Bülent TEKİN yazdı – Ulus-devlet yaratırken kültürel mirasları yıkmak, tahrip etmek ve insanları tek’leştirmek gerekmektedir. Bu durumda da ortaya vahim sonuçlar çıkar. İşte böylesi bir anlayış bir etnisiteye diğerini yok saymak, ortadan kaldırmak, uçurumdan atmak düşüncesi, güveni verir.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’den Mersin’e gelen bir Kürt aile 13 Mayıs günü saldırıya uğradı. Saldırıya tanık olan şahsın medyadaki ifadeleri saldırganların nasıl bir nefret dünyası içinde olduğunu gösteriyor. Tüyleri diken diken eden anlatım ırkçılığın ve nefretin ne denli kötü ve iflah olmaz bir hastalık olduğunu anlatıyor:
“…Adama ve 12-13 yaşlarındaki erkek çocuğuna taşlarla saldırdılar ve taşlarla kafalarına vurdular. Adam bariyerlere doğru savrularak bayıldı. Adamı uçurumdan atmaya çalıştılar. Yol verme kavgası olarak yansıtılabilir ama gerçekte öyle değildi. Bozkurt işareti yapıp, Kürtlere küfür edince, ırkçı bir saldırı olduğunu anladım. 5 dakika boyunca Kürtlere küfürler savurdular. Adamı alarak jipine bindirdim ve jandarma noktasına ulaştırdım. Sonra da ambulansı çağırarak hastaneye ulaştırdık.”
“…Honda Civic marka aracın beyaz jipin önünde durduğunu ve siyah araçtan inen 3 şahsın, beyaz jipin sürücüsünü ailesinin yanında öldüresiye dövdüklerini gördüm. Aralamaya çalışsak da başarılı olamadık. Beyaz jipin sahibi olan yabancı şahsı, eşini ve çocuklarını da tartakladıklarını gördüm… isminin sonradan… olduğunu öğrendiğim şahıs eline büyükçe bir taş alarak beyaz jipin sürücüsünün kafasına ve yüzüne 4 kere vurdu. İlk vuruşlarında şahıs dengesini kaybederek yol kenarında bulunan bariyerlere doğru devrildi. Bariyerlerden uçuruma doğru atmaya çalıştılar. Son vuruşunda şahıs bayılarak yere yığıldı. Yerde baygın olarak yattığı halde vurmaya devam ettiler. Şahsın ağzından, burnundan ve kafasından sürekli kan geliyordu… Daha sonra çevredekilerin ‘öldü yeter’ diye bağırmalarından sonra şahsı yerde baygın bir şekilde bırakarak araçlarına doğru yöneldiler. Araca binecekleri esnada… isimli şahıs geriye doğru geriye dönerek, ‘Bu olaya şahitlik edeni ileride bekliyor olacağım ve öldüreceğim. Kim bu olaya şahitlik yaparsa… Size burayı dar edeceğim… Arapları… Kürtleri diye tehditler savurdu…”
Olayı Mersin Valiliği bir trafik kazası şeklinde açıklamasına karşın adli makamca saldırgan üç kişiden ikisi tutuklanmıştır. Saldırıya uğrayan insanların Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve aynı zamanda Irak vatandaşı olmaları adli ve diplomatik uygulamaların takipçilerinin daima olacağına işaret eder. Belki de bu nedenledir ki iş ciddiye alınıyor. Oysa bu topraklarda yaşayan Kürt-Türk ilişkilerinde nefret uyandırıcı davranışların pek de takipçisi çok olmuyor.
Batı’ya tarım işçisi olarak gelen insanlara ya da gençlere, öğrencilere sırf Kürt oldukları, Kürtçe konuştukları için yapılan saldırılar zaman zaman medyaya yansır. Bu arada HDP binaları ve çalışanları da zaman zaman bundan nasibini alır. Oysa bu topraklarda “Kurtuluş Savaşı” Türk ve Kürt güçlerin birlikteliği ile başarıya ulaşabilmiştir. Üstelik bu ittifak sadece 1919’lara da dayanmıyor. Bu ittifak 1514’lere dayanıyor.
Kürtlerin Osmanlı’yla olan ilişkileri (ittifakı) Yavuz Sultan Selim ile Kürt âlimi İdris-i Bitlisi arasındaki yakınlıkla başlar. Yavuz, Şah İsmail’in üzerine giderken Kürtlerin desteğini alıyor. Bu destek Yavuz-İsmail rekabetinde sonucu Osmanlı lehine tayin eder. Kürtlerin desteği ile Yavuz, Memlukları da dize getiriyor ve Osmanlı Devleti bugün Ortadoğu denilen Abbasi coğrafyasının neredeyse tamamını ele geçiriyor. Böylece Osmanlı doğu sınırını Safavi (İran) Devleti’ne karşı Kürtleri yanına alarak koruyabiliyor. Kürt beyleri ile Yavuz arasında imzalanan Amasya Anlaşması Kürt beyliklerine otonom bir yönetim olanağı verir. Bu durum bazı isyanlara karşın 300 yıldan fazla devam edebilmiştir.
Osmanlı (Türkler) ve Kürtler arasında kriz Tanzimat’la başlamıştır. Ademimerkeziyete son veren, merkezden yapılan atamalarla idare edilmek istenen Kürt beyliklerinde panik yaratmıştır. Sıkıntılar daha da büyümüştür. Cumhuriyet’le de ulus-devlet oluşturmak için kullanılan asimilasyonist ve inkârcı zihniyetle kriz daha görünür hale gelmiştir. Ulus-devlet yaratırken kültürel mirasları yıkmak, tahrip etmek ve insanları tek’leştirmek gerekmektedir. Bu durumda da ortaya vahim sonuçlar çıkar. İşte böylesi bir anlayış bir etnisiteye diğerini yok saymak, ortadan kaldırmak, uçurumdan atmak düşüncesi, güveni verir. Olumsuzlukları ortaya çıkaran neden bilinirse, çözüm de kabul edilebilir ve adil olur. Oysa bizler demokratik alanlar içinde çoğulcu yaşamanın yollarını bulabiliriz.