Tülay HATİMOĞULLARI yazdı – AKP iktidarı ve müttefikleri Suriye savaşını da “Allah’ın lütfu” olarak gördü. Belli ki vicdanı zehirlenmiş, siyasi çizgisi kana ve sömürgeciliğe bulanmış anlayış sınırlarına gelmiştir. Suriye savaşı tarihin çok önemli bir gerçekliğini yeniden gösterdi: Asıl olan halkların, geniş kitlelerin çıkarları ile emperyalist güçlerin ve yerli iş birlikçilerin çıkarlarının çatışmasıdır.
Dosya: Suriye iç savaşının 10’uncu yılı
Suriye savaşı tam 10 yıl önce Mart 2011’de başladı. Geriye dönüp baktığımızda, yüz binlerce insanın yaşamını kaybettiğini, milyonlarcasının göç etmek zorunda kaldığını, kadınların pazarlarda satıldığını, çocukların çocukluk dünyalarının paramparça edildiğini, her yeri çetelerin/çeteciklerin doldurduğunu, ülkenin toplumsal yapısının, ekonomisinin tahrip edildiğini, görüyoruz. Çok büyük bir yıkım yaşandı. Yıkılan sadece binalar, yollar, köprüler, barajlar değil; hayatlar, hayaller…
“Komşularla sıfır sorun politikası”ndan “sıfır barış” politikasına
Emperyalist güçlerin Büyük Ortadoğu Projesi’nin bölgedeki yürütücü figürlerinden biri olarak Tayyip Erdoğan seçildi. Kara kaşı, kara gözü için değil. Türkiye, jeostratejik konumundan dolayı batılı emperyalist güçler açısından Ortadoğu’ya açılan kapı olarak görüldü hep. Erdoğan da hem kendi siyasi hırsları, hem de siyasal İslamcı çizgisi nedeniyle biçilmiş kaftan gibiydi.
Enerji kaynaklarının sömürülmesi ve pazar alanları yaratmak için emperyalist güçler birkaç on yılda bir bu bölgede savaş çıkardılar. Son zamanlarda kışkırtılan çatışmaların sebeplerine, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin küresel kapitalizme tam entegrasyonunu sağlama amacını da ekleyebiliriz. Türkiye emperyalist güçlerin bölgedeki oyunlarının icrası için (siyasi iktidarların ton farkları olsa da) daima bu politikalara katkı sağlayan pozisyonda durdu.
Erdoğan işi daha da ilerletip bölgesel liderliğe oynadı. Liderlik girişiminin ilk hamlesi “Komşularla sıfır sorun politikası” oldu. AKP iktidarı bu politikayla Ortadoğu ülkeleri arasında gerçekten önemli bir etki alanı da yarattı. En sıkı ilişkilerin kurulduğu ülke de Suriye idi. Erdoğan ve Esad aileleri arasında kurulan dostluk birlikte tatil yapmalara kadar ilerledi. Elbette bu “dostluk”un temelinde iki ülke sermayesinin maddi çıkar ortaklığı yatıyordu. Ticari ilişkiler geliştirmek üzere yoğun görüşmeler yapıldı. Türkiye’deki özel bankaların şubelerinin Suriye’de açılması konuşuldu. Esma Esad İMKB’yi (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) ziyaret etti. Türkiye ve Suriye hükümetleri ortak toplantılar yaptı. Sınırlar, bakanlar tarafından sembolik olarak kaldırıldı.
Türkiye-Suriye sınırı mayınlardan temizlenmişti. Tavukların birbirine karıştığı sınırlardan insanlar akrabalarını ziyaret etmeye, alışveriş yapmaya gidiyordu.
Ama ne zaman ki Suriye’de savaş başladı; dostluk adım adım düşmanlığa, Erdoğan’ın “dostum Esad”ı, “diktatör Esed” e dönüştü. Türkiye’deki iktidarın Libya’ya kadar uzanan komşularla her manadaki gerilimli siyaseti devreye girdi. İki ülke arasındaki kısacık bahar havası aniden kışa döndü.
Sınırlar selefi/cihatçı çeteler için ardına kadar açıldı
Savaş başladığında Erdoğan doğrudan selefi/cihatçı grupların yanında saf tuttu. Bu akımların savaşçılarına Türkiye topraklarında sığınmacı kampı görünümlü askeri kamplar kuruldu. Bu çeteler Antakya sokaklarında elleri silahlı serbestçe dolaştı. Halkın tepkisi üzerine daha sonra sokakta açıktan silahlı dolaşmaları engellendi. Gece savaşıp gündüz Türkiye’deki kamplarında dinleniyorlardı.
AKP iktidarı ve müttefikleri bununla da yetinmedi. Suriye’de savaşan cihadist çeteler için eğit-donat projesine ev sahipliği yaptı. Antakya’da operasyon odaları kuruldu. Adana, Urfa, Antep’ten Suriye operasyonları yani Hükûmeti düşürecek operasyonlar yönetildi. “Suriye Milli Ordusu” kuruluş çalışmalarını Türkiye’de iktidarın desteğiyle yaptı. “Özgür Suriye Ordusu” (ÖSO) aynı şekilde. Hatta ÖSO savaşçıları özel organizasyonla Türkiye’deki birimlere bağlı olarak çalıştı. Maaşlarını Türkiye ödedi. ÖSO’ ya verilen maaşları defalarca Meclis kürsüleri dahil olmak üzere her yerde gündemleştirdik. Bu destek öyle alenen verildi ki; ÖSO mensupları Türkiye sınırında Türkiye’yi protesto ettiler: “Bize verdiğiniz maaşlar Suriye’deki enflasyonla kıyaslandığı zaman bize artık yetmez” diye eylemler yaptılar.
Türkiye’nin Suriye savaşındaki sığınmacı politikası
Savaş başladığı zaman, daha göç dalgaları başlamadan önce Türkiye sığınmacı kamplarını kurdu ve Suriyelilere adeta “gelin Türkiye’ye sığının” dedi. İlk gelen gruplara iyi olanaklar sunuldu. Bu durum teşvik ediciydi. Türkiye’de şu an dört milyona yakın Suriyeli yaşıyor. Ama ilk zamanların konforu kalmadı. Suriyeli sığınmacıların önemli bir bölümü açlık, yoksulluk, işsizlik yaşıyor. Tek tesellileri savaştan sağ kurtulmuş olmaları.
Bu politikada amaç neydi? Erdoğan birçok demecinde amacı açık etti. Suriye ve Türkiye sınır boyunda bulunan Kürtlerin yaşam alanlarını birbirinden koparmak. Suriye topraklarında sınır boyunca tampon bölgeler oluşturmak. Türkiye’deki Suriyelileri (Arapları) bu bölgelere yerleştirmek. Böylece Suriye ve Türkiye Kürtleri birbirinden koparılmış olacak ve demografik yapı değiştirilecekti.
Türkiye ABD, AB, Rusya ile bunun pazarlığını çok yaptı. Tampon bölge, uçuşa yasak bölge vs. farklı adlandırmalarla bu amaç için çalıştı. Hala da çalışıyor.
Suriye’de Kürt halkının mücadelesi ve geniş coğrafyada yarattığı farkındalık
TSK farklı tarihlerde Fırat Kalkanı Harekâtı, İdlib Operasyonu, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı Harekâtı düzenledi. Afrin, İdlib, Halep, Cerablus, El Bab, Resul Ayn, Tel Abyad’a yapılan bu operasyonlarda çok sayıda insan yaşamını kaybetti, göç etti/ettirildi. Bu iklimi arkasına alan çeteler kadınları kaçırdı. Kadınlar Libya’ya kadar uzanan kirli pazarlarda satıldı. Kürtlerin, kendi yandaşları olmayan Arapların evleri yağmalandı. Afrin’in zeytinleri, zeytin yağları Türkiye pazarlarında satıldı. Ayrıca Türkiye üzerinden ihraç edildi.
AKP iktidarı Kuzey Suriye’de; üniversiteler kurdu, yollar köprüler yapmaya başladı. Bazı bölgelere elektrik şebekeleri kurdu. DSİ tarafından açılan su kuyularına 100 milyon TL bütçe ayırdı. Bir yandan Suriye’de su kuyuları açarken öte yandan Kuzey ve doğu Suriye’de 100 binlerce sivilin içme suyunu kesti.
Kürt sorunununda barış ve diyalog politikasını epeydir bütünüyle terk eden AKP iktidarı ve müttefikleri “Kürt anasını görmesin, gök kubbe altında nefes almasın” diye elinin uzandığı her yere ölümcül neşterini atmaya çalışıyor.
Öte yandan Kürt halkı, bir dönem Irak-Şam hattında korku salan IŞİD’in yenilebileceğini Kobane’de gösterdi. Kürt halkının Suriye’de, Irak’ta IŞİD’e ve türevi örgütlere karşı verdiği mücadele tarihin en kıymetli sayfaları arasında yerini bulacaktır.
Suriye savaşını 10. yılında Kürt halkı açısından değerlendirdiğimizde… Kürtler Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine model olabilecek bir direniş ve yönetim anlayışı geliştirdi. Özyönetim, federatif yapılanma, her kademede kadın temsiliyeti, bunun da ötesinde kadının hayatın ve mücadelenin asli öznesi olması; artık bu coğrafyanın gündemindedir. Hem de bu coğrafyanın orijinalitesine uygun kodlarla. Bugün Tunus’ta kadın örgütleri eş başkanlık/temsiliyet konusunu doğrudan gündemlerine alabilmişlerse bu mücadelenin sadece Türkiye, Suriye topraklarında değil çok daha geniş bir coğrafyada yarattığı farkındalık nedeniyledir.
İp üstünde cambazlık siyaseti sınırlarına çarpıyor
Devletle bütünleşen AKP iktidarı, devletin Avrasyacı kliği ile rezonans kurdu. Bu ittifak, Suriye’deki Kürt ve Arap topraklarına girme pazarlığı karşısında Türkiye’nin yönünü Avrasya’ya iyice meylettirerek S-400’leri aldırdı. S-400 sadece bir hava savunma sistemi değil. NATO ülkesi olan Türkiye’nin NATO silahlarına karşı olan bir hava savunma sistemi olması hasebiyle bir stratejik eğilimin somut göstergesidir.
Şimdi Biden başkanlığındaki ABD, küresel hegemonyasını tazelemek/hatırlatmak istiyor. Bu nedenle Ortadoğu, Kuzey Afrika siyasetinin altını çizen ve NATO’ya verdiği önemi güçlü bir şekilde gösteren askeri ve diplomatik faaliyetlere girdi. Ve bu çerçevede Türkiye’ye, S-400’lerin kırmızı çizgisi olduğunu söyledi. ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı CAATSA yaptırımlarının (Türkiye şayet S-400’den kurtulmazsa) daha ağırının gelebileceği sinyali güçlü bir biçimde verildi. AKP ve ortaklarının en fazla zorlandığı noktalardan biri budur. S-400’den vazgeçilirse Rusya’nın, Türkiye’nin Suriye’den çıkması için her türlü yöntemi kullanacağı aşikâr. Yani AKP iktidarının mahir olduğu konulardan biri olan “İp üstünde cambazlık” siyasetinin sonuna geliniyor. “AB, ABD, Rusya, Çin… hepsini idare ederiz” cambazlığı sınırlarına dayandı.
Neo Osmanlıcı/yayılmacı siyaset
AKP iktidarı ve ortakları Suriye savaşını Neo Osmanlıcı ve yayılmacı hayalleri için bir olanak olarak gördüler. Kaba ve şiddet merkezli siyasetle bölgenin lideri olabileceklerine dair hülyalara kapıldılar. Bu arada dünürlerin, yandaşların askeri sanayi işletmelerinin bölgesel savaşta büyük kârlar etmesinin önünü açmayı da ihmal etmediler.
Hem Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsedip hem de Rusya ve zaman zaman eski ABD yönetimiyle pazarlık yapıp Suriye topraklarında demografik yapıyı değiştirecek her türlü adımı atmanın samimiyetsizliğini/işgüzarlığını halklar biliyor.
Doğu Akdeniz-Mısır-Libya-Güney Kıbrıs-Yunanistan ve dolayısıyla AB hattında da yeni gelişmeler oluyor. Arap Birliği’nin de Türkiye’ye “Başka ülkelerin iç işlerine karışma” mesajını vermesi AKP’nin Neo Osmanlıcı hayallerinin de sınırlarına dayandığının önemli göstergeleridir.
Ahiri kelam
AKP iktidarı ve müttefikleri Suriye savaşını da “Allah’ın lütfu” olarak gördü. Belli ki vicdanı zehirlenmiş, siyasi çizgisi kana ve sömürgeciliğe bulanmış anlayış sınırlarına gelmiştir. Suriye savaşı tarihin çok önemli bir gerçekliğini yeniden gösterdi: Asıl olan halkların, geniş kitlelerin çıkarları ile emperyalist güçlerin ve yerli iş birlikçilerin çıkarlarının çatışmasıdır. Bahsettiğimiz geniş denklemin özünde Kürt, Arap, Acem, Türk, Ermeni, Ezidi, Süryani, Alevi/Nusayri, Hristiyan, Musevi, Yahudi… hangi halkın ya da inancın birbiriyle uzlaşmaz, çözülemez sorunu var? Yok. Tam tersine, Suriye’nin Kuzey ve Doğusunda tüm askeri-politik müdahalelere, işgallere rağmen hayata geçirilen yeni düzen, halkların eşitlik ve kardeşlik temelinde nasıl birlikte, özgürce bir yaşam kurma yolunda ilerleyebileceğini dosta düşmana gösterdi.
Ezcümle yangın yeri olan coğrafyamızda halkların, ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşu sınır tanımayan enternasyonalist mücadelededir…