Cengiz Onur yazdı: Bitkilerin besin değer kaybına uğramasının en önemli nedenlerinden biri sanayi tarımının on yıllardan beri üretimde uygulanan yöntemlerle toprağa uyguladığı tahripte yatmaktadır. Her yılın ertesinde topraklar gittikçe daha fazla verim verme gücünden düşmekte, yorulmaktadır.
Kapitalist sistemin sanayi tarımı alanında en yoğun müdahalelerde bulunduğu, tekelleştirmeyi en çok hızlandırdığı, doğayı ve bunun kopmaz bir parçası olan insan yaşantısını belirlemeyi azami noktalara çıkarmaya çalıştığı alanlardan biri de bitkisel tohumlarla ilgili faaliyetleridir.
Yerleşik toplumların oluşması ve gelişmesiyle birlikte binlerce yıldan beri insanlar topladıkları hasatın bir bölümünü gelecekteki ekim için saklamakta/depolamakta idiler. Çeşitli tohumlar aynı zamanda komşuluk/ticaret ilişkileri içerisinde köylüler arasında takas ediliyor ve böylece eski/yeni tohumlar tarih boyunca denemeden geçiyordu. 19. yy sonuna kadar değişik yörelerin toprağına ve klimasına uyarlanan yararlı bitki türlerinin sayısı böylece 5000’e kadar ulaşmıştı. Günümüzde ise bu bitkilerin çeşitliliğinde %75 – %94 kadar kayıp vardır.
Çeşitlilikteki kayıplar
Bu kayboluş sadece birbirinden farklı olan bitkiler için değil, aynı zamanda bir bitki türünde görülen çeşitlilik için de geçerlidir.
Örneğin, ABD’de 1983 yılında son kere sayılan tohumların/bitkilerin çeşitliliği bugün çarpıcı bir sonuca ulaşmıştır. Şu kısa liste ulaşılan kaybı göstermektedir:
Besin değerlerinde olan kayıplar
Başka bir kayıp, ürünlerin besin değerinde görülmektedir. Bunun en tipik örneği agro kimya tekellerinin ürettiği hibrit domates tohumlarında gözlemlenmektedir. Bu tekellerin tohumlarıyla üretilen domateslerde görülen mineral ve vitamin kaybı, yüzlerce/binlerce yıldan beri doğal koşullarda hibritleşen, doğal/geleneksel kalitede ekilen bir domatese nazaran çarpıcı boyutlara ulaşmış durumda.
Başka bitkisel besin kaynaklarında da benzer bir kayıp gözlenmiştir
Kaynak: 1985 Pharmakonzern Geigy (Schweiz), 1996/2002 Lebensmittellabor Karlsruhe/Sanatorium Oberthal
Bu durumda gıda uzmanlarının tüketicilere vermiş olduğu, „günde beş porsiyon sebze ve meyve yiyin“ mealindeki tavsiyeler aslında geçerliliğini kaybetmiş durumda. Imperial College London’daki araştırmacılar, 2017 yılında yapılan bir araştırma sonucunda tavsiye edilen günlük miktarı 10 porsiyon (80g/Porsiyon); Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ise 7-9 porsiyon olarak tespit etmekte.
Bitkilerin besin değer kaybına uğramasının en önemli nedenlerinden biri sanayi tarımının on yıllardan beri üretimde uygulanan yöntemlerle toprağa uyguladığı tahripte yatmaktadır. Her yılın ertesinde topraklar gittikçe daha fazla verim verme gücünden düşmekte, yorulmaktadır. Bu tükeniş gerçeğin kaba bir tasviridir.
Sistem, aşırı derecede gübreleme, sulama ve başka yöntemlerle toprağı sanki kırbaçlarcasına verimi ve dolayısıyla kâr marjını azami seviyeye çıkarmak için elindeki bütün olanakları zorluyor ve kullanıyor. Bu durumdan dolayı aşırı hızla büyüyen bitkilerin, kalitesi zaten düşmüş olan topraktan besin değeri emebilmesine, oluşturabilmesine, biriktirebilmesine zaman kalmamaktadır. Bu üretim koşullarında yoğun olarak kullanılan bir sürü pestisitin bitkisel gıda maddelerinin daha az antioksidanlara sahip olmasına yol açması da burada başka bir detaydır. Araştırmalar göstermektedir ki, doğal/ekolojik koşullarda, pestisit kullanılmadan üretilen sebze ve meyvelerde insan sağlığı için olumlu rol oynayan ikincil metabolizmaya ait maddeler daha fazladır.(3)(4) Bilimsel araştırmacılar pestisitin kullanılmadığı koşullarda doğal düşmanlardan korunmak için bu ikincil metabolizmaya ait maddeleri bitkilerin kendilerinin ürettiğini tahmin etmektedirler.
Gıda ve Tarım Örgütü FAO´nun açıklamalarına göre mikro besin kıtlığının bir ifadesi olan ve „gizli açlık” olarak tanımlanan koşullardan yaklaşık 2 milyar insan etkilenmektedir.(5) Bir zamanlar UNICEF’in başkan yardımcılığını yapmış olan Kul C. Gautam, “gizli açlığı” kısaca şöyle tanımlamakta: “Mikro besin kıtlığından kaynaklanan “gizli açlık” tanıdığımız açlığa yol açmaz. Bu açlığı belki midenizde hissetmezsiniz, fakat sağlık ve zindelik açısından kayba uğrarsınız.” (6)
Araştırmalar göstermektedir ki, üretim/verim çoğaldıkça ürünlerin besin değeri düşmektedir. Bunu 1950 – 1999 yılları arasında 43 sebze üzerinde yapılan incelemeleri değerlendiren Texas Üniversitesinden biyokimyacı Donald R. Davis gayet güzel ispatlamaktadır.(7)
Gıda ürünlerinin, bitkilerin besin değerinin düşmesinde yukarıda kısaca değinilen faktörlerin hepsi başlı başına insanlık için olumsuz rol oynayan dertler. Bunlara eklenebilecek başka ciddi bir faktör ise bir tohumun kendisine doğrudan yapılan müdahalede yatmaktadır.
Tohuma olan müdahale
Dev agro kimya şirketleri kurdukları sömürü ve hakimiyet sistemini mükemmelleştirmek, bunu en efektif bir şekilde kontrol edebilmek için teknolojik olanakları devreye sokmaktadırlar. Tohum üzerindeki bu kontrole ulaşmak için yeni olmayan, fakat halen etkin olarak kullanılan bir metot da, hibrit bitkilerin/tohumların geliştirilmesidir. Bitkiler basit/tek boyutlu bir türe ulaşana dek, sistematik ve yoğun olarak bir nevi ensesten geçirilerek hibritleştirilmekte. Agro kimya şirketleri tarafından uzun araştırmalar, denemeler neticesinde üretilen ve dünya pazarına sokulan bu tohumlardan elde edilen ilk hasat oldukça yüksektir. Fakat bu hibrit bitkilerin tohumlarının bir dahaki ekimde tekrar kullanılabilmesi mümkün olsa bile, buradan elde edilen ürünlerin kapasitesi, kalitesi ve pazarlama değeri çok düşüktür. Böylece köylüler her sene yeniden tohum almak zorunda olup, agro kimya şirketlerinin ürünlerine bağımlı kalmaktadırlar. Dünya çapında üretilen sebzelerin ve mısırın büyük bir çoğunluğu, çavdarın ve kolza tohumunun bir bölümü hibrit kökenlidir ve bu hibritler genetik çeşitliliğin azalmasına yol açmaktadırlar.
Dünya çapında üreticiler ekmek istedikleri bitkilerin hibritleştirilmiş tohumlarını genellikle kataloglardan seçmekte, sipariş etmekte. Bu kataloglarda tohumlarını satışa sunan şirketler piyasaya hâkim olan Syngenta, Dow/DuPont, BASF ve diğer dev agro kimya şirketleri. Hızlı tekelleşme ve bunun piyasaya yansıması bu sermaye fraksiyonları için de geçerli. 1996 yılında dünyada tohum üreten en büyük 10 şirketin pazar pay oranı %30’un altında idi. Günümüzde ise piyasanın en büyük üç dev şirketi haline gelen Bayer/Monsanto, Dow/DuPont ve Syngenta; ürünlerin %53 kadarını ele geçirmiş durumdalar.(8) Örneğin bu üç dev şirket şeker pancarında %90, mısırda %57 ve soyada %55 oranında bir kontrole sahiptir.
Bu sistemin boyutlarının detayını en güzel domatesle ilgili olan araştırmalar, üretimler ve ticaret göstermekte.(9) Burada satış kriteri, tohumun yaratacağı ürünün büyüklüğü, biçimi, renk, yüksek verim oranı ve raf ömrü süresidir. Önemli olan başka bir detay ise HF1 veya F1 kısaltmasıdır, bu ilk hibrit kuşak/döl anlamına gelir. Bir hibrit tohumun üretimi örneğin şöyle gerçekleşmektedir: Bir yanda büyük fakat soluk renkte, diğer yanda da kırmızı fakat çok küçük domates veren iki ayrı cins çaprazlanır/melezleştirilir. Buradan elde edilen ürüne hibrit denilir, bu ürün hem büyük hem de kırmızı renkli domatesin genlerini taşımakta. Hibritleştirmede renk ve büyüklük dışında uzun ömürlü olma, biçim, lezzet vs. gibi faktörler de göz önünde bulundurulabilir.
Sanayi tarımının yoğunlaşmasıyla birlikte 1920’li yıllardan itibaren sermaye çevreleri birçok özelliği içinde barındıran bir “süper domatesi” yaratmak için tohum ıslah tesislerinde, laboratuvarlarda yoğun bir faaliyet içerine girmiş durumda. Geleneksel/eski domates cinsleri genellikle çabuk çürümektedirler, bu yüzden bilimsel araştırmacılar hep “genç kalan” domatesleri arayıp dururlar. Her ne kadar, 1994 yılında gen teknolojisiyle artık çabuk cıvıklaşmayan, uzun ömürlü olan bir domatesin yaratılmış olmasının “müjdesi’’ ABD’de verilmiş olsa da, “mucize yaratan” domates tohumları genellikle İsrail’de geliştirilmekte.
Kudüs İbrani Üniversitesinden Prof. Haim D. Rabinowitch, üniversite dahilinde Fransız Vilmorin&Cie şirketi için değişik üretici/tüketici pazarlarına ve taleplerine en iyi uyan domateslerin nasıl üretilebileceği üzerine araştırmalar yürütüyor. Hatırlatmak gerekir ki, Prof. Rabinowitch ve ekibi binlerce kere çaprazladıkları/melezleştirdikleri tohumların ardından, tesadüfen keşfettikleri bir mutasyon ile nihayet 70’li yılların sonuna doğru çabuk çürümeyen “ölümsüz domatesi” üretebilmiş ve kendilerinin bu icadı, dünya pazarları için büyük bir dönüşüm sağlamıştı. Bu mutasyondan önce üretilen domateslerin %40 kadarı pazarlara ulaşamadan, transport sırasında, 3-4 gün içerisinde, çürümekte idi. Günümüzde Prof. Rabinowitch’in idaresindeki tohum ıslah tesislerinde; tohumlar, fidanlar ve domatesler hala arzuya göre dizayndan geçirilmekte ve üretilmektedir. Sermayenin arzusu bol, örneğin balkanlarda ekilmesi düşünülen, fidanı dikey büyüyen, 300 gr. ağırlığa ulaşabilecek, greyfurt büyüklüğünde bir domates verebilecek olan bir süper hibrit; normalde salkımları her yöne, üç boyutlu büyüyen domateslerin paketlemeyi ve transportu kolaylaştırmak için artık iki boyutlu olarak bir balık kılçığına dizilmiş gibi büyümesini sağlamak vs.
Fakat Prof. Rabinowitch’e göre kendisinin icat ettiği, ürettiği çürümeden “genç kalan” domatesin istenmeyen bir bedeli tat kaybı. Başka bir kayıp da, daha önce belirtilen besin değerlerinde görülüyor. Bütün bu olumsuz faktörlerin nedeni, Prof. Rabinowitch’in keşfettiği ve domatese soktuğu uzun yaşamı sağlayan bir genin ürünün olgunlaşmasını engellemesinde yatıyor. Bu yüzden kendisi; agro kimya şirketlerine içinde A, C ve E vitaminleri içeren, daha sağlıklı bir domatesi üretebilecek bir proje önermiş, fakat bu şirketlerden hiçbir ilgi görmemiş.(9)
Tohum ticaretinin ağır toplarından biri, Türkiye’de de faaliyet gösteren, 2003 yılında multinasyonal Fransız Limagrain şirketi(10) (11) tarafından yutulan, İsrail asıllı Hazera(12)(13) adında bir şirket. Hazera’nın “ölümsüz domatesler” üzerinden ulaştığı kazanç her yıl milyonlarla ölçülürken, Limagran’ın yıllık cirosu ise milyarlarca Euro civarında. Hazera’nın İsrail’deki seralarında “Küresel Domates Üretimi Müdürü” olan Yaron Giras bile; Türkiye pazarı için üretilen, Lamia isimli domatesi tatsız tuzsuz bulmakta. Burada da yine önemli olan domatesin kendisinin büyük ve kırmızı olması, sapındaki çanak yaprakların gösterişli olarak büyümesi ve ürünün çabuk çürümemesi. Yani ne tat ne de besin değeri bir rol oynuyor.
Domateste ve başka meyve&sebze çeşitlerinde neredeyse tadı, aromayı belirleyen bütün temel geçici bileşimler, önemli besin değerlerinden kaynaklanmaktadır, yani ürünün tatsız olmasıyla besin değer kaybı arasında da bir ilişki vardır. Florida Üniversitesinden bitki bilimci Prof. Harry Klee’nin çalışmaları bu konuyu aydınlatan veriler sunuyor.(14)
Limagrain/Hazera gibi dev agro kimya şirketleri dünyanın birçok yörelerinde tohum üretme merkezleri kurmuş durumda. Sadece bu merkezlerde üretilen domatesten sağlanan bir kilo tohumun fiyatı, domatesin cinsine göre 60.000 – 400.000 EURO arasında oynayabiliyor. Şu karşılaştırma bile bu sermaye fraksiyonlarının neden böyle bir pazara egemen olmaya çalıştığını göstermektedir: Bir kilo altının değeri şu sıralar „sadece” 47.000 EURO civarındadır!
Bu şirketler belli kriterlere göre topraklarında tohum üretme merkezleri kurulabilecek ülkeleri hedef alıyorlar. Elbette tohum üretiminde söz konusu sebzede en uygun yetişmeyi sağlayan önemli bir faktör iklimdir. Bu şirketlerin kâr marjını azami seviyeye çıkarmak için üretimdeki iş gücünün en düşük asgari ücrete denk düştüğü ülkelerde faaliyet göstermesi de başka önemli bir faktör. Zaten bu yüzden girilen bir ülkenin içinde en yoksul yörelerde faaliyet gösteriyorlar. Bu ülkelerde bu amaç için sürdürülen sömürü sistemi en çok kız çocukları ve kadınlar üzerine kurulmuş durumda. “Kirlenmiş Tohum” adı altında sunulan bir rapor/araştırma bitki tohumu üretimi üzerinden Hindistan’da yürütülen bu sömürünün boyutlarını detaylarıyla göstermektedir.(15)
Hindistan’ın Karnataka eyaletinden her yıl sadece domateste ihraç edilen tohumun miktarı 160.000 kilo kadar.
Bu yörelerde Türkiye’de de tanınan HM.CLAUSE isimli şirket(16) ana şirketi Fransız Limagrain için sömürü sistemini oturtmuş durumda. Köylüye, yerli iş verene, bu şirketin örneğin bir kilo domates tohumu için verdiği fiyat sadece 100 EURO civarındadır. Limagrain/HM.CLAUSE ise bu tohumun kilosunu Avrupa’daki piyasaya en az 60.000 EURO ile sokabilmektedir. Yani sonuçta bu ürünün kilosu en az 600 kat bir fiyat farkıyla pazarlanabiliyor!
Kaynak: http://www.indianet.nl/
Hindistan’da biber, domates, bamya vs. tohumu üretiminde yaklaşık 156.000 çocuk çalışmakta. Uzun iş günü, kötü çalışma koşulları, zehirli pestisitler arasında günlük yaşamlarını geçiren bu çocukları çalıştıran yerli iş verenlerden hizmet alan şirketlerin çoğu dünyanın tanınmış mültinasyonal dev agro kimya şirketleri: BASF, Syngenta, Limagrain/Hazera, Bayer/Monsanto, Dow/DuPont, East-West Seed, Sakata vs.
Günümüzde dev agro kimya şirketlerinin oluşturduğu bu hibritleştirilmiş tohum hegemonyasından kaçabilmek neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda. 2020 yılında dünyada ticaret için üretilen tohumların %60 kadarı şu dört şirketin elinde: Bayer/Monsanto, Dow/Dupont, Syngenta ve Limagrain. Bu şirketlerin biyolojik çeşitliliği korumak gibi bir kaygıları yok. Bu nedenle, 2008-2014 yılları arasında Birleşmiş Milletler Örgütünde Gıda Hakkı Özel Raportörü olan Olivier de Schutter şu uyarıda bulunmuştur: Tekdüze ürünlerin uygulamaya sokulmasıyla birlikte tarımsal bitki çeşitliliğinde %75 kadar bir kayıp ortaya çıkmıştır. Dünya açlığa nazaran besin değersizliğinden daha fazla zarar görmektedir. Biyolojik çeşitlilik bir lüks değildir, aksine dünya çapında beslenmeyi garanti altına alabilmeyi sağlar. Bizler, geleceğin ve klima değişikliğinin ne yaratabileceğini, hangi haşerelerin ve hastalıkların bitkilerimize zarar verebileceğini bilmiyoruz. Böyle bir durumda, daha önce bilinmeyen tehlikeleri atlatabilmek için, çok çeşitliliğe sahip bir bitki dünyasının sunduğu doğal rezervlere ihtiyacımız var. (9)
Tohum, tabiatın insanlığa verdiği, binlerce yıla dayanan bir miras, fakat buna rağmen kapitalizm kendine özgü karakteriyle 20yy ortalarında fikri mülkiyet hakkı adı altında bu mirasa da saldırmayı, bunu kontrol etmeyi ve ele geçirmeyi hedefine koymuş durumda. Sanayi tarımını ilk defa yoğun olarak teşvik eden ABD’de tarım sektöründe kontrol bir avuç şirketin eline verilmeye başlanıyor ve böylece günümüze kadar gelen ve daha da büyüyen, dünyanın birçok yöresinde çok büyük dert ve zorluklara yol açan bir gelişmenin kapısı açılıyor. Başlatılan bu felaketin adını da “Yeşil Devrim” koymuşlar, devrim ki, ne devrim! Bu sermaye çevreleri için şu faktörler devrimci: Tarımın sanayi boyutunda yapılanması; belli bitkisel ürünlerde (mısır, soya, kolza, yağ palmiyesi gibi) yoğun mono kültür üretimi; ağır tarım makinalarının kullanılması, yoğun gübre ve pestisit uygulamaları; toprakların sıkıştırılması. Gerçekte ise burada tabiata karşı bir karşı-devrim söz konusu.
Bu “Yeşil Devrim” sürecinde bu sektördeki büyük şirketler tarafından geleneksel tohumların yeterli verim sağlamadığı iddia ediliyor ve bu yüzden teknolojik uygulamalarla bu tohumların daha verimli hale getirileceği açıklanıyor. Ardından tohum çeşitleri standartlaştırılıyor ve aynı zamanda köylülerin kendi tohumlarını ekebilmeleri engelleniyor. Böylece 10.000 yıllık bir emek süreci içinde insan elinden geçen tohumların çeşitliliğinde 3/4 kadar bir kayıp yaşanıyor. Ayrıca tehlikeli biyolojik deneyler ile herbisitlere(17) karşı direnebilmeleri ve haşereler tarafından yenemez olabilmeleri için, tohumların genetik yapıları değiştiriliyor.
Müdahaleler çok boyutlu ve birçok olasılık/faktör üzerinden yürütülüyor. Bu şirketlerin kendi ürettiği tohumlar, genetik olarak aynı özelliğe sahip muazzam oranda bitkisel ürünlerin üretilebilmesini sağlamakta. Bu şirketlerin dünya piyasasına sel gibi boşalttığı bu tohumlar ile köylülerin, küçük üreticilerin rekabet edebilmesi imkânsız gibidir.
Değinilen şirketler sadece köylülerin, üreticilerin bağımlılığını değil, aynı zamanda kârlarını daha da yükseltmek için kendilerinin ürettiği her tohum cinsine uyan farklı pestisitler üretmekte. Böylece her tohum, yeni bir pestisit kullanımına kapıyı açmakta, sonuçta her yıl bütün dünyada 4 milyon ton pestisit topraklara/bitkilere sıkılmaktadır.
Bu gelişmelere paralel olarak Tohum Türü Koruma, Bitki Üretme Hakkı gibi tanımlamalar ile tohumların patentleştirilebilmesiyle şirketlerin tekelleşmesine izin verilmekte. Uluslararası alanda bu agro kimya şirketlerinin çıkarları kısa adı UPOV (Fransızca: Union internationale pour la protection des obtentions végétales) olan Uluslararası Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Birliğinin kriterlerine göre küresel çapta korunma altına alınmış durumda. 1961’de kurulan ve merkezi Cenevre’de olan UPOV(18), yeni bitki türlerinin korunmasına yönelik olarak hükümetler arası sözleşmeler düzenleyen bir kuruluş. Sözleşmelerdeki kriterlerin amacı, bitki çeşitlerini korumayı, yeni bitki çeşitlerinin geliştirilmesini fikri mülkiyet hukukuna uydurmaktır. Ülkelerin bu kuruluşa üye olması, sözleşmelerin temel unsurlarının ulusal hukukta uygulanmasını gerektirir. Burada korumanın ve hukukun kimin çıkarına işlediğini tahmin etmek zor değil.(19)
Temmuz 2017 tarihinde Hamburg’da yaptığı toplantıda UPOV sözleşmesini onaylayan G20, tohum yetiştiren agro kimya şirketlerinin haklarını tek taraflı olarak güçlendirmekte. Binlerce yıldır tohum eken ve böylece bu tohumları yerel koşullara uyarlayan küçük üreticiler/çiftçiler anlaşmaya dahil edilmemiştir. Bu insanlar UPOV kriterleriyle tohumlara ücretsiz erişimi kaybetmektedirler. Bu şirketler hegemonyalarını daha da genişletmek için, güney yarım küredeki birçok ülkeyi UPOV sözleşmesine dahil olmaya zorlamaktadırlar. Örneğin, bu zorlamaya boyun eğen Tanzanya’da çiftçiler kendilerinin elde ettikleri tohumları kullandıkları takdirde ağır cezalara çarptırılabilmektedirler. Çünkü UPOV, bu şekilde üretilen tohumların değiş tokuşunu ve satışını temelde yasaklıyor ve çiftçilerin kendi topraklarında bile ücretsiz tohum kullanımını önemli ölçüde kısıtlıyor.(20) (21)
İsviçreli bir organizasyon olan Public Eye, kapsamlı bir araştırmayla(22) güney yarım kürede geleneksel tohum üretimine bağımlı küçük toprak sahibi ailelerin, ülkelerinin UPOV’a katılması durumunda kendilerinin nasıl bir varoluşsal tehdit altına girebildiklerini ve bu sözleşmelerin insan hakları konusunda da ne gibi sorunlara yol açtığını göstermiştir(23)
UPOV gibi global müdahalelere, aynı mantıktan kaynaklanan başka kısıtlamalar da eşlik ediyor. Örneğin
Afrika için Yeşil Devrim İttifakı (AGRA – Alliance for a Green Revolution in Africa) adı altında oluşturulan organizasyon. (24)(25) Afrika kıtasını hedefine alan bu örgüt 2006 yılında Bill & Melinda Gates Foundation (BMGF) ve Rockefeller Foundation tarafından kurulmuş. Kapitalizmin tapınakları olan bu vakıflar AGRA üzerinden Monsanto, Cargill, DuPont, Dow Chemical, BASF und Bayer gibi şirketleri Afrika’daki ülkelerin üzerine salmış durumdalar. Bu şirketlerin hisse senetlerinin çoğunda BMGF’in de payının olması bu yüzden tesadüf değil. Ganimet kıta büyüklüğünde, al gülüm ver gülüm. Burjuvazinin dünya çapındaki havuz medyası, lobileri ve Türkiye’deki uzantıları Bill&Melinda’nın ne kadar hayır sever ve vizyoner olduğunu anlatadursun bakalım.
Oysa AGRA, ne güzel iddia ve palavralarla işe başlamıştı: Aynı 60’lı yıllardaki “Yeşil Devrim” yapma iddiaları gibi, Afrika’da da açlıkla mücadeleye karşı yeni bir ivme kazandırmak istiyorlardı. Temmuz 2020 yılında geniş bir STK birliği tarafından gerçekleştirilen bir basın toplantısında ulaşılan fiyaskonun boyutları bir incelemeyle açıklanıyor(26)(27)
Rosa Luxemburg Vakfı tarım uzmanı Jan Urhahn, incelemenin sonuçlarını „AGRA ve Yeşil Devrim’in peygamberleri için yıkım” olarak tanımlıyor. Bu incelemedeki en önemli sonuçlar şöyle sıralanabilir:(28)
* Açlığı yarıya indirmek yerine, özel ilgi gösterilen 13 ülkedeki durum AGRA’nın faaliyete başlamasından bu yana daha da kötüleşti. AGRA yıllarında açlıktan ölen insan sayısı %30 arttı.
* AGRA, örneğin yüksek bir borç riskine maruz kaldıkları için küçük ölçekli üreticilere bile zarar vermektedir. İnsanlar, Zambiya ve Tanzanya’da, hatta ilk hasattan sonra gübre ve tohum kredilerini geri ödeyememişlerdir.
* AGRA projeleri aynı zamanda küçük ölçekli üreticilerin neyi ekmek istediklerine kendilerinin karar verebilme özgürlüğünü de kısıtlıyor. Bunun gıda çeşitliliği üzerinde dramatik bir etkisi vardır. AGRA’nın odak noktası, sadece mısır yetiştirmektir. Sonuç olarak, geleneksel olarak iklime dirençli olduğu bilinen ve besin değeri yüksek bitki türleri yerlerinden ediliyor. Araştırmaya göre, 2006’dan 2018’e AGRA döneminde darı üretimi, AGRA’nın özel ilgi dahilinde olan 13 ülkede %24 düşmüştür.
* Buna ek olarak AGRA, şirketlerin çıkarları doğrultusunda, küçük toprak sahiplerini ve alternatif yapıları güçlendirmek yerine gübre üreticileri ve tohum şirketleri yararına yasalar çıkarmaları için hükümetler içinde lobi çalışmaları yapmaktadır.
* Köylüler, sadece maddi olarak karşılayamayacakları gübrelerle beraber ekilebilen hibrit tohumlarını satın almaya zorlanmaktadırlar.
Bütün dünyada anavatanı emperyalist ülkeler olan dev agro kimya şirketleri; kendi uydurdukları UPOV, AGRA gibi girişimlerin standartlarına uymaları için, girdikleri ülkelerin işbirlikçi hükümetleri aracılığıyla köylülere, tarım emekçilerine boyunduruk vurmakta. Bu şirketler kendi bitki/tohum üretme ve araştırma merkezlerinde ürettikleri cinslerin yeni, dayanıklı, homojen ve ayırt edilebilir olduklarını iddia edebildikleri sürece, bu standartlar üzerinden kontrolü elde tutmaktadırlar. Bu şirketlerin sertifikasyon standartları üzerinden sistemi kontrol altına tutmaları artık rutin bir hal almış durumda. Bu standartlar, çok iyi veya çok sağlıklı olmasalar bile, ancak sertifikalı ve tescilli tohum çeşitlerinin yasal olarak dolaşıma sokulabileceğini belirtmektedir. Kendi tohumlarını koruyan, paylaşan ya da bununla ticaret yapan köylüler, bir anda suçlu duruma düşmektedirler. Her ne kadar dünya çapında yalnızca üç şirket, ticari olarak kullanılan tohumların yarısından fazlasını kontrol etse de, geleneksel tohumlarla olan üretim bütün dünyada hala yaygın ve bu şirketlerin hala kontrolünde değil. Bu geleneksel tohumlar, küçük toprak sahibi köylü toplulukların yaşam kaynağını yok eden bir tarıma HAYIR diyen direnişin tohumuna dönüşmüştür. Tohumlar hala kendilerini eken, kendisinin ve kendisi gibi olan insanların karnını doyuran her köylü gibi direnmektedir. Bu tohumlar, küçük üreticilerin ve köylülerin pazarlarında, buluşma yerlerinde, mahalli tohum fuarlarındaki tezgahlarda direnmektedirler.
Tohumlar haksız kanunlara karşı mücadele etmektedirler. Bu tohumlar, köylüler topraklarını geri aldıklarında direnirler ve böylece daha iyi bir yaşam için umut tohumları olurlar. Bu tohumlar gıda egemenliği için verilen vahşi savaşın içinde; rengarenk bir çeşitlilikte oldukları için, farklı mineral ve vitaminleri cömertçe sundukları için, insan türünün esenliği, mutluluğu ve sağlığı için de direnmektedirler.(29)
Bu direniş, mücadele, dünyanın bütün kıtalarında, Afrika’da,(30) Güney Amerika’da,(31) Orta Amerika’da,(32) Kuzey Amerika’da,(33) Avrupa’da,(34) Asya’da,(35) Avustralya’da,(36) yıllardan beri sürmektedir. Ekim 2013’de 450 kadar şehirde insanlar ortak bir dayanışma ruhu ile Monsanto ve diğer şirketlerin, bunları koruyan hükümetlerin, insanlığa ve tabiata karşı işlediği suçları göstermek için meydanları doldurmuştur.(37)
Sosyal sorumluluk üstlenen sanatçılar, olanakları çerçevesinde yıllardan beri bu konularla ilgili dayanışma konserleri vermektedir. Manu Chau’ un onbinleri ayağa kaldıran „Fuera Monsanto“ (Defol Monsanto) konseri,(38)
„Seeds of Freedom“ (Özgürlük Tohumları) adlı şarkısı(39) burada bir örnektir.
Türkiye’de durum
Endüstriyel tarımın kendisi ve uluslararası ilişkilerin bağımlılığı arttıran sömürücü, tahrip edici etkileri Türkiye’ye de çoktan girmiş olduğu için, dünyada bir tepki ve savunma olarak kendisini ifade eden bu eylem örneklerinin benzerleri, elbette Türkiye’de de gerçekleştiriliyor. Fakat görüldüğü kadarıyla, bunlar genellikle yerel olmanın dışına pek çıkabilmiş değil. Yani bu sektördeki sermaye baronlarının endişeye kapılması için henüz bir neden yok daha. Burada kendi gücünün henüz bilincine ve farkına varmamış, ülke çapında ses çıkartabilecek ortak bir iradeye ve buna uygun olan bir örgütlenmeye/örgütlenmelere henüz sahip olmayan güçler, yani bir dev; uyandırılmayı bekliyor.
Bunu gören, bu durumu aşmaya, değiştirmeye çalışan ve bunun için emek veren, mutlaka ciddiye alınması, izlenmesi gereken bir sektör örgütlenmesi var. Bu, köylülerin/küçük çiftçilerin küresel örgütü La Via Campesina’nın(40)(41) Türkiye’de ki üyesi, Çiftçiler Sendikası Çiftçi-Sen’dir(42)(43)
Geleneksel sol partilerin/grupların ve bunlara ait olan veya yakın duran sosyal medyadaki yapılanmaların dışında, kapitalist endüstriyel tarımın meşruluğunu yoklayan, bu sistemi kısmen veya tamamen kabul etmeyen, toprak emekçileri ile de ilgili haberler veren, fakat genellikle daha çok iklim krizi, ekoloji ile ilgili konularda yürütülen faaliyetleri haber yapan, yorumlayan, zaman zaman da bu faaliyetleri kendisi örgütleyen bir çevre var. Takip edilmesi tavsiye edilebilecek olanların bazıları şunlardır:
Karabasan / https://www.karasaban.net/
Ekoloji Birliği / https://ekolojibirligi.org/
Kent Enstitüleri / https://kentenstituleri.org/
Yeşil Gazete / https://yesilgazete.org/
Ekoloji Politik / https://www.facebook.com/EkolojiP/
POLEN Ekoloji / https://www.polenekoloji.org/
Kazma Bırak / https://www.kazmabirak.org/anasayfa
İklim Adaleti / https://www.iklimadaleti.org/
Kapitalist sistemin toprağa, tohuma, bitkisel ürünlere karşı uzun süredir başlattığı müdahalelerin neticeleri ortada. Büyüyen klima krizinin bu neticeleri hızlandırması ve dolayısıyla insanlığın başına gelebilecek olan her türden felaketlerin boyutunun artması ihtimali kaygı vericidir.
Kaynaklar/Linkler
(1) https://www.welthungerhilfe.de/aktuelles/blog/vielfaeltiges-saatgut-fuer-mehr-biodiversitaet/
(2) https://www.wfilm.de/en/seed-the-untold-story/
(3) https://tr.wikipedia.org/wiki/Bitki_ikincil_metabolizmas%C4%B1
(4) https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0kincil_metabolit
(5) https://tr.wikipedia.org/wiki/Mikro_besin
(6) https://www.globalhungerindex.org/issues-in-focus/2014.html
(7) https://journals.ashs.org/hortsci/view/journals/hortsci/44/1/article-p15.xml
(8) https://www.forumue.de/wp-content/uploads/2018/01/broschuere-agropoly-weltagrarhandel-2014.pdf
(9) İngilizce: https://www.youtube.com/watch?v=ljthwaFUW1k
Almanca: https://www.3sat.de/gesellschaft/politik-und-gesellschaft/das-saatgut-kartell-108.html
İspanyolca: https://www.youtube.com/watch?v=nWuciai4OsM
(10) https://www.limagrain.com/
(11) https://www.lgseeds.com.tr/index.php?route=modules/items&category=Hakk%C4%B1m%C4%B1zda
(13) https://hazera.com.tr/hazera-tohumculuk-domates-pazarina-isik-tuttu/
(14) https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/16469919/
(15) http://www.indianet.nl/pdf/SoiledSeeds.pdf
(16) https://hmclause.com/tr/sirket-genel-bakis/
(17) https://tr.wikipedia.org/wiki/Herbisit
(18) https://www.upov.int/about/en/index.html
(19) İngilizce: https://www.youtube.com/watch?v=4O7cmwIKuEQ
Fransızca: https://www.youtube.com/watch?v=WZ0s09eYD3A&t=6s
İspanyolca: https://www.youtube.com/watch?v=bu8DLqEimRc
(20) https://www.publiceye.ch/en/topics/trade-policy/a-call-for-human-rights-impact-assessments
(21) https://www.agrarkoordination.de/uploads/tx_ttproducts/datasheet/V2_Duits_UPOV91_A4.pdf
(22) https://www.publiceye.ch/en/publications/detail/owning-seeds-accessing-food
(23) https://www.publiceye.ch/en/publications/detail/owning-seeds-accessing-food-1
(24) https://agra.org/
(25) https://en.wikipedia.org/wiki/Alliance_for_a_Green_Revolution_in_Africa
(26) https://www.forumue.de/wp-content/uploads/2020/07/Leere-Versprechen_AGRA_deutsch_20200706_WEB.pdf
(27) https://www.fian.de/fileadmin/user_upload/news_bilder/2020/False_Promises_AGRA.pdf
(28) https://www.rosalux.de/publikation/id/42635/falsche-versprechen
(29) Almanca: Saatgut im Widerstand https://www.youtube.com/watch?v=So8qde-bEDs
Fransızca: https://www.youtube.com/watch?v=da7AhG1hIHw
İtalyanca: https://www.youtube.com/watch?v=2OuelpouJUQ
İspanyolca: Semillas en Resistencia https://www.youtube.com/watch?v=e8wEuhMELyo&t=17s
(30) https://www.youtube.com/watch?v=4F_Rcu8SWcA
(31) https://www.youtube.com/watch?v=99IMRhcIGuA
(32) https://www.youtube.com/watch?v=oXoRNcJzZ24
(33) https://www.youtube.com/watch?v=czFgrEJCmOY
(34) https://www.youtube.com/watch?v=yhTFJPTorLY
(35) https://www.youtube.com/watch?v=4i82HqxlS9o
(36) https://www.youtube.com/watch?v=nr4GgzzCkLI
(37) https://www.youtube.com/watch?v=4AxG5vHhPDU
(38) https://www.youtube.com/watch?v=8_o-o69ycQo
(39) https://www.youtube.com/watch?v=TAdldgR31Vc
(40) https://m.bianet.org/bianet/siyaset/118931-ciftcilerin-kuresel-orgutu-la-via-campesina