Salih Zeki TOMBAK yazdı: “Ateşkes ilan edildiğine göre, Erdoğan, Bahçeli, Kalın, Erbaş, Çavuşoğlu, ağızlarından çıkan her şeyi yeni bir gerilime kadar unutacak.”
Kuzey Kıbrıs’ın, içinden Cumhurbaşkanı (Mehmet Ali Talat) çıkarmış Cumhuriyetçi Türk Partisi’nden çok sevdiğim dostlarım var. CTP’liler sayesinde bir “Cumhurbaşkanı arkadaşımız” oldu. Onlardan dinlediğim hikayedir: Adamın birisi idama mahkum olmuş, infaz edilecek. Son isteğin nedir, diye sormuşlar. “Size başlangıcından bugüne, Kıbrıs sorununu anlatmak istiyorum” demiş.
Şehrazat’ın “Binbir Gece Masalları” bizim hikayemizin yanında kısa kalır, derlerdi.
Filistin sorunu da öyledir. Üzerine konuşmaya, yazmaya başlayınca asla kısa konuşamazsınız, kısa yazamazsınız.
Bu kıssayı kendime hatırlatarak, Filistin’de yaşanan son gerilim üzerine yazmak istiyorum.
Kurtla Kuzunun Hikayesi
Bazı çatışmalar için “kurtla kuzu” hikayesinde olduğu gibi, olacaklar zaten olacaktır, iş bahane bulmaya kalmıştır.
Önce bahaneleri konuşalım.
İki tane “Kudüs Günü” var ve bu sene üst üste geldiler.
Birisi 1982’de “İran İslam Devrimi” lideri Ayetullah Humeyni’nin ilan ettiği, “her ramazan ayının son cuması”, Kudüs günüdür. Sadece Filistin’de, Kudüs’te değil, pek çok yerde o gün Kudüs için eylemler, gösteriler düzenlenir.
İkinci Kudüs günü “Yom Yeruşalayim”, 1967’de yaşanan ve İsrail’in galip çıktığı “6 Gün Savaşı”nda, o güne kadar Filistin halkının sahte dostlarından Ürdün’ün, diplomatik dille “kontrolü altında” tuttuğu, Kudüs’ün İsrail tarafından ele geçirilmesinin yıldönümüdür. Zaten “Yeruşalayim”, Kudüs’ün İbranice’deki adıdır.
Bugünkü Ürdün Kralı II. Abdulah’ın babası Kral Hüseyin, Filistin halkının “hamisi” görünümü altında Filistin halkına en çok zarar verenlerdendi.
Filistin halkının düşmanı olan siyonist İsrail, acımasızdır
BM Güvenlik Konseyi, İsrail saldırganlığına “dur” demesi gerektiğinde çok zalimdir. “Yeteri kadar kan dökülmeden” dur demezler. BM Güvenlik Konseyi üyelerinin hepsinin İsrail ile ilşkisi özeldir.
Zaten İsrail, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kendisiyle ilgili kararlarına bugüne kadar genellikle uymamıştır. BM bu uluslararası hukuk tanımazlığa göz yummayı, zalimce alışkanlık haline getirmiştir.
Fakat Filistin’in sahte dostları da çok zalimdir, çok acımasızdır.
Filistin halkının acılarını sahiplenir görünerek, sanki Filistin halkını İsrail zulmünden ve işgalinden kurtarmayı istiyormuş ve bunun için savaşmanın risklerini göze alıyormuş gibi yaparak Filistin sorununu kendi iç siyasetleri için ve uluslararası ilişkilerde istismar etmek üzere Filistin halkının dostu gibi konuşurlar.
Kral Hüseyinler hiç bitmez. Bazen Hafız Esad olurlar, bazan Suud ailesi, bazen bu zincire en son eklenen AKP iktidarı.
Buraya az sonra döneyim…
Bu yılın bahaneleri…
Bu sene iki Kudüs günü çakışıyor diye Nisan ayından başlayan ve tırmanan bir gerilim sözkonusuydu.
İsrail toplama bir devlet. Ağustos 1897’d, Basel’de Theodor Herz liderliğinde toplanan 1. Siyonist Kongresinde Filistin’de devletleşmek bir hedef olarak kondu. O tarihten sonra hızlanan şekilde dünyanın çeşitli ülkelerinden, siyonist Yahudiler Filistin’e göçmeye ve orada toprak sahibi olmaya başladılar. Bu organize hareket, Türkiye sağının Abdülhamit aşkıyla uydurduğu “tarih”in aksine 2. Abdülhamit’in padişahlığı döneminde ciddi mesafe aldı.
Filstin’in İngiliz manda yönetimine girdiği 1917 sonrasında Siyonist kongrenin oluşturduğu fon üzerinden toprak satın almalar zaman zaman sınırlansa da, 1. Dünya savaşı bittiğinde bölgede ciddi Yahudı yerleşimci toplulukları oluşmuştu. Zaten manda yönetimi 1920 sonrasında kısıtlamalarını kaldırmıştır.
Bu göç hiç bitmedi. Dünyanın her tarafından siyonizmin etkisi altında İsrail devletinin çağrısına uyarak Filistin topraklarına zaman zaman hızlı, zaman zaman yavaşlayan bir akım var. Diğer taraftan siyonist olmadığı halde, yaşadığı ve vatanı hissettiği topraklarda uğradığı antisemitist saldırı, baskı ve maruz kaldığı düşmanlıklar nedeniyle İsrail’e göçmeyi seçenler var. Türkiye Yahudilerinden İsrail’e göçenlerin bir bölümü bu çeşit nedenlerle göçmüştür.
“Bizde antisemitizm ve ırkçılık yoktur ve olamaz da..” diyenlerin hepimiz öfkeli bağırışlarını siz de duyuyorsunuz, değil mi?. Bizde ırkçılığın her çeşidi olduğu gibi, antisemitizmin de daniskası mevcuttur.
Buradan son bahaneye geleyim. İsrail’e gelmiş göçmenler nereye yerleşecek? Geleneksel uygulama, Filistinli’nin evine, göz dikilir ve oradan çekip gitmeleri istenir. Gitmezlerse evlerinden çıkmaları için saldırılır. Gerilime İsrail güvenlik kuvvetleri müdehale eder ve Filistinliler zorla, sık sık can kayıplarının yaşandığı çatışmalar sonucu evlerinden çıkartılır. Son gerilimde de böyle oldu.
1950’li yıllarda, evlerinden bu şekilde kovulmuş bir grup Filistinli, kendilerine gösterilen “dağ başındaki” bir araziye yerleşmişlerdi. Zamanla gelişen ve bugünkü Şeyh Cerrah mahallesi haline gelen bu yere, bugünlerde, gene Yahudi yerleşimciler musallat olmuş ve daha önce sürgün geldikleri yeri terketmek istemeyen Filistinliler, yerleşimcilerin ve İsrail devletinin saldırısına maruz kalmışlardır.
Bu defaki çatışmanın gerekçeleri bunlardır. Zaten her yıl Ramazan’ın son cumasında, Kudüs Günü öncesinde İsrail gerilimi arttırır. “Yom Yeruşalayim” yaklaştıkça Ortodoks Yahudilerin üç din için de kutsal olan Kudüs’te kışkırtıcı gösterileri yoğunlaşır. İsrailli yerleşimciler, göz koydukları Arap mülklerine çökme konusunda her zaman saldırgandır. Siyonist/ırkçı Yahudi partileri Kudüs’te etnik arındırma peşindedir. Diğer taraftan Hamas, çoğunluğu havada vurulsa da, füzeleriyle ve askeri varlığıyla İsrail’in saldırganlığının ve orantısız saldırılarının gerekçesidir. İsrail’in “meşru savunma hakkına saygı” başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin İsrail saldırılarına tepkisiz kalmalarını açıkladıkları klişedir.
Dolayısıyla Filistinlilerin hayatı her zaman yeni bir gerilimin ve İsrail şiddetinin tehdidi altındadır. Nitekim bu defa da 12’si İsrailli, diğerleri Filistinli toplam 267 kişi Mayıs ayı içindeki çatışmalarda hayatını kaybetti.
İsrail Yayılmacılığı
İsrail sadece iç içe yaşadığı Filistin halkına karşı saldırgan değil. Siyasal İslam gibi Siyasal Yahudilik diyebileceğimiz Siyonist ideoloji, İsrail devletini maksimalist, yayılmacı amaçlarla yönlendiriyor. “İki Nehir arasındaki ülke” hedefi, Hüsnü Mahalli gibi yorumculara göre, Nil ile Fırat arasındaki topraklardır.
İsrail, BM’nin kendisi için tanıdığı topraklarla hiç yetinmedi. Önce Filistin topraklarını kemirerek işe girişti. 1956’da Süveyş kanalını İngiltere ve Fransa ile birlikte işgal ettiğinde; İngiliz ve Fransızlar SSCB’nin ve daha sonra ABD’nin baskısıyla işgale son verdiği halde, Sina yarımadasını uzun süre boşaltmadı. 1967’de 6 Gün Savaşı’nda Ürdün’ün elindeki Doğu Kudüs’ü ele geçirdi. 1980’de çıkardığı “Kudüs Yasası” ile Kudüs’ü başkent ilan ettiyse de pek çok ülke bu oldubittiyi onaylamadı. ABD Kudüs’ün başkent oluşunu Trump döneminde kabul etti.
İsrail 6 Gün Savaşı’nda Suriye’nin Golan Tepelerini ele geçirdi ve 1981’de ilhak ettiğini açıkladı. ABD bu ilhakı da tanıdı.
1973’teki Yom Kippur Savaşı’nda Mısır’a ait Sina yarımadasını tekrar ele geçirdi. Mısır-İsrail arasında 1978’de Camp David görüşmeleri sonucu 1979’da Barış anlaşması imzalandı. Mısır İsrail’i devlet olarak tanıyan ilk Arap ülkesi oldu ve İsrail Sina’daki askerini 1980’de çekti.
İsrail, 1982’de Filistin Kurtuluş Örgütünün Güney Lübnan ve Beyrut’taki varlığına karşı, Lübnanlı Hristiyan Falanjistlerin Filistinlilere karşı başlattığı saldırıları fırsat bilip Lübnan’ı işgale girişti. Bu arada Suriye de bir kısım Lübnan toprağını işgal etti . Bu savaş boyunca destansı bir direniş yaşanan Beyrut başta olmak olmak üzere, Lübnan harab oldu. FKÖ Beyrut’tan da taşınmak zorunda kaldı.
İsrail 2006’da Lübnan’ı işgale yeniden girişti. Ama İsrail’in kuzeyinde ve Lübnan’ın güneyinde gerçekleşen savaş İsrail’in Hizbullah karşısında yenilgisiyle sonuçlandı. Eğer savaşı İsrail kazansaydı, Lübnan topraklarını parça parça ilhak edeceği kesindi. Yarın şartları uygun görürse Lübnan topraklarında genişleme adımları atacağından kimse şüphe etmemelidir.
İsrail’in kurulduğu günden itibaren savaşmadığı gün çok azdır. Bu savaşçı politikalarda ısrarın gerisinde güçlü bir askeri örgütlenmeye ve orduya sahip olmasının elbette payı vardır. Diğer bir unsur ise dış destek garantisidir. İsrail savaşta başarılı ise, kimse onu durdurmak için acele etmemekte, başta ABD olmak üzere Batı ittifakı, uluslararası mekanizmaların devreye girmesini önlemektedir. Tersine İsrail bir kayba uğrarsa, aynı batı ittifakının İsrail’in kayıplarının büyümemesi için derhal sahaya inmesi ve ateşkes baskısı yapması ihtimali de kesindir.
Ve bölgenin güçlü bir devleti, mesela Türkiye İsrail’e saldırmaya kalkarsa, bu saldırıya Batı ittifakının da cevap vermesi muhakkaktır.
Özetle söylemek gerekirse, İsrail devleti koşulları kendisi için uygun bulduğunda yayılmacı politikalardan geri durmayacaktır.
Türkiye-İsrail İlişkileri
Türkiye İsrail’i devlet olarak ilk tanıyanlar arasındadır. Filistin üzerinden gelişen her Arap-İsrail geriliminde, Türkiye toplumunun gönlü, din kardeşliği üzerinden, Filistinliler ve Araplardan yana olmuştur.
Devlet Filistin’in uluslararası anlaşmalardan ve BM kararlarından kaynaklanan hak ve hukukunun yanında olmuş, BM oylamalarında İsrail saldırganlığının karşısında tutum almıştır. Ama ne 1967, ne 1973 savaşında Arap dünyasıyla beraber İsrail’e karşı askeri cephenin bir parçası olmuştur.
Tersine İsraille ticari ve siyasi ilişkilerini olabildiğince güçlendirmeye çalışmıştır. Esasen ABD ile ilişkilerde, ABD’de çok etkili Yahudi kuruluşlarının desteğini alabilmek için, bir tür önkoşul olarak İsrail ile iyi ilişkiler kurmaya ve geliştirmeye özen göstermiştir.
Bu çizgi AKP döneminde kırılmalar yaşadı.
İki ülke arasında ticaret hacmi hayli genişlese de, Türkiye’de özellikle 2012 sonrası yükselen batı karşıtlığının önemli bir bölümü de İsrail karşıtlığı üzerinden yürütülmüştür.
Ancak ilginç olan iktidarın batı ve İsrail karşıtı dili bir iç siyaset unsurundan ibarettir. Gerçekte devletler arasındaki ilişkiler görünenden oldukça farklıdır.
Bir kaç örnek vermek gerekirse,
– ABD’deki Yahudi Kuruluşlarından “Yahudi Cesaret Ödülü” alan ilk ve tek üst düzey Türk siyasetçisi Recep Tayyip Erdoğan’dır. o ödül hala kendisinde duruyor.
– İsrail Hava Kuvvetleri 2016’ya kadar eğitim ve tatbikatlar için TSK’nın Konya’daki tesislerini kullanmaya devam etti.
– Türkiye- Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi gündeme geldiğinde AKP hükümeti bu işi İsrail firmalarına yaptırmak ve karşılığnda bu büyük ve verimli arazinin kullanım hakkını 49 yıllığına İsrail Firmalarına vermek niyetindeydi. Bu anlaşma muhalefetin büyük tepkisi üzerine gerçekleşemedi.
– 2012 yılında, İsrail’in İran füze saldırılarından korunması amacıyla Malatya Kürecik’te bir radar üssü kuruldu. Bugün de İsrail’in güvenliğinin bir bölümü Türkiye üzerinden sağlanıyor.
– Türkiye, İsrail’in Brüksel’de NATO Ana Karargahı’nda ofis açmasına dair vetosunu 2015’te kaldırdı.
– Erdoğan Nisan 2021’de İsrail ile ekonomik ve ticari ilişkilerimizin gayet iyi durumda olduğunu ve istihbarat örgütleri arasında görüşmelerin devam ettiğini açıkladı.
– Türkiye büyük elçiliklerin karşılıklı çekilmesi nedeniyle, İsrail’e göndereceği Büyükelçiyi yakın zamanda belirledi. Ancak İsrail’in de belirlemesini beklediği için atamasını henüz yapmamıştı.
Burada iki sorunlu alan var.
Birincisi AKP yöneticileri, iç siyaset gereği İsrail’e, ABD’ye, Rusya’ya, Fransa’ya, Almanya’ya ve bu devletlerin yöneticilerine, ağızlarına gelen her şeyi söyleyebileceklerini, bu sözleri muhataplarının duymayacağına veya duysa da, “iç siyasette olur böyle şeyler” diye aldırmayacağına inanıyor olmalıdır.
Elbette herkes devletiyle, ülkesiyle ve yöneticileriyle ilgili sözleri not ediyor. Masaya koymak için de gününü bekliyor.
İkinci sorunlu alan dış siyaseti tamamen iç siyasetin ihtiyaçları üzerinden yürüten, kısa vadeli, vizyonsuz zihniyettir.
Türkiye’nin geçmişteki dış politikası İsrail ile ilişkiyi koparmadan Filistin’in uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını korumaya; israil’in insan hakları ihlallerine ve katliamlarına karşı uluslararası kurumları harekete geçirmeye dayanıyordu. AKP ise Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) örgütünün Filistin kolu HAMAS ile aynılaştı. Hem İsrail’e karşı, hem de Arap devletlerine karşı Türkiye gibi değil, Müslüman Kardeşler Örgütü gibi tutum aldı. Karşılığında da İhvan muamelesi görmeye başladı. Özellikle Mısır’da İhvan’ın yeniden yasadışı örgüt konumuna düştüğü General SİSİ darbesi sonrasında Arap coğrafyasında büsbütün itibarsızlaştı, Katar dışında muhatabı kalmadı.
Eski Türkiye komşularının yasadışı muhalifleriyle gizlice bağ kurardı. Artık bu çeşit ilişkiler teşhir eder gibi kuruluyor. Mısır’dan kaçan 8 bin İhvan militanı Türkiye’ye geldi. Televizyon kanalları, her türlü yayın, barınma, fon desteği vb vb. Sonra Mısır ile ilişkileri toparlayabilmek için, kanallar apar topar kapatıldı, faaliyetler durduruldu. Sisi ile ilişkilerde mesafe alınırsa, bu şahısların bazıları hapisyatmak, bazıları idam edilmek üzere iade bile edilebilir.
Camdan evde oturan komşusunun penceresine taş atmaz. Mısır devleti de pek ala Kahire’de Gülen Cemaatine kucak açabilirdi. TV kanalları kurdurabilirdi vb.
Bugün Türkiye’nin Kırım Tatarlarına, Kırım Ukrayna’ya bağlıyken göstermediği ilgiyi, şimdilerde, artan bir dozda ve sorunlu bir tarzda göstermesinden hareketle, Rusya Federasyonu Dış İşleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova, “Biz de Türkiye’nin etnik sorunlarıyla mı ilgilenelim?” açıklaması yaptı. (21 Mayıs 2021)
Bu dış politika yürütüş tarzının sonucu olarak, İsrail ile ilişkiler gerildi ve Büyükelçiler karşılıklı çekildi. BU sonuca gelinmesinde AKP yöneticilerinin İsrail karşıtı tutumlarından ziyade, bu tutumlarının arkasında duramamalarından kaynaklanan bir önemsizleşme, değer kaybetme, Türkiye’yi dostluğundan vazgeçilebilir ülke konumuna çekme faktörü rol oynadı.
Bu sürecin bazı gelişmelerini hatırlayalım.
1. Davos’ta (2009) One Minute “Van minüt” gecesinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e, söylediği “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz” cümlesi için, panelin bitişinden sonra etrafındakilerin “yandık bittik” diye ağlaşması üzerine, basına “Ben o sözü sayın Perez’e değil, moderatöre söyledim” açıklaması yapan Erdoğan’dır.
2. Gazze ambargosunu kırmak için Gazze’ye giden konvoyda yeralan Mavi Marmara gemisinde 10 TC vatandaşının İsrail komandoları tarafından öldürülmesiyle ilgili olarak, önceki teşvik edici sözlerini yok sayarak “Dönemin Başbakanına sorup da mı gitmişler?” diyen, konuyu tazminat pazarlığına indirgeyen de Erdoğan’dır.
2. Bizzat Erdoğan’ın İsrail ablukasını delmek amacıyla Gazze’ye gitme vaadinin hikayesi de “arkasında duramama”nın başka bir örneğidir:
– Erdoğan “Nisan ayında Gazze’ye gideceğim” cnn turk, 22 Mart 2013
– “Mayıs sonuna kadar Gazze’ye gideceğim” www.aksam.com.tr
Erdoğan iptal edildiği öne sürülen Gazze ziyaretine Kızılay Genel Kurulu’nda açıklık getirdi. (15 Nisan 2013)
– “Gazze’ye sözüm var, Haziran’da gideceğim.” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Gazze ziyaretinde herhangi bir ertelemenin söz konusu olmadığını söyledi (18 Mayıs 2013) www.internethaber.com
– Al Jazeera Turk. “Er veya geç Gazze’ye gideceğim”
Mısır’a yapacağı ziyaret çerçevesinde Gazze’yi ziyaret edip etmeyeceğinin sorulması üzerine Erdoğan..”
İşte bu sicil yüzünden, 15 Mayıs 2021 günü AA’nın attığı “Mescid-i Aksa’da Erdoğan sloganları yükseldi” başlığının bizi inandırmak istediği şeyin aksine, Mescid-i Aksa’da toplanan kalabalığın attığı slogan, “Biz buradayız, sen neredesin Erdoğan’ şeklindeydi.
Yani, ne İsrail nezdinde, ne Filistinliler nezdinde itibarın ve inandırıcılığın var!
Filistin Halkının Sahte Dostlarının Sonuncusu: AKP-MHP
Mayıs ayında, hükümet, turizm mevsimi açılmadan önce 18 günlük “tam kapanma” ilan etti.
Tabii gene, sahilde tek başına yürüyenlere para cezası kesilirken, Nur cemaatinden tanınmış bir ismin cenazesi, bakanların da katıldığı kalabalık bir cemaatle kaldırıldı.
Diyanet işleri Başkanı insanları teraviye, cuma namazlarına davet etti.
Ve bir yıl önce 27 Şubat’ta, İdlib’de, Rusya Federasyonunun hava bombardımanı sonucu en az 34 TSK mensubu “Mehmetçik” hayatını kaybettiğinde, sokağa çıkma kısıtlaması da olmadığı halde, kılını kıpırdatmayan kalabalıklar, önce İsrail’in diplomatik temsilcilikleri önünde toplandılar. Yetmedi, 1 Mayıs’ta pandemi gerekçe gösterilerek kale gibi korunan, bir tek gösterici çıkamasın diye demir duvarlarla kapatılıp, binlerce polis yığılan Taksim’de on binlerce insanla İsrail karşıtı gösteri yapıldı. (12 Mayıs 2021) “Ordu Kudüs’e, Mehmetçik Gazze’ye” sloganları atıldı.
Esasen bu gösterilerin tamamı iktidar organizasyonuydu. Yoksa ne o kalabalıklar sokağa çıkardı, ne de polis izin verirdi.
Gerçekten de iktidar, Filistin gerginliğini kendi tabanını mobilize etmek, canlandırmak için fırsat saydı.
Erdoğan her gün İsrail aleyhtarı konuşmalar yaptı. İktidar sözcüleri bu yönde demeç verme yarışına girdiler.
-Fahrettin Altun, “Cumhurbaşkanı İletişim Başkanı Altun İsrail’e her zulmün, katliamın ve terör eyleminin hesabını soracağız.”(AA, 10 Mayıs 2021)
– 11 Mayıs’ta gene minbere kılıçla çıkan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’tan Kudüs çağrısı: Artık slogan atmak, ağıt yakmakla yetinemeyiz.”
– Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan İsrail’in basına saldırısına tepki.
İ. Kalın, Gazze’de içinde AFP, Associated Press ve Al Jazeera’nin bulunduğu binanın İsrail tarafından füze ile vurulmasına tepki olarak şunları söyledi:
“İsrail Filistin topraklarındaki insan hakları ihlallerine ve savaş suçlarına bir yenisini ekleyerek uluslararası basını hedef aldı. Hiçbir değer ve sınır tanımayan İsrail zulmünü lanetliyoruz. İşgal bitene ve tüm Filistin özgürleşene kadar bu habis güçle mücadelemiz sürecek.” ( t24.com.15 Mayıs 2021)
– Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu: “Ümmet bizi bekliyor”.
– Devlet Bahçeli, Partisinin TBMM’deki grup toplantısında (18 Mayıs 2021) NATO üyeliğini derhal tartışmaya açalım, Kürecik ve İncirlik’i boşaltalım gitsin.”
“Kudüs’e bir koruyucu güç planlanmıyorsa, o zaman tarihin sesine kulak verilmeli Türk milleti yeni bir nöbet için devreye girmelidir. ABD bunun önünde engelse Kürecik’i de, İncirlik’i de boşaltalım gitsin.”
Bu kuru gürültü kampanyasından sonra, İsrailli turistlerden PCR testi istenmeyeceği açıklandı.
Erdoğan bayram tatili için Marmaris Sarayı’na gitti.
İktidar Aslında Ne Yapabilirdi?
Türkiye ABD ile ilişkilerini düzeltmek istiyor. Bu amaçla 14 Haziran’da NATO zirvesinde gerçekleşecek Erdoğan-Biden görüşmesini bekliyor.
İsrail’le ilişkilerin düzelmesi hem Doğu Akdeniz’deki gelişmeler açısından önemli; hem ABD ile ilişkilerin düzelmesi bakımından gerekli.
Türkiye’nin bölgede Katar dışındaki bütün Arap ülkeleriyle arası bozuk.
Aklı başında bir hükümet İsrail-Filistin çatışmasını, ülke iç siyasetinde tabanını konsolide etmek için istismar konusu haline getireceğine; uluslararası ilişkilerini iyileştirmek için bir imkan haline getirebilirdi.
Hamas üzerinde ne kadar etkisi kalmışsa, bunu değerlendirerek, İsrail’le kapalı olan diplomatik kanalları, olağanüstü şartları gerekçe göstererek açmayı deneyebilirdi.
Keza Arap ülkelerinin devlet Başkanlarını arayıp, gene bu olağanüstü durumu gerekçe göstererek, bölgedeki trajik gelişmelere bir son verebilmek için, aradaki problemleri daha sonra konuşmak üzere, şimdi, acilen beraber ne yapabiliriz sorusuyla bir diyalog kapısını açmayı deneyebilirdi. Böyle bir öneriyle küslerin kapısını çalmak kimseyi küçültmezdi. Böyle bir diyalog arayışını reddeden de olmazdı. Böyle bir diplomatik atak çatışmaların bitirilmesi bakımından imkanlar da yaratabilirdi.
Sonuçta İsraille ilişkileri düzeltmek için adım atmış; çok sayıda Arap ülkesiyle arasındaki mesafeyi daraltmış bir iktidarı temsilen NATO Zirvesine gitmek, ABD ile ilişkileri düzeltme yönünde az veya çok bir mesafe alınması anlamına gelirdi.
Bu yapılmadığı gibi, konuyu iç politikada istismar etmenin seçilmesi sonucunda,
1. ABD Erdoğan’ı antisemitizm yapmakla eleştirdi.
2. ABD Dışişileri Bakanı, 17 Mayıs’ta Ürdün, Tunus, Suudi Arabistan, Katar, Mısır Dışişleri Bakanlarıyla Gazze’yi konuştu. Bu konuyu NATO üyesi, “değerli müttefik” Türkiye Dışişleri Bakanı ile konuşmadı.
Bu da son olsun, önümüzdeki günlerde Yunanistan Dışişleri Bakanı Gazze’yi ziyaret edecek.
Gazze’de yaşayan Filistinliler ve elbette Hamas bu ziyaretten memnuniyet duyacak.
FKÖ de öyle.
İsrail hükümeti de bu ziyareti engellemeyecek.
Modern Devletler dış politikayı böyle yapıyorlar.
Kabile rejimlerinde ise:
Ateşkes ilan edildiğine göre, Erdoğan, Bahçeli, Kalın, Erbaş, Çavuşoğlu, ağızlarından çıkan her şeyi yeni bir gerilime kadar unutacak. Kürecik, İncirlik, habis, kılıç kuşanıp minbere çıkma, hesabını soracağız, ordu Kudüse vs vs vs bir duman gibi havaya karışacak….