Özlem GÜMÜŞTAŞ* yazdı – Kürt sorununun çözümü için ilk adım işbirlikçi-tekelci sermayenin faşist rejiminin yıkılacağı ve politik özgürlüğün kazanılacağı demokratik devrimdir. Faşizmi yıkmayı ve işbirlikçi-tekelci sermayenin iktidarına son vermeyi hedeflemeyen bir mücadele Kürt sorununda bir çözüm sağlayamaz.
Faşist rejimin yeni sahipleri ve onu politik İslamcı şeflik biçiminde restore eden iktidar ortakları AKP-MHP bloğunun Kürt sorununa yaklaşımı, Türk burjuva devletin Kürt ulusu karşısındaki tarihsel politikasının bir devamıdır.
Kürt sorunu; Kürt ulusunun ve üzerinde yaşadığı Kürdistan coğrafyasının dörde bölünmüş, paylaşılmış, doğal ve insani kaynakları yağmalanmış, ulusal varlığı, dili ve kültürü inkâr edilerek boyunduruk altına alınmış olmasından kaynaklanmaktadır. Yani ulusal sorundur. Kuzey Kürdistan Türk burjuva devletinin sömürgesidir. Rejimin Kürt sorununa dair politikalarının özünü de, doğal olarak onun sömürgecilik pratiği belirler.
Elbette bu politikalar bir bütün olarak işçi sınıfına ve ezilenlere yönelik politikalardan da bağımsız değildir. Bir yandan eşitsiz gelişim kanunlarının ve emperyalizmin sömürgesi olmasının bir sonucu olan yetersiz sermaye birikimi ve buna bağlı olarak gelişen ilksel birikim ihtiyacı, öte yandan coğrafyanın çok dilli, çok inançlı ve çok uluslu yapısı Türk burjuva devletinin kuruluşundan beri işçi sınıfının ekonomik-sendikal mücadelelerini, barındırdığı ulusların ulusal haklarını, inanç gruplarının özgürlüğünü, aydınların, öğrencilerin ilerici rolünü kendisine engel olarak görmesini koşullamıştır. Bu yüzden söz, eylem ve örgütlenme özgürlükleri hep çok kısıtlı tutulmuş, seçme-seçilme hakkı ve parlamentonun işlevi hep biçimsel kalmıştır. Buna rağmen gelişen ezilenlerin devrimci yükseliş anlarında ve bu yükselişlerin birbirleriyle buluştuğu momentlerde devreye açık devlet terörü girmiş, kitleler işkence, tutuklama, katliam, gerici iç savaş provokasyonları ve darbelerle ezilmiştir. Türk burjuva devletinin tarihsel olarak üzerinde yükseldiği varlık zemini budur.
AKP-MHP faşist bloğunun Kürt sorununa yaklaşımının çerçevesi de tarihsel sömürgeci politikaların sürgit devamı niteliğindedir. Aslolan hep “askeri çözüm” olmuş, Kürt halkının mücadelesi bastırılamaz bir noktaya evrildiği zaman da devreye “sivil-siyasi çözüm” sokulmaya çalışılmıştır. Elbette ki bu çözümler ulusal-kolektif hakların tanınması temelinde değil, mücadelenin bireysel-kültürel düzenlemelerle düzen içi kılınması amacıyla yapılmıştır. Ancak bu da teslim almaya yetmemiştir.
Kürt halkının serhildanları ve halkçı-demokratik nitelikteki Rojava Devrimi’nin Türkiye’de de Gezi ayaklanması ile buluşması, parlamenter düzlemde siyasi temsilini ezilenlerin birleşik demokratik cephesi olarak kurduğumuz HDP’de buldu. Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye sosyalist hareketini bir program etrafında yan yana getiren ve Türkiye işçi sınıfı ile Kürt halkının ileri kesimlerini kendi bayrağı altında toplayan HDP’nin 7 Haziran’da faşist seçim barajını aşarak elde ettiği seçim zaferi faşist rejimin varoluş zeminini sarstı.
Devlet, bu tablo karşısında daha önceden hazırladığı çöktürtme planını devreye koydu ve 20 Temmuz 2015 itibariyle ezilenler cephesine yönelik büyük bir savaş başlattı. Kesintisiz biçimde bugüne kadar sürdürdü. HDP’nin eşbaşkanları ve milletvekilleri dahil on binden fazla HDP üye ve yöneticisine yönelik gerçekleşen ve halen devam eden gözaltı ve tutuklama saldırıları, Kürdistan belediyelerinin tam iki kere kayyumlar yoluyla gasp edilmesi, işkenceler, taciz-tecavüzler ve kitle katliamları toplumu yönetmenin günlük biçimine dönüştürüldü. Söz, eylem, örgütlenme özgürlüğünün kırıntıları dahi süpürüldü. Biçimsel olan seçme-seçilme hakkı dahi berhava oldu. Rojava’ya yönelik işgalci ve yayılmacı bir savaş başladı.
İçte ve dıştaki bu savaş hali, bir yanıyla kapitalizmin genel krizini bir mali-ekonomik sömürge krizi olarak yaşayan Türk burjuvazisine ihtiyaç duyduğu yeni sömürü kanalları da sağlıyordu. Şovenizm ve “terör” safsatası işgücünü ucuz, esnek, örgütsüz ve eylemsiz tutmaya hizmet ediyor, savaş sanayisi tüm burjuvaziyi semirtiyordu.
Ancak kesin bir şekilde söyleyebiliriz ki bu saldırılar siyasi hedefine ulaşamadı. Merkezinde HDP’nin durduğu direniş hattı büyük oranda zayıflatılsa da asla teslim alınamadı. Devlet, istediği mezar sessizliğini yaratamadı. Saflar doluyor, çoğu kez öncü direnişi formunda olsa da kitleler direnmeye devam ediyor. Mücadelenin ileri araç ve biçimlerini kullanan cepheler büyümeye devam ediyor. Üstelik Türkiye işçi sınıfı ve Kürt halkının öncüleri üzerindeki balyoz artık tüm toplumun tepesinde sallandıkça, Boğaziçi direnişinde, işçi eylemlerinde, kadın hareketinde gördüğümüz üzere faşizme karşı mücadeleye yeni kitleler de katılıyor. Rejim askeri çözümle de bir türlü yol alamıyor. Bir zafer olarak planladıkları Garê’de tam bir yenilgiye uğramaları bunun en açık kanıtıdır.
Tüm bunların bir bileşkesi olarak diyebiliriz ki, rejim artık bildik araçlarla, şovenizm zehri ile toplumda rıza üretemez hale gelmiş durumdadır. Faşizme karşı mücadelemiz karşı saldırıya geçecek kadar güçlenemediyse de, faşizme engel olmaktadır. HDP’ye yönelik kapatma saldırısının sebebi budur. Bu saldırı ne bir seçimi kazanma amaçlıdır, ne de AKP’nin MHP’yi yatıştırmak için verdiği bir hediye olarak görülebilir. Faşist rejim kendi varlığını devam ettirmenin güvencesini, özgürlük için direnen tüm güçlerin tasfiyesinde görmektedir.
Faşizm, işçi sınıfı ve ezilenler için söz, eylem, örgütlenme, grev, basın, toplantı ve seçme-seçilme özgürlüklerinin, yani “politik özgürlüğün” olmaması demektir. Politik özgürlük bir bütündür. Mantıksal ve pratik olarak şu ya da bu parçası tek başına var olamaz. Sömürgeci boyunduruk altındaki ayrılma hakkı dahil olmak üzere, Kürt halkının ulusal-kolektif hakları da politik özgürlüğün kapsamındadır. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü için ilk adım işbirlikçi-tekelci sermayenin faşist rejiminin yıkılacağı ve politik özgürlüğün kazanılacağı demokratik devrimdir. Bu devrimle Kürt ulusu ayrılma hakkı da dahil eşit ulusal haklara kavuşur. Faşizmi yıkmayı ve işbirlikçi-tekelci sermayenin iktidarına son vermeyi hedeflemeyen bir mücadele Kürt sorununda bir çözüm sağlayamaz. Kürt sorununa emekçi çözümümüzün ilk ayağı budur.
Faşizmin yıkmak için hangi stratejinin izleneceği 3. Enternasyonal’den beri bellidir. Faşizm ancak onun yıkılmasında çıkarı olan tüm ezilenlerin faşizme karşı birleşik bir cephede birleşmesiyle yıkılabilir. Sadece teorik-kategorik düzlemde bakarsak, burjuva muhalefet bu cephenin bir bileşeni olarak sayılabilir ama Türkiye’deki faşizm gerçekliğine, yani somut duruma bakarsak bunun olamayacağını görürüz. Türkiye’deki tüm burjuva partilerin çıkarı, ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar, rejimin üzerinde yükseldiği temeli korumaktır. CHP’nin kamu düzeni sözde riske girdiği her an burjuva devlet refleksi vermesinin, her fırsatta devleti korumanın derdine düşmesinin, AKP-MHP faşizminin tüm gerici politikalarında yolu döşeyen unsur olmasının nedeni budur. Onun görevi, kitlelerin eşitlikçi ve özgürlükçü arzularını soğurarak onları sokaktan, eylemden ve devrimci yükselişten uzak tutmaya çalışmaktır. Bu yönüyle burjuva muhalefet antifaşist cephenin ve/ya demokrasi ittifakının bir bileşeni değil, ancak yalıtacağı bir hedefi olabilir.
Ekonomik, demokratik mücadelenin düzen içi araç ve biçimleri büyük oranda engellenmişse, mahkemeler AKP il başkanlıklarına dönmüşse, kayyum saldırısı ile seçme-seçilme hakkı biçimsel olarak da ortadan kaldırılmışsa, geldiğimiz noktada bir seçim olacağı dahi şüpheliyse, artık sandığın ve parlamento varlığının temel mücadele biçimi olarak herhangi bir öneminin kaldığını söyleyebilir miyiz? Bu yüzden faşizme karşı kitle mücadelesi özünde “fiili meşru”, yani kitlelerin meşruluğunu hukuk ve yasalardan değil, kendi eyleminden alan mücadelesi olmalıdır. Faşizm kendi yasalarını bile tanımıyorsa bizim kendimizi “hukuk zemini” ile bağlamamızın hiçbir anlamı yoktur, olamaz. Faşizm sokakta yıkılacaktır.
“Faşizme karşı birleşelim, örgütlenelim, mücadeleyi yükseltelim” şiarı ile kuruluşunu ilan ettiğimiz Birleşik Mücadele Güçleri (BMG) tam da böyle bir mücadele programına sahiptir. BMG, Kürt özgürlük hareketi ve sosyalist hareketin yan yana geldiği bir mücadele gücü olarak, işçilerin ve ezilenlerin faşizme karşı fiili meşru mücadelesini ve birleşik halk direnişini örgütlemeyi amaç edinmektedir.
Türkiye işçi sınıfının ileri kesimleri faşizme karşı mücadelede Kürt halkının yanında yer alıyor olsa da, açıktır ki onun geniş kesimleri henüz suskundur. Oysa Kürt’ün ulusal-kolektif haklarını inkâr eden faşist rejim, Türkiye işçi sınıfının ekonomik ve demokratik hak, özgürlük ve mücadelelerini de gasp ediyor, eziyor. Kürt sorunu üzerinden yayılan şovenizm ve yaratılan “terör” safsatası da Türkiye işçi sınıfının devlet fetişini büyüten, isyanını erteleyen ve bilincini burjuva ideolojisine bağlayan bir rol oynuyor. Yani Kürt halkı gibi, Türk işçi-emekçilerinin de politik özgürlüğe ihtiyacı var.
Türkiye işçi sınıfının geniş kesimleri henüz suskun olsa da, sınıf içinde artık Türk burjuva devletinin Kürt halkına karşı açtığı ve büyüttüğü savaşa karşı muazzam bir sorgulamanın başladığını da biliyoruz. Resmi politikalar halkı eskisi gibi ikna etmiyor, şovenizm kitleler arasında beklendiği gibi yayılmıyor. Zaten faşizm bu sebeple savaşı daha fazla tırmandırma gereği hissediyor. Bu yüzden bugünün temel meselesi Türkiye işçi sınıfını taraflaştırmak ve çoğunluğunu antifaşist saflara kazanmaktır. Zira bu olmadıkça, hatta bağımsız bir siyasi sınıf olarak faşizme karşı mücadelenin önderi ve Kürt halkına özgürlük talebinin bayraktarı haline gelmedikçe ne kendisi özgürleşebilecek, ne de faşizme karşı mücadele zafere ulaşabilecektir.
Kürt halkının ulusal-kolektif haklarının kazanılması elbette ki onun topyekün kurtuluşu anlamına gelmiyor. Çünkü ulusal çelişkilerin çözülmesi sınıfsal çelişkilerin yüzeye çıkmasını beraberinde getiriyor. Sınıfsal kurtuluş da ancak politik özgürlüğün kazanıldığı halkçı-demokratik devrimden, kesintisiz bir şekilde sosyalist devrime yürünmesi ile mümkün. Bu da Kürt sorununa emekçi çözümüzün ikinci ayağını oluşturuyor.
Bizim için sosyalist devrimin formu, tıpkı halkçı-demokratik devrimde olduğu gibi ulusların gönüllü ve (ayrılma hakkı da dahil) eşit ulusal haklar temelinde birliğini öngören, sosyalist halk cumhuriyetleri federasyonudur. Emperyalist küreselleşme evresinde burjuva ulusal bağımsızlıkçılık ve kalkınmacılık artık “zor” değil, kelimenin tam anlamıyla ham bir hayale dönüşmüştür. Bu yolu seçenleri bekleyen şey, tıpkı Güney Kürdistan’da olduğu gibi, emperyalistlerin en geri, çeteci ve işbirlikçi türden himayeci sömürgesine dönüşmektir. Bu yüzden sosyalist halk cumhuriyetleri federasyonu çözümü, ezilen halklar için en doğru yol olacaktır.
* ESP Eş Genel Başkanı