimleri gerçekleştirdi. Rus proletaryası, önderi Lenin’in Paris Komünü’nden çıkardığı derslerin ışığında ilk defa modern bir devlette siyasal iktidarı ele geçirdi. Ardından dünyanın birçok coğrafyasında birbiri ardına devrimler gerçekleşirken, başta SSCB olmak üzere birçok sosyalizm deneyimi yenildi ya da kapitalizm yolunda dört nala koşmaya başladı.
“Reel sosyalizmin” bu yenilgisi, günümüz devrimleri için dersler barındırmaya devam ederken Paris Komünü, sosyalizmin neyi yapması gerektiğinin de derslerini içeriyordu.
Günümüzde sosyalizm “işçi sınıfının egemen bir sınıf olarak örgütlenmesi” olacak ve devlet aygıtının sönümlenmesiyle sınıfsız topluma gidişin önü açılacaksa, Paris Komünü’nü yeniden hatırlamak ve derslerini kuşanmak zorundadır.
Parisli kahraman Komüncüler, kızıl bayrağı göndere çektikten sonra bir daha komünizmin ütopya olduğunu kimse dile getiremedi. Onlar, eşit ve özgür bir yaşamın mümkün olabileceğini “71 gün özgür yaşayarak” gösterdiler. Marx’ın onların ardından söyledikleri ise Komüncüler’in neyi başardığını çok kesin biçimde ortaya koyacaktı. Onlar “göğü fethe çıkan kahramanlardı.