Mehmet YEŞİLTEPE yazdı – Bugün yapılacak en büyük yanlış, ABD’nin Kürt dinamiğini kendi politikaları dahilinde işlevlendirme yönündeki hamlelerini çözüm yönünde bir fırsat sanmak ve emperyalist çözüme yedeklenmektir. Bu, hem bölgede kaybettirecek hem de Türkiye’de, birleşik mücadelenin ve sınıfsal duruşun olmazsa olmaz önemde ihtiyaç haline geldiği, muhalif potansiyelin çeşitlenerek büyüdüğü bir konjonktürde, kazanım ve mücadele taşlarının demokratik çözüm yönünde döşenmesini geciktirecektir.
Değerlerin halay çektiği gündür Newroz…
Göğü öpen alevde, bütün bir yılın haberleri okunuyor
Halkın alevle dansıdır Newroz…
Doğa, insan ve ateş, aynı mimikte gülümsüyor
Halkın itiraz şenliğidir Newroz…
Boyun eğmemenin bin yıllardır bitmeyen şarkısı yazılıyor
Özgürlük senfonisidir Newroz…
Henüz finale ulaşmamış da olsa
Akıl ve yürek, aynı tınıda birbirini tamamlıyor
Toplumsal bir aşktır Newroz…
Kapitalizme sırtını dönmüş halklar
Birbirini, sınıfsız sömürüsüz bir sevgiyle kucaklıyor
Halkın ateşle imtihanıdır Newroz…
Binlerce yıllık Zulme karşı direnmenin mirasını büyütüyor.
Newroz deyip geçmemek gerekiyor. Tarihin en ak sayfalarından ana gün ışığı damlıyor. Bin yıllardır iki gözü iki nehir, Mezopotamya’nın damarlarında halkın baharı tomurcuklarını çoğaltıyor. Dalda yeşil, toprakta özsu değildir sadece yaşam. Artık günümüzün ezilenleri uyanıyor; oyalamalara kanmıyor, çelmelerle düşse de yeniden ayağa kalkıyor; aşağı değil yukarı, yıldızlara bakıyor… Kawa’dan bugüne birikenleri kendine düstur edinmiş; eken de biçen de olmak istiyor… Newroz mitolojisi de sanıldığının aksine bir halkın etnik kimliğine değil, ezilen halkların direnişine, zalimin zulmünü kırma ve mazlumların kaderini eline alma iradesine, bir arada hareket etme potansiyeline işaret eder.
Bugün, Newroz’un temsil ettiği bütün değerlerin çiğnenmeye çalışıldığı karanlık bir dönemden geçiyor olmamız, günümüzün Dehaklarına olduğu kadar Kawalarına da değinmeyi, hemen her itirazda ve direniş odağında güncellenmiş izlerini görmeyi gerektiriyor.
Küresel iklimden yansımalar
Newroz’da, tüm halkların tomurcuğa durmuş değerleri doğadaki canlanmayla iç içe geçer; ezilenlerle örtüşen anlam ve değerler Newroz’la ifadesini bulur. Böyle bir günde kavganın ve ütopyanın öznelerinden Kürt halkına ve buna bağlı olarak Kürt sorununa, konu bağlamında değineceğiz.
Biden’in başkanlığıyla beraber ABD’nin Ortadoğu politikalarındaki olası değişim değerlendirilirken öne çıkan konulardan biri de Kürt sorunu oldu. Öncelikle belirtmekte yarar var ki söz konusu değişim, iki başkan arasındaki farka değil pandeminin derinleştirdiği kriz koşullarında ve paylaşım ikliminde ABD’nin ihtiyaçlarına dayanıyor. Dolayısıyla emperyalizmden ve yeni sömürge ülkelerdeki izdüşümü faşizmden yani dönemsel olarak azami kozlarını oynayan sermayeden ve pandemiyi bir savaş enstrümanı gibi kullanan onun iktidarlarından söz etmeden olup biteni anlamak, gelişmeleri doğru değerlendirmek pek olası değil.
Kimilerinin barışçıl ve demokratik hamleler beklediği Biden dönemine ait ipuçları Trump döneminin son aylarında görünür oldu. ABD, sanıldığının aksine, tehdit/rakip vb. gördüğü güçler karşısında el yükseltiyor, daha sonuç alıcı politikalara hazırlanıyordu. Bunun tüm kıtalara yayılmış olan paylaşım savaşına yansımaları olacak ise de Rusya’nın kuşatılması, Çin’in önünün kesilmesi ve İran’ın etkisizleştirilmesi temel öneme sahipti. Bu süreçte ABD’nin politikalarında aktif taşeronluk rolü oynaması beklenen İsrail ve Türkiye, Azerbaycan’la Dağlık Karabağ meselesinde ilk sınavını verdi. Ve gerçekte bu yalnızca bir peşrevdi; amaç Rusya’nın kuşatılması ve kendi sınırları içine hapsedilmesiydi. Bunu Belarus’taki, Kırgızistan’daki ve Rusya’daki gösterilerden okumak mümkün.
Giderek daha sıcak ve aktif rol alması beklenen İsrail’in Arap ülkeleri ile girdiği “normalleşme” süreci nasıl ABD’nin tercihi ve hatta dayatması ise benzer bir durum bugün Türkiye’nin İsrail, Mısır, Arabistan ve BAE ile “normalleşme” sürecinde gözleniyor. Biden’in Erdoğan’ı hala aramamış olmasından büyük sonuçlar çıkaranlar olsa da gerçekte 70 küsur yıldır biçimlenmiş ve kurumsallaşmış olan ilişkinin (yeni sömürgeciliğin) gerekleri yaşanıyor, bugün atılmakta olan söz konusu adımlar da ABD’nin politikalarına/planlamasına göre gerçekleşiyor.
Papa’nın ziyareti, Kürdistan haritası ve olası gelişmeler
Papa’nın Irak ziyaretine çeşitli anlamlar atfedildi. Özetle bu ziyaretin, ABD’nin politikalarından bağımsız olmadığını, İran’ı etkisizleştirme çabasının bir parçası olduğunu ve ABD’nin bu süreçte Ortadoğu’da Kürt dinamiğine görünür biçimde ağırlık vereceğini söyleyebiliriz. Bunu çeşitli biçimlerde görmek mümkün. Hatta diyebiliriz ki Irak Kürdistanı’ndaki PKK-KDP geriliminin de Suriye’nin kuzeydoğusunda hızlanan kurumsallaşma sürecinin de arkasından doğrudan ABD vardır; dolayısıyla da mesele iki örgütün çatışmasından çok daha büyük anlamlar taşımaktadır.
ABD’nin amacı, halklara özgürlük getirmek olmayacağına göre, şimdilik Irak Kürdistanı ile Kuzey Doğu Suriye’deki oluşumu birleştirme çabası olarak görülebilecek ve süreç içinde haritanın diğer bölgelerini de (İran ve Türkiye Kürdistanı’nı) ilgilendirecek bu adıma nasıl bir rol ve anlam biçtiği, bunun direniş potansiyelini de ilgili bölge iktidarlarını da nasıl etkileyebileceği üzerine kafa yorulmalıdır.
Suriye’nin kuzeydoğusunda askeri imkanlarını güncelleyen, petrol imkanlarını DSG’ye devreden ve bu oluşumun hamiliğini yapan ABD, aynı bölgede PYD ile ENKS güçlerini bir araya getirmiş ve bölgeden bırakalım gitmeyi daha da kalıcı olmanın adımlarını atmıştı. Bunun Kürt sorununda demokratik çözüm, özgürleşme vb. anlamına gelmeyeceği ise bugüne kadar yaşanan öğretici pratiklerde yeterince görülmüş olmalıdır.
Belediyelere kayyum, vekillere fezleke
Bir süredir HDP’ye deyim yerindeyse nefes aldırılmıyor olması, belediyelere kayyum, milletvekillerine fezleke dayatması ve kapatma davası, salt gündem değiştirmekle veya AKP’nin iktidar ortağına jest yapmasıyla (hediye vermesiyle) açıklanabilecek bir olgu değildir. Evet AKP/Saray, ekonomi gündeminin, diğer bir ifadeyle işsizlik, yoksulluk ve açlığın konuşulmasını istemiyor. Bunun için yapay gündemler de dayatıyor. Ama Kürt sorunu ve ilgili saldırılar, yapay bir gündem değildir. Bunun sınıfsal bir mantığı, bir ekonomi politiği vardır.
Bugün gerek yapılan saldırıları gerekse iktidardan çözüm beklemek gerekip gerekmediğini anlamak için 19 yıllık sürece bakmak gerekiyor. AKP’nin, bir istismar alanı bir de uygulama alanı vardır. Kürt sorununda, hem uygulamadan (tabii ki saldırı ve tasfiyeden) hem de istismardan bahsedebiliriz.
Saldırının nedenlerinden birinin ittifakları parçalama olduğunu söylemek mümkün. Bu, AKP’nin seçim kazanma taktiklerinden biri. Hatta HDP’ye yapılan saldırının, “terör”le gerekçelenerek partinin kriminalize edilmek istenmesinin bir boyutunun da tüm muhalif kesimlere gözdağı olduğunu söylemek de abartılı olmaz. Bu alanda özellikle Meclis içi muhalefet üzerinde öyle bir baskı oluşturulmuş durumda ki Irak’ta “rehine kurtama” adı altında yaşanan fiyasko sonrasında bile iktidar, saldıran konumda muhalefet ise savunan konumdaydı.
Elbette Kürt halkına ve örgütlülüğüne yönelik abluka, saldırı ve sindirme çabası yeni değil. Ancak bir süredir kayyumlardan fezlekelere, tutuklamalardan kriminalize etmeye kadar bir çeşit “tam saha pres” söz konusu. MHP’nin bilinen saldırgan, ötekileştirici ve hatta ırkçı dili, iktidarın dönemsel ortak dili haline gelmiş durumda. Kutuplaştırarak yönetme yoluna giden iktidar, böyle bir istismar için Kürt olgusunu en uygun araç olarak görüyor.
Tabii yazımızın sınırlılığı sebebiyle ayrıntılı biçimde açamayacak olsak da sözünü ettiğimiz güncel nedenlerin yanında çok daha köklü nedenlerin olduğunu söyleyebiliriz. Kısacası, burjuva siyaset tarzının bir döneminin sonuna gelinmiş durumda. Burjuvazi için seçimler, kendi egemenliğine dair rıza oluşturma mekanizması olsa da artık bu nispi demokratik işleyişe, sınırlı da olsa halkın tercihlerinin meclise yansımasına tahammülü kalmamıştır. Bunun yansımalarını, daralan burjuva demokrasilerinde de pek çok ülkede derinleşen faşizmde de görmek mümkün. Düzen muhalefetine gelince, sosyal demokrasinin altındaki toprak kaymış, artık sosyal devlet vb. uygulamalar bütünüyle tasfiye edilmiştir. Ve dikkat edilirse CHP, sağ taklitler üzerinden kendine alan aramaktadır. Bu gerçeklik, düzen alternatifi alanların ve araçların önemini artırmaktadır.
Çözüm önerileri
Çözüm, iktidarın atraksiyonlarına karşı atraksiyon geliştirme sınırlılığında değil, sorunun özüne, büyüklüğüne ve önemine uygun biçimde, buna denk bir bir yol haritası eşliğinde düşünülmelidir. Tabii bunun kısa, orta ve uzun erimli boyutları olacaktır.
Pandeminin geleceksizlik kaygısını büyüttüğü, açlık-yoksulluk-işsizlik üçgenini derinleştirdiği koşullarda, iktidarın farklılıkları kaşıyan duruşunun tersine, milliyetçiliğe karşı halkların kardeşliğini savunmak, mümkün olan en geniş zeminde muhalif kesimlerin ortaklaşmasını gözetmek, yaratacağı değiştirici iklim eşliğinde ezilen tüm kesimlerin avantajına olacak, söz konusu hamleler daha kapsamlı çözüm yolunda basamak işlevi görecektir.
Bugün yapılacak en büyük yanlış, Biden başkanlığında ABD’nin Ortadoğu’da Kürt dinamiğini kendi politikaları dahilinde işlevlendirme yönündeki hamlelerini çözüm yönünde bir fırsat sanmak ve emperyalist çözüme yedeklenmektir. Bu, hem bölgede kaybettirecek hem de Türkiye’de, birleşik mücadelenin ve sınıfsal duruşun olmazsa olmaz önemde ihtiyaç haline geldiği, muhalif potansiyelin çeşitlenerek büyüdüğü bir konjonktürde, kazanım ve mücadele taşlarının demokratik çözüm yönünde döşenmesini geciktirecektir.
Bir başka ifadeyle söylersek; sorunun hem güncel hem genel/tarihsel boyutu vardır. Bu iki boyut da sınıfsal bakışa sığar. Unutmamak gerekir ki sınıf sorunu kimlik mücadelesinin içine sığmaz ama kimlik sorunu sınıf mücadelesinin içine sığar. Kürt sorununun, kadın sorununun, inanç sorununun, doğa ve insan mücadelesinin sınıfsal başlık altında toplanması, bu mücadeleleri zayıflatmaz, güçlendirir. Tersine ise çeşitli demokratik sorunların olduğu bir zeminde bir sorun diğerlerinin önüne konulduğunda, bütüne zarar verir. Yaklaşık 100 yıl öncesinde “devrimci mücadeleyi tüm demokratik taleplerle ilgili program ve taktiğe bağlamak zorundayız” diyen Lenin, bu nitelikte bir birleşik mücadeleye işaret etmiştir.