SEÇTİKLERİMİZ – Bereket Kar Artı Gerçek’e yazdı: 1948 işgali altında, İsrail vatandaşı olarak doğup büyüyen Filistinli genç neslin, onlarca kentte sokaklara dökülerek, yerleşimci fanatiklerle ve işgal kuvvetleriyle çatışması, İsrail yönetimi için tam bir şok etkisi yaratmıştır.
Bölge genelinde on yıldır yaşanan çalkantı, çatışma ve savaşlar bölge halklarının bütününü yorduğu kadar, iktidarların ve muhalif toplumsal dinamiklerin önceliklerini, mücadele yöntemlerini ve ittifak anlayışlarını da etkilemiştir. Arap Baharı dalgasının bölge genelinde ortaya çıkardığı makro gerçeklik bu olurken, coğrafik, ülkesel gelişmeler, küresel, bölgesel ve yerel güçlerin güncel, stratejik plan ve projelerine göre farklıklar göstermiştir. Filistin halkı ve özgürlük güçleri bu süreci en hissedilir şekilde yaşamış halkların başında geldiğini söylemek abartı olmaz sanırım.
Esas olarak bölge halklarının ve genelde ‘’Arap yönetimlerinin’’, 73 yıldır(Nekbe’den bu yana) müşterek meselesi olarak saydıkları, Filistin davası, yukarıda işaret ettiğim nedenler dolayısıyla bölge gündeminin görünmez sıralarına düşmüş ve de düşürülmüştür. Bölge halklarının kendi iç sorunlarıyla meşguliyetini fırsat bilen İsrail, ABD’den aldığı destekle Batı- Şeria da yerleşim birimlerini genişletirken, Kudüs’ü İsrail devletinin ebedi başkenti olarak ilan etmiş ve fanatik dinci Yahudileri, Filistinlileri yıldırmak, göçe zorlayarak, birçok bölgenin demografik yapısını değiştirmek hedefiyle silahlandırıp ırkçı temizliğinin önünü açmıştır. İsrail devletinin kuruluşuyla(1948) 73 yıl boyunca, toprak işgalini büyük oranda tamamlarken, ikinci temel hedefi olan demografik yapı değişikliğiyle, Kudüs’ü Yahudileştirme, Şey Cerrah semtin den başlama planı, geçmişe dayansa da bugün Netanyahu’nun yeni bir saldırı hamlesiyle gündeme getirmesi, Kudüs’ün ilhakını tamamlayarak, hükümeti kuramama beceriksizliğini örtmek,diğer taraftan, Mahmut Abbas’ın (devlet bşk.) Filistinli güçlerle anlaşmazlığından faydalanarak, Oslo Barış Anlaşması’nın (1993) tabutuna son çiviyi çakıp Filistinlileri, Batı-Şeria da özerk yönetime ikna edip, BM’in iki devletli çözüm kararından kurtulmak.
Evet bölgede yaşanan yıkımlar, Filistin sorunu büyük oranda gündemden düşürmesi, Trump’ın yüz yıl projesini, Filistinlilere rağmen, İsrail’le barış ve normalleşme olarak, Arap yönetimlerine kabul ettirmesi karşısında tepkilerin cılızlığı, Netanyahu yönetimi için iştah kabartıcı bir fırsat olduğu doğrudur. Ne var ki hesaba katmadığı doğru ise İsrail’in on yıllarca ceberut politikaları, işgalleri, katliam ve her türlü ihlal uygulamalarının, yaşlı kuşaklarla kaybolup gitmediğidir. Bireyci, kimliksiz, günübirlikçi, umarsız ve asimile olduğu düşünülen yeni nesilin, ortaya koyduğu kararlı, sorumlu ve dayanışmacı tutumuyla, Netanyahu’yu olduğu kadar, İsrail, Arap yönetimlerini ve emperyalist güçleri şaşırtmıştır.
Geçmiş Filistin tarihindeki mücadelelere yeni girdiler sağlayan yeni nesil, birinci ve ikinci İntifadaları da aşan, niteliksel mücadele zenginlikleri kattığını görmek önemlidir. Kudüs savunulurken, kimlerin indirgemeye çalıştığı yalnızca bir inanç merkezi olan Aksa Cami’yi değil, Müslüman, Hristiyan ve diğer tüm Kudüslüler savunulurken, Kudüs’ün, Filistin kurtuluş mücadelesinde taşıdığı tarihsel, kültürel, inançsal ve sosyal önemi kadar, siyasi ve coğrafik önemine de dikkat çekilmiştir. Kudüs’te sergilenen halk direnişinin, kısa sürede Gazze ve Batı-Şeria’ya yayılması anlaşılırken, 1948 işgali altında, İsrail vatandaşı olarak doğup büyüyen Filistinli genç neslin, onlarca kentte sokaklara dökülerek, yerleşimci fanatiklerle ve işgal kuvvetleriyle çatışması, İsrail yönetimi için tam bir şok etkisi yaratmıştır. Böylelikle Filistin topraklarında yaşayan dört ayrı bölgedeki halkın mücadele birliği, demokratik direniş ve hak talepleri zemininde eşzamanlı olarak, başkaldırıya dönüşmüş olması, yanı sıra, Gazze’den İsrail yönetimine karşı yükselen tehditler, başta Kudüs halkı olmak üzere, Batı-Şeria ve 48’ topraklarda ayaklanan halk için büyük bir maral kaynağı olmuştur.
Gazze’nin silahlı desteğini Hamas’a indirgeyerek diğer bölgelerde devam eden demokratik direnişi çelerek meşruiyetini sorgulatacağını iddia eden liberal batıcı ve de normalleşme yanlısı güç ve anlayışları anlamak mümkündür. Zira bu güçler Filistin tarihi mücadelesinin her evresinde aynı role soyunmuş olup İsrail’in vahşi şiddetini, karşı koyanlarla eşitlemiş ve cevap verilmesinin olası barışı engelleyeceği tezlerini savunmuşlardır. Bugün Gazze den İsrail’e atılan füzelerin kaynağı Hamas, ya da başka güçlerin olması her şeyden önce caydırıcılık ve güçler dengesini büyük oranda etkilediğini, Filistin halkının uzun süredir yaşamadığı moral ve psikolojik üstünlüğünü yaşattığını görelim. Gazze füzeleri, Kudüs, Batı-Şeria ve 48’li Filistinlilerin başkaldırısı için bir nevi garanti ve geleceğe dair güveninin kaynağı olmuştur. Filistin halkının bütünü biliyor ki, Gazze de Hamas, İslami cihat, FHKC, FDKC, El Fetih, Nidal gibi siyasi güçlerin askeri kanadı bulunan toplamda 11 silahlı güç birleşik askeri konsey oluşturarak Kudüs’e sahip çıkmışlardır. İsrail’e karşı, birlikte koordine olmanın ilki sayılan bu davranış, Abbas yönetimini ve diğer geleneksel cephe yönetimlerini uzun vadede rahatsız etse de(buna Hamas yönetimi de dahil) Filistin halkını olağanüstü memnun etmiş ve yeni kuşak güçlerin önünü açmıştır.
Şüphesiz ki Hamas’n askeri kanadı‘ ’İzzettin Kassam Tugayları’’ askeri tugayların en güçlüsüdür. ‘’Arap Baharı’’ sürecinde İhvan güçleriyle birlikte davranan Hamas, Filistin’nin kurtuluş mücadelesinde laik, demokratik ve sosyalist güçlerle, İsrail’e karşı, ortak duruşu bir çelişki oluştursa da nihayetinde bu toplumun dokusundan türemiş, Filistin toplumunun bir gerçekliği olduğu yadsınamaz. Siyasal anlayışı ve toplumsal yaşam felsefesine katılmamakla birlikte, El kaide, Nusra, IŞİD gibi ithal güçlerle eş tutmanın, Filistin kurtuluş süreci ve toplumsal dinamiği açısından doğru olmadığını, Filistinli tüm güçlerin çoğulcu, demokratik birliktelik girişimleri den de görülebilir. Program, siyasi ve örgütsel farklılıklara rağmen, kireçlenmiş geleneksel yapı yönetimleri yerine, fikren ve yapısal, yeni güçlerin 21. yüzyıl gerçekliğine uygun örgütsel ve mücadele yöntemlerinin giderek hayat bulması, Filistin davasına olduğu kadar, bölge halkları ve toplumsal güçleri için de sevindiricidir. ‘’Arap Baharı’’ dalgası, rayından çıkarılıp kimi ülkelerde manipüle edilmiş olsa da sürece kalıcı müktesabatlar sağladığı inkar edilemez. Bugün Hala Tunus, Cezayir, Sudan, Irak, Lübnan, gibi ülkelerde halkların, özgürlüğü ve onurlu yaşamı için kitlesel demokratik mücadelede ısrar ediyor oluşları, bu yeni kazanımların bir sonucudur. Kudüs ayaklanmasının tüm Filistin’e yayılmış olması da bu gelişimlerden bağımsız ele alınamaz. Zira bölge ve dünya halklarının, Kudüs başkaldırısı ve Filistin halkıyla, İsrail’in şiddet, işgal her türlü ihlallerine karşı gösterilen enternasyonal dayanışma, ABD, AB ve Arap normalleşme heveslilerini büyük oranda zora sokmuştur.
Yazının tamamı için TIKLAYINIZ…