SEÇTİKLERİMİZ – Hakkı ÖZDAL Gazete Duvar için yazdı: 1987 ve 1997’deki gibi, yine bir kavganın başına değil ‘sonuna’ tanık oluyoruz belli ki. Rejim, damarlarında kan yerine dolaşan bu irin aktığı için ölmüyor, ölmekte olduğu için bu kirli nehir akıyor.
“Biliyor musunuz, batıl inançlı değilimdir, fakat havyar her zaman kötüye işarettir. Ben müzisyenim. Bu beni davetlere çağıran üçüncü rejim; fakat bütün rejimlerin ortak noktası şu: Durum ne kadar kritikse havyar ikram edileceği o kadar garanti.”
İsviçreli yazar Max Frisch, “Kont Öderland: On İki Sahnelik Bir Cinayet Baladı” (1) oyununda, devasa bürokrasisi ile yozlaşmış bir rejimin çözülüşünü, ilkeli, sadık ve çalışkan bir savcının olağanüstü değişimini izleyerek anlatır. Savcı, soruşturduğu bir aile katliamındaki suç aleti olan ‘balta’yı neredeyse bir güç fetişine dönüştürerek burjuva toplumun üstüne doğrultur. İktidarın zor gücü, fiziki ve siyasal şiddet, kapitalizmin küçük insanlarının ölümcül yabancılaşması gibi büyük meselelerin çerçevelediği, hayalle gerçeğin iç içe geçtiği bir atmosferde bu balta, kalabalıkları büyüleyen ve cesaretlendiren, rejimi ve onun rutinini sürdürenleri ürküten bir sembol olmuştur. Savcı’nın yeraltı örgütü kentin iktidar binalarının temellerini sallarken Hükümet Sarayı’nda düzenlenen bir resepsiyona katılan iki “kültür taşıyıcısı”, resmi kıyafetler ve üniformalar arasında şampanyalarını içerek konuşmaktadır ve yukarıda alıntılanan sözler bu sohbette geçer: “…fakat havyar her zaman kötüye işarettir.” Frisch, belki de bir ölçüsüz zenginlik imgesi, bir imtiyaz istisnası olarak seçmiştir havyarı; nitekim Savcı ya da yeni kimliğiyle Kont Öderland, burjuva toplumun çöküntü halindeki kurumlarını sarsan bir isyan başlatmıştır ve havyar bu yozlaşmanın soyut ama sürekli bir etiketi gibidir.
Kont Öderland kurmacasını o hayali ülkeden bizim gerçek ülkemize taşımaya kalksak, havyar yerine uyuşturucu (kokain) koymak gerekir belki: Durum ne kadar kritikse kokainin ortaya çıkması o kadar garanti!
* * *
Nereye varacağımız açık: Suç örgütü lideri Sedat Peker’in yurtdışında çekip internetten yayınladığı videolar, neredeyse “yeni bir Susurluk” çağrışımı yaparak yayılıyor. Aslında yeni bir Susurluk da dememeli, son olarak Susurluk’ta ortaya çıkan devlet-mafya-siyaset ilişkilerinin, bunlarla hiçbir zaman gerçek bir hesaplaşma yapılmadığı için kesintisiz şekilde bugünlere dek geldiğini kanıtlayan bir işlev görüyor. Susurluk kod adıyla anılan ilişki ve işleyiş ağlarının, başlıca aktörleri bile değişmeksizin bugünlere taşındığı, yine devlet bürokrasisinin, yine siyasetin dâhil olduğu bir çevrimle çalışmaya devam ettiğini gösteriyor. Ve bir kez daha, yakın tarihimizde en az üçüncü kez olmak üzere bir kez daha, bir ‘kavga’ sonucunda ortaya çıkıyormuş gibi görünüyor. Oysa bu, birbiriyle restleşen mafya babalarının kavgası değildir; bu, Türkiye’de 12 Eylül’den sonra kurulan rejimin bugünlere değişmeden gelen karakterinin bir semptomudur. Mafyacıların kavgası ve ifşaları, devletteki çürümeyi gösteren bir işaret olmaktan ötedir; bu kişilerin, sistemin-devletin-rejimin asli unsuru olduğunu gösterir mahiyettedir. Sedat Peker’in –belli ki kendisinin de spekülatif bir etki yaratmak için gayret ettiği– masa üstü objelerindeki “gizlenen” mesajlar çok ilgi çekiyor ve bu ilgi normal; ama o masadaki asıl ‘obje’nin bizzat Peker’in kendisi olduğunu; içinde bulunduğu çatışmanın ‘tarafları’ ve ‘ilgilileri’ açısından asıl ‘mesaj’ı kendi varlığıyla, ‘canlı’lığıyla verdiğini gözden kaçırmamalı. Suçladıkları, ifşa ettikleri ve edecekleri, asıl mesajı, kendi habitatlarının bir üyesi olan Peker’in cüretinden alıyor olmalıdır; bu ‘yeni bir durum‘a işaret etmektedir zira…
Peker, geçtiğimiz yaz başında Kolombiya’da ele geçirilen ve Türkiye’ye gelmekte olduğu anlaşılan 5 tona yakın kokaini işaret ederek, Türkiye’deki bu olayla ilgisi olan şirkete dokunulmadığını söylüyor ve bunu şöyle açıklıyor: “Uyuşturucunun geldiği adres belli. Sahibi Mehmet Ağar…”
Bizim rejimlerin havyarı kokain, kısa süre önce de bir şimşek ışımasıyla görünmüş, rejimin çekirdeğinde olup bitenlerin bir fragmanı gibi seyredilmişti; yüzeye serpiştirilmiş ‘pudra şekeri’ gibiydi, konunun ihtiraslı bir genç tilkinin faka basmasından ibaret olmadığı herkes için çok açıktı. Bir lüks otomobilde plastik tabaktan fırtlanan neşe pudrasıyla, Kolombiya limanından yüklenen 5 ton arasında doğrusal bir yol olduğu gerçeği kadar açık…
Hakkı ÖZDAL’ın Gazete Duvar’daki yazısının tamamını okumak için TIKLAYIN