Gülfer AKKAYA yazdı: “Kadınları erkeklerden bağımsızlaştırmadan, yani kurtarmadan erkek şiddeti ile mücadele edilemez. Efendinin köleye insafı olmaz, kölenin efendiye isyanı olur.
Kadınlar boşuna mı isyan diyor?”
İstanbul sözleşmesi uluslararası bir sözleşme, bu sözleşmeye imza atınca sözleşmeye uymayı taahhüt etmiş oluyorsunuz ve sözleşmenin uluslararası boyutta bağlayıcı bir yanı var. O nedenle sözleşmede taahhüt edilenleri yerine getirdiniz mi diye iki yıl ara ile denetleniyorsunuz. GREVIO raporları hazırlanıyor. Bu raporlar sizin ülke olarak karneniz oluyor. Türkiye hakkında da bu raporlar var ama hala İngilizce, Türkçeye çevrilmedi.
Muhtemeldir ki AKP’nin bir süredir hazırladıklarını duyurdukları ve İstanbul sözleşmesine yönelik son saldırının ardından gelecek tepkileri ölçmek için bekletilen, yedekte tutulan “yerli ve milli” Ankara sözleşmesi sırasını beklemekte. Ama adı geçen Ankara sözleşmesi uluslararası sözleşme olmadığı için İstanbul sözleşmesi ile aynı kabul edilemez. Ayrıca ülkede kurumları denetleme mekanizması zaten buharlaştığı için bu sözleşmeyi kim, nasıl takip edecek, denetleyecek?
Ankara Sözleşmesi
Ankara sözleşmesi dedikleri ve önümüze sürmeye çalıştıkları sözleşme, fıtratında kadın erkek eşitliği olmayan, aileyi kadına tercih eden, gelenek ve görenekleri eşitliğe, özgürlüğe karşı önümüze süren, heteroseksist, cinsiyetçi, muhafazakâr, İslami bir zeminde hazırlanmış bir sözleşme olacağı açık. Bunun kadınlara kazanım sağlaması mümkün değil. Kadınları erkek şiddetinden koruması da mümkün değil. Kadın yerine aileyi öne çıkartıp, eşitlik yerine erkeği üstün görürseniz erkek şiddeti dediğimiz sistematik şiddeti zaten yok sayarsınız. Çünkü erkek şiddetinin asıl adresi aile, ev içi. Aile ve ev içini korumayı amaçlayan bir fikre sahipseniz kadınları feda edersiniz.
Bu nedenle kadınları ikincilleştirmeyi, erkekleri kadınların efendisi, sahibi yapmayı amaçlayan, bugüne dek elde ettiğimiz kazanımlarımızı ve varlığımızı yok saymaya yeltenenlerin karşılaşacağı durum kadınların isyanının daha büyümesidir. Konu hayatlarımız çünkü.
Uluslararası kadın mücadelesi
Kadınların dünya ile, dünya kadınlarının ortak kazanımları ile bağlarının kopartılıp ulusal sınırlara hapsedilmesi, özgürlükler eşitlikler yerine gelenek ve göreneklere itaate zorlanması kadınlar açısından varlık yokluk anlamına gelmekte. Özellikle AKP ve tüm cinsiyetçi ortaklarının geldiği aşamada bu ayan beyan ortada.
İstanbul sözleşmesi bu yanıyla ele alındığında konunun bir hukuki metinden ziyade kadınların erkek egemen sistemden kurtuluşu ile ilgili mücadelesinde ulaştığı bir durakta elde edilen önemli bir kazanımının gaspı ile ilgili olduğu fark edilecektir.
Sözleşmeye karşı olanları hiddetlendiren de bu bütünselliktir.
İstanbul sözleşmesinin üzerine kurulduğu zemin, siyasi perspektif feministlerin bahsettiği patriarkal sistemin varlığının kabulüdür. Ev içi şiddete, ki bu esasen kadınlara yönelik erkek şiddetidir, karşı mücadelenin yol ve yöntemleri de yine feministlerin bu alandaki deneyimleri kabul edilerek uluslar arası alanda bu şekilde mücadele hattı oluşturulmuştur.
Kadınlar İstanbul sözleşmesi bizim derken bunu kast ediyor. Yani sözleşme feminist mücadelenin deneyimleri ile kadınların eşitliği ve özgürlüğü hedeflenerek sorumluluklar yüklüyor devletlere, onlara bu konuda görevlerini hatırlatıyor. Bu ilke ve zemin üzerinden başta ev içi erkek şiddetine karşı olmak üzere ve ama başka birçok alanda da önemli çözümler öneriyor imzacı olan ülkelere.
AKP ve sözleşmeden çıkılmasını savunanların karşı oldukları şey sözleşmenin bu eşitlikçi, özgürlükçü zeminidir.
Bahsettikleri Ankara sözleşmesi artık her ne ise, orada muhtemeldir ki böyle bir zeminden bahsedilmeyecek mesela. Ailemiz, değerlerimiz, geleneklerimiz, göreneklerimiz denerek kadın karşıtı, kadınları ikincilleştiren, tıpkı Ayasofya imamının dediği gibi erkekleri yöneten, kadınları yönetilen şeklinde konumlandırarak bizleri yeniden kazanımlarımız öncesine götürmeyi amaçlayan bir sosyal yapıyı kurmayı hedeflemekteler. Söylenenlerden, bugüne dek kadın mücadelemize yöneltilen eleştiri ve saldırılardan bakarak bunları görmek mümkün. Medeni kanun, Cedaw’ı dillerine dolamaları, kürtajın yasal ama yasak olması, toplumda evlilik yaşanın yükselmesine karşı rahatsızlıkları, çocuk sayılarını bile belirleme çabaları hep bundan.
Feminist mücadelenin kazanımları
Bu haliyle toplumda kadınla erkek eşit mi diye sorulabilir. Evet, eşitlik yok. Ama eşitlik için politik bir aracımız var elimizde; feminizm. Aldığımız önemli bir yol, mücadele etme kanallarımız var. Hukuki olarak da elbette çok fazla kazanımımız olmasına rağmen, ki İstanbul sözleşmesi buna ispattır, medeni kanun vb bu kazanımlarımız arasındadır. Tek tek her alandaki kazanımlarımızdan ziyade İstanbul sözleşmesinden çıkılmak istenmesinin iki önemli amacı olduğu kanaatindeyim.
Birincisi; devletin bu sözleşme ile kendisini bağlayan sorumluluklarından kurtulmak istemesi ve biz kadınların uluslararası alanın da gücünü arkamıza alarak siyasi olarak daha güçlü olduğumuz pozisyonumuzun gasp edilmesinin amaçlanması.
İkincisi; ülkedeki feminist/kadın mücadelesinden beslenmek yerine, onun deneyimlerinden faydalanmak yerine bizzat onu karşısına alan, bu özgürlükçü ve eşitlikçi mücadele hattını yapabildiği kadar etkisizleştirmeye çalışan, marjinalleştirmeyi amaçlayan bir yola girmiş durumda iktidar ve yandaşları. Kadınları terörist diye yaftalayamayan iktidar, değerlerimiz, geleneklerimiz, ailemiz elden gidiyor diyerek kadın düşmanlığını, eşitlik karşıtlığını topluma pompalamaya çalışıyor.
Ancak inandırıcı olamıyorlar. Çocuklara tecavüz eden vakıfları sahiplenip, kadın katillerine ödül gibi cezalar verince, kadınları öldürmeye yeltenen erkekleri karakollarda sokaklara salınca, hayatta kalmak için canına kasteden erkekleri öldürmek zorunda kalan kadınları cezaevlerine yollayınca, ülkede artan kadın cinayetlerine, artan erkek şiddetine rağmen suçlu erkekleri cezalandırmayıp üstüne bir de İstanbul sözleşmesinden çıkmaya çalışırsanız elbette kimse size inanmaz.
Kadınlar yaşamak istiyor!
Kadınlar yaşamak istiyor, insanca yaşamak, tepelerinde erkek şiddeti olmadan yaşamak istiyor.
Bunun yolu İstanbul sözleşmesini uygulamaktan, kadın bakanlığı kurmaktan, kadınların yüzde 85’inin güveniyorum dediği kadın örgütleriyle irtibat içinde politikalar üretmekten, erkek şiddetine karşı sıfır hoşgörüden, ev içi bakım işlerinin kadınların üzerinden alınıp asıl sorumlusu olan devlete verilmesinden geçer. Eviçinde çalışan ve ücretli alanda çalışan tüm kadınların kendilerine ait sosyal güvencelerinin sağlanmasından, emeklilik haklarının olmasından geçer.
Kadınları erkeklerden bağımsızlaştırmadan, yani kurtarmadan erkek şiddeti ile mücadele edilemez. Efendinin köleye insafı olmaz, kölenin efendiye isyanı olur.
Kadınlar boşuna mı isyan diyor?