Feyyaz YAMAN yazdı – Meksikalı komünist ressam Diego Rivera’nın 1932 yılında New York’daki Rockefeller Grubu’nun merkez binasına yaptığı duvar resminde “Lenin Portresi” olduğu için kaldırılmasının öyküsü…
Meksika’lı sanatçı Diego Rivera, 1932 yılında New York’taki Rockefeller Grubunun en merkezi binasına üç parçadan oluşan bir resim siparişi teklifi alır.
5.2X19.2 metre büyüklüğündeki resim ilk önce Henri Matisse’ye ve Pablo Picasso’ya teklif edilmiştir. Picasso vakti olmadığından, Matisse ise Philadelphia’daki benzer bir işi yetiştirmeye çalıştığından teklifi geri çevirince, Rivera da adaylıktan çekilir.
Uzun ikna sohbetlerinden sonra, “Fresko” tekniği ile uygulamak kaydı ile Rivera’nın gönlü alınır ve 21.000$ karşılığında, yapılan bir eskiz üzerinden imzalar atılır ve işe başlanır. Bugünün parası ile 200.000$’a yakın bedelin Kasım 1932’de ilk avansı ödenir, iskele kurulur.
Rivera’nın sevgili eşi, acıların ressamı Frida Kahlo’nun bayan Abby Aldrich Rockefeller ile yakın dostluğunun, bu organizasyondaki kadın parmağına işaret etmeden biraz geri çekilelim ve tarihe geniş açı ile bakalım. Konunun karmaşıklığını yeniden kurarken, New York sanat piyasasının, uluslararası siyaset ve ilişkiler yumağı içinden sanatçıların konumunu tanımlamaya çalışalım.
1933 yılına girerken Dünya’da neler olmaktadır? Dünya II. Paylaşım Savaşı’nın eşiğindedir. Birinci Dünya Savaşı’nın galibi, denizler imparatoru İngiltere ve dost Fransa sömürge pazarlarının, savaş ganimetlerinin sarhoşluğu içindeyken, yenilmiş Almanya Hitler önderliğinde hızla sanayileşmekte ve ilk siyasi komplosunu hayata geçirmektedir.
“Kristal Gece” tüm Yahudilerin mallarının yağmalandığı, tüm “camların kırıldığı”, Nazi provokasyonu olarak uygulamaya sokulmuştur bile. Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet seferberliği, kalkınma planlarını hızlandırmış, Amerikan Ford şirketi ilk otomobilin Rus modeli için fabrika kurma ihalesini kapmış, yürümektedir. Stalin’in kültür politikaları uzmanı Judanov bürokrasisi terör estirirken, Chagall ve birçok sanatçı artık Paris’tedir. Dünya kültürünün merkezi Paris’in çekim gücü Picasso’yu markalaştırırken, gerçeküstücüler manifestolarını yazıyordu. Komünizm bütün dünyada yükseliyor, sömürgeler bağımsızlık savaşlarında isyanda iken, Galatasaray’da D Grubu ilk sergisini açıyordu. Peki ama komünist Rivera’nın, kapitalizmin yeni kâbesi New York’ta ne işi vardı?
Kompozisyon basit, yalın bir sağlam kurguya oturuyordu. Dikdörtgen formun ortasında bir çember, merceklerle paranteze alınmış görünürken, bütün fresk diagonal akslarda, X işareti ile dörde bölünmüştü. Ortadaki dairede, Mesih’in yerine bir kozmonot oturmuş, Dünya’yı kosmosun yolculuğunda, uzay gemisi kabininde emin bir şekilde ellerine almış bir teknolojinin sihirbazı olarak yönetiyordu. Daha çok, sarı saçlı, mavi gözlü, Rus kılıklı olsa da tüm insanlık adına konuşan bir tipi vardı. Resim etrafında ikiye bölünmüş, sağ tarafta Kapitalizm, sol tarafta Komünizm. Dünyanın geleceğine hakim olacak iki aday güç.
Fizik, kimya, biyoloji ve teknolojinin, makro ve mikro imgelerinin gruplandırıldığı tüm imgelerin kesiminde, kapitalist refah devleti, iskambil oynayan burjuva kadınlarla temsil edilirken, sol tarafta 1 mayıs kutlamasında işçi sınıfı, kızıl bayrak ve öncüler yer almaktaydı.
ABD, tekelci sermayesi, çelik ve cam kuleleri ile dikey erilliği ile göklere yükselirken, dünya sanat tarihinde “bir daha asla” yaşanmayacak bu ilişkiye nasıl müsamaha gösteriyordu?
Bu zorunlu tebessümün altında, yükselen Amerikan rüyasının, dünya pazarında öncü role soyunma stratejisi yatıyordu. Ve bu sermaye gücünün yayılırken, kültürel bir kimliğe bürünmesi ihtiyacı sonsuzdu.
Paris, New York’a taşınmak zorundaydı.
Gündelik hayat, yaşam biçimi, moda, spor, sinema, avangard sanat sırayla hepsi gelecek şekilde bütün yükselen değerler, dünya Komünizmine alternatif, özgür-rekabetçi bireyin ideolojisi olarak yerlerini almalıydı.
Ulus devlet kurulurken geçer akçe olan muhafazakar yerel kültürden, Modern-Avangard, enternasyonal bir kültüre geçiş (alay konusu olsa bile) kaçınılmazdı.
Pragmatist Amerikan zihniyeti için, el altındaki hazır güç ise, Fransız avangardını yakından takip eden, Enternasyonalist Meksika sanatının 1920-1930 arasında yaşadığı, Burjuva Demokratik Devrimi’nden geçmiş büyük deneyimin birikimiydi. Zapata’nın çocukları hocaları Doktor Atl öncülüğünde Kübizmi, Fütürizmi, Ekspresyonizmi bilen, Marksist Estetikle yoğurulmuş, yerel-modern, doğa-insan, teknoloji-emek çatışmalarının içinden gelen bu deneyim Aztek atalarının, volkanların, İspanyol vahşetinin içinden süzülüp geliyordu. Büyük kalabalıklara, büyük alanlara bakan büyük duvarlarda sanat yaparak özgürleşmişler, özgünleşmişlerdi. Ve şimdi güney sınırı kadar yakın, Kalifornia, New York galerileri kadar içerdeydiler. Tek kusurları vardı; Komünisttiler…
Şimdi; tarihin lokomotifi tam yol ilerlerken ufukta dünya savaşı ve sonrası dünya liderliği görünmüşken, zenci köle emeği, ücretli emeğe yeni katılmışken duraksamanın anlamı yoktu.
Siyaset pazarında dengeler sonuna kadar zorlanıyordu.
Başkanlık seçiminde Roosevelt, nasıl ki belgesel fotoğrafçılığı sonuna kadar kampanyası için kullanıp, yoksulların, emekçilerin gerçekliğini “-Amerika daha iyisine layıktır” sloganına çevirip, seçim stratejisine malzeme yapmışsa, yükselen “Amerikan Rüyası” için de, komünist sendikalarda örgütlü olsa bile, çalışan emek gücüne ihtiyaç sonsuzdu.
En azından, inşa edilen” yeni liberalizm” ve onun temel gücü olan yeni orta sınıf görevi devralıncaya kadar, bu köprüden geçilecekti.
Diego’nun kompozisyonundaki “kavşak” tam bu noktaya işaret eder.
“Yol ayrımındaki Adam” sadece resimdeki haç formunu taşıyan insanlık sembolü değildir. Gerilim bu noktaya kadar, dış siyaset uzmanlığında taşınsa da, Rivera’nın çalışmak için yanına aldığı altı Amerikalı komünist sanatçıdan öne çıkan isim, Ben Shan’ın resmin içine Lenin portresini yerleştirmesi dengeleri alt üst eder.
Altına imza atılan, eskizde yer almayan bu davetsiz misafir fark edilir, kıyamet kopar.
2 Nisan’da çalışmadan uzun övgülerle söz eden New York Times, 24 Nisan’da “Antikapitalist Propaganda” başlığı ile ağız değiştirerek, eleştiriye başlar.
1 Mayıs’ta düşünülen açılış töreni iptal edilir. Şirket yönetim kurulu üyesi Hugh Robertson yazılı ihtarname çekerek çalışmayı durdurur. Talep: Lenin Portresi kompozisyondan çıkarılacaktır. Rivera önce, hukuki yükümlülük ne olursa olsun sonuna kadar mücadele edeceğini beyan eder. Sonra, sağ tarafa Abraham Lincoln portresini ilave etmeyi teklif eder, çalışmayı sürdürür.
10 Mayıs 1933 günü Rivera’ya tam ödeme yapılarak işine son verilir. Duvar resmi yarım haldeyken, üzeri perdelerle kapatılır. Gerilim 1934’e kadar devam eder. Sanatçı hakları meselesi ve hukuki sorun, mimari projede, güvenlik nedeni ile duvarın fonksiyonu yeniden tanımlanır ve değişiklik gerekçesinin zorunluluğu esas alınarak işin yer aldığı duvar kazınır, yeniden sıvanır, konu kapatılır.
Daha 12 Mayıs tarihinde, Rivera’nın bir diğer sözleşmesi; Chicago’daki General Motors için duvar resmi anlaşması da iptal edilir.
1913’de Armory Show – Modern Sanat Sergisi’ne gösterilen tepki, 291 Gallery’deki sergiye gösterilen şiddetli tepkiler, Meksika öncü sanatı ile kırılmış muhafazakar kültür, artık küresel kültüre doğru mecrasına oturtulmuştur. Mc Cartey’cilikle başlayan Komünist avının yolu da böylelikle açılmıştır.
Savaş sonrası, hatta savaş sürecinde başlatılan “siyasetten arınmış” soyut sanat söylemine geçiş bu kırılma ile başlar. Yeni bir Meksikalı, Siqueiros’un öğrencisi Jackson Pollock yeni sürecin kurucu öznesi olarak taçlandırılır.
“Soyut dışavurumculuk” ortak bir ideolojiyi paylaşan ve uluslararası şöhret edinmeye hazırlanan, kararlı bir grup sanatçı ve eleştirmenin çevresinde örgütlü bir avangard yaratmak amaçlı ilk Amerikan girişimi olarak pozisyonunu alır.
Bugün Rivera’nın duvar resminden, onun çektiği birkaç siyah beyaz dışında başka görüntü yok. Kapitalizm bu belleği silmeye çalışsa da, işin biraz küçük ölçeklisi Meksika Ulusal Müzesi’nde, Marx, Engels ve Lenin portreleri ile, kızıl bayrağı ile birlikte yeniden üretilmiş haliyle tarihteki yerini koruyor.