Feminist teorinin kurucu isimlerinden Simone de Beauvoir’ın ölümünün 35. yılı vesilesi ile Yeşim DİNÇER yazdı: İki ciltten oluşan kitabı tamamlarken, son sayfalara doğru şu cümle çıkar karşımıza: “Hayal gücü yoksunluğumuzun her zaman geleceği ıssızlaştırdığını gözden kaçırmayalım.” Simone de Beauvoir’in çağrısı yerini bulmuş ve yepyeni bir gelecek tahayyül eden kadınların yolunu açmıştır.
Görmezden gelinen kadın filozofların yeniden keşfini feminist felsefe tarihçilerine borçluyuz. Bu yok sayma hali öylesine tesirlidir ki bazen insanlar herhangi bir kadın filozofun hiç var olmadığını bile düşünürler. Bazı kadın filozoflar, örneğin metafizikçi Margaret Cavendish (1624-74) ve Anne Conway (1631-79) neredeyse tamamen unutulmuş durumdadır. Diğerleri, filozof olarak değil de yanlış bir şekilde, Hannah Arendt örneğinde olduğu gibi politik düşünür ya da “sadece” yazar olarak konumlandırılmışlardır. Simone de Beauvoir da bunlardan biridir (Stone, s.40).
Beauvoir 9 Ocak 1908’de Paris’te dünyaya geldi. Kendi gayreti ve ailesinden gördüğü destekle, o yıllarda pek az kadının kavuşabildiği eğitim fırsatlarını değerlendirdi. Sorbonne’da felsefe okudu ve yüksek lisans derecesi aldı. 1929-1943 yılları arasında hayatını lise öğretmenliği yaparak kazandı. Yazar olarak ilk çıkışını 1943’te yayımlanan Konuk Kız romanıyla yaptı. 2. Dünya Savaşı’nı takiben çıkmaya başlayan Les Temps modernes (Modern zamanlar) adlı derginin yayın kurulunda, Jean Paul Sartre, Raymond Aron ve Merleau-Ponty gibi isimlerle birlikte yer aldı; buradaki editörlük görevini ölümüne dek sürdürdü.
Beauvoir, bize yaşamını ve yapıtlarını bizzat tanıttığı, Anılar’ını bırakmıştır. Bunlar, 1958’den 1972’ye kadar dört cilt halinde yayımlanır. Yazarın yaşamı boyunca kendi öznelliğini kayda geçirme ve belgeleme çabası içinde olduğu, hatta kendi varoluşunu yazı konusu haline getirdiği dikkatlerden kaçmaz. Romanları da (Konuk Kız, Mandarinler) otobiyografik özellikler taşımaktadır. Kendisiyle birlikte Albert Camus, Jean Paul Sartre, Nelson Algren gibi yazarların birer roman karakteri olarak boy gösterdiği Mandarinler (1954), Goncourt edebiyat ödülünü kazanmıştır.
1949’da yayımlanan ve dünya feminist hareketinin başvuru kaynağı haline gelen İkinci Cinsiyet dışında Beauvoir’ın teorik yapıtları çeşitli felsefi ya da polemik denemelerden oluşmaktadır. Bunların yanı sıra oyunlar, kısa öyküler ve seyahat günlükleri de kaleme almıştır. 14 Nisan 1986’da hayatını kaybettiğinde bibliyografyasında yer alan yayınların sayısı otuzu geçmektedir. Bunca üretkenliğine ve sol entelektüeller arasındaki prestijli konumuna rağmen çalışmaları “felsefe kanonu”na uzun yıllar dahil edilmez. Jean Paul Sartre ile ömür boyu süren birlikteliği nedeniyle, onun takipçilerinden biri sayılır ve yapıtlarının özgünlüğü oldukça geç fark edilir.
İkinci Cinsiyet’in İngilizce baskısının önsözünde; Sartre’a sorulan her soru onun kendi çalışmalarıyla ilgiliyken Beauvoir’a sorulanların hepsinin kişisel hayatı üzerine olduğuna ve onunla birlikte ders bir veren bir akademisyenin, seçkin Harvard dinleyicilerini bu nedenle azarladığına dair bir anekdot yer almaktadır. Wikipedia gibi ciddi bir kaynakta, Beauvoir’ın öne çıkan açık ilişkilerinin, onun akademik itibarını zaman zaman gölgede bıraktığı gibi muhafazakâr bir yorum okumanız da mümkündür. Patriyarka kadınlara evlilik ya da yalnızlık dışında bir seçenek bırakmazken, bir başka önemli feminist filozof Luce Irigaray’ın bu konudaki tutumunu hatırlamak düşündürücü olabilir. Irigaray, erkek egemen eğitim kurumları içindeki yorumcu ve eleştirmenlerin biyografik bilgileri, akademiye meydan okuyan kadın düşünürlerin çalışmalarını çarpıtmak veya onları dışlamak için kullandığına inanmaktadır. Bu yüzden Beauvoir’ın tersine, kişisel yaşamına dair ayrıntıları bugüne dek paylaşmamıştır.
Simone de Beauvoir üzerindeki Sartre gölgesinin, zaman içerisinde, feministlerin çabalarıyla yavaş yavaş dağıldığını söyleyebiliriz. Doğumunun yüzüncü yılını kutlamak üzere Julia Kristeva tarafından düzenlenen uluslararası konferans, Beauvoir’ın artan etkisinin ve itibarının en görünür işaretlerinden biridir.
İkinci Cinsiyet
Simone de Beauvoir’ın en önemli eseri İkinci Cinsiyet, iki epigrafla açılır. Bunlardan Pisagor’a ait olan ilki, erkek egemen Antikçağ felsefesinin tipik düşünce kalıbını yansıtmaktadır: “Düzeni, ışığı ve erkeği yaratmış olan bir iyi ilke ile kaosu, karanlığı ve kadını yaratmış olan bir kötü ilke vardır.” Diğeri ise 17. yüzyılda doğmuş olan bir başka erkek filozof (Poulain de La Barre) tarafından söylenmiştir: “Erkekler tarafından kadınlar üstüne yazılmış her şeye kuşkuyla yaklaşmak gerekir, çünkü onlar aynı zamanda hem yargıç hem taraftırlar.” Ne var ki Barre gibi düşünenlerin sayısı tarihte pek azdır ve İkinci Cinsiyet, Beauvoir’ın alıntıladığı, kadınlar üzerine söylenmiş nice olumsuz ifadeyle doludur.
Beauvoir kadınlık durumunu tarif etmek, kadınların neden ve nasıl ezildiğini açıklamak için antropolojiden biyolojiye, psikanalize, sosyolojiye, tarihe uzanan çok geniş bir bilimler yelpazesine başvurur. Çeşitli efsaneleri ve edebiyat yapıtlarını kanıt olarak kullanır; ayrıca Aristoteles, Hegel, Marx, Engels, Heidegger, Merleau Ponty, Bachelard, Lévi-Strauss ve tabii Sartre gibi çeşitli düşünürlerle diyaloğa girer. İkinci Cinsiyet’i Türkçeye yetkinlikle kazandıran Gülnur Acar Savran, yapıtın hayranlık uyandırıcı zenginliğinin, Beauvoir’ın yalnızlığından da kaynaklandığı görüşündedir. İkinci Cinsiyet’in kaleme alındığı tarihte ortada kayda değer feminist bir hareket olmadığından tek başınadır Beauvoir. Tezlerini savunmak için “geniş bir cephanelik”ten yararlanmaya bu yüzden gereksinim duyar. Bugün bize çok açık gelen bazı gerçekleri açıklamak için sayfalar harcamıştır. Kitap çıktığında gelen tepkileri de tek başına karşılamak zorunda kalır.
İkinci Cinsiyet, annelik, evlilik, cinsellik gibi konularda, içinde yaşadığımız dönem için bile son derece radikal sayılacak tezler ileri sürmektedir. Bir kadının açıkça bu konular hakkında yazıyor olması, Beauvoir’ın çevresindeki erkek entelektüeller tarafından “hafiflik” olarak görülür. Oysa kadınlar ufuk açıcı bulmuşlardır İkinci Cinsiyet’i. Çalışmanın kapsamı ve derinliği, sonraki kuşakları etkiler ve onlara ilham verir.
“[İkinci Cinsiyet’in] özgünlüğü ve önemi, cinsiyetler arasındaki ilişkiler sorununun bütün farklı yönlerini birbirine eklemlemesinde ve sorunun sosyolojik, ekonomik ve psikolojik biçimlenmelerinin tek bir yapıdan [patriyarkadan] kaynaklandığını göstermesinde yatar. Bu yapı, ‘doğal’ olarak nitelendirilen ontolojik bir gerçekliğe değil, bir egemenlik ilişkisine bağlıdır; hiçbir toplum ve hiçbir tarihsel dönem ondan muafmış gibi görünmemekteyse de, bu ilişki kültürel olarak kurulmuştur ve dolayısıyla da aşılması mümkündür” (Collin, s.73).
İkinci Cinsiyet’te altı çizilesi pek çok güzel cümle yer alır. Bunların içinde kuşkusuz en ünlüsü, kitabı hiç okumamış olanların bile bildiği “kadın doğulmaz, kadın olunur” sözüdür. İki ciltten oluşan kitabı tamamlarken, son sayfalara doğru da şu cümle çıkar karşımıza: “Hayal gücü yoksunluğumuzun her zaman geleceği ıssızlaştırdığını gözden kaçırmayalım” (s.446). Simone de Beauvoir’in çağrısı yerini bulmuş ve yepyeni bir gelecek tahayyül eden kadınların yolunu açmıştır.
Basılı kaynaklar:
Beauvoir, S. (2019). İkinci Cinsiyet (G. Acar Savran, Çev.). İstanbul: Koç Üniversitesi.
Collin, F. (2009). Cinsiyet Farklılığı (Teorileri) (G. Acar Savran, Çev.). Eleştirel Feminizm Sözlüğü içinde. İstanbul: Kanat.
Stone, A. (2016). Feminist Felsefeye Giriş (Y. Cingöz, B. Tanrısever, Çev.). İstanbul: Otonom.