SEÇTİKLERİMİZ – Mehmet Ali DÖKE Gazete Karınca için yazdı: 10 yıldan önce bitmesi zor olan aşı üretme sürecinin Covid-19 için bir yıl içinde tamamlanmış olmasından endişe duyuluyor. Mehmet Ali Döke, yeni aşılar özelinde endişelerin ne derece geçerli olduğunu irdeliyor.
COVID-19’a karşı iki aşı son onay aşamasında
Mehmet Ali Döke*
Çin’deki ilk COVID-19 vakalarının üzerinden bir yıla yakın bir süre geçti ve bu zaman diliminde sanırım çok az sayıda “iyi haber” geçti elimize. Bu bakımdan bu ay art arda gelen iki haber ile küresel pandemiden çıkış adına ilk umut ışığını gördük diyebiliriz. Önce 9 Kasım’da ecza şirketi Pfizer’ın Almanya’daki bir alt kuruluşu olan BioNTech şirketi, geliştirmekte oldukları aşının denemelerde %90 üzerinde etkili olduğunu duyurdu. Hemen bir hafta sonra, 16 Kasım’da ise ABD’deki biyoteknoloji şirketi Moderna da geliştirdikleri aşının denemelerde %95 etkili olduğu haberini paylaştı. İki aşının da 2020 bitmeden büyük miktarda üretilip halka ulaşması ve ABD’de en azından 20 milyon kişinin aşılanması planlanıyor.
Bu kuşkusuz muazzam bir başarı ve kutlanması gerek, zira olağan şartlar altında bir hastalık için aşı geliştirme süreci 10-15 yıla yayılıyor. Fakat aşılarla ilgili hararetli tartışmaların koptuğu günümüzde bu denli hızlı üretilen aşıların toplumsal kabulünün düşük olmasından endişe ediliyor. İngiltere’de yapılan bir ankete göre halkın yalnızca yarısı kesinlikle aşı olacağını belirtirken, beş kişiden biri büyük olasılıkla aşı olmayacağını söylüyor. ABD’de ise durum daha da kötü. Pew Araştırma Merkezi’nin anketlerine göre Mayıs ayında Amerikalıların %42’si kesinlikle aşı olacaklarını söylerken, Eylül ayında bu oran %21 olarak ortaya çıkıyor. Benzer şekilde kesinlikle aşı olmayacaklarını söyleyenlerin oranı da %11’den %24’e çıkmış durumda. Aşılarla ilgili tutumun bu denli olumsuz olduğu bir halde aşının etkililik oranı ne kadar yüksek olursa olsun, yeterli oranda insan aşılanmazsa istenen sürü bağışıklığına ulaşmak imkânsız olabilir.
Peki aşıların aceleye getirildiği ve tehlikeli olabilecekleri yönündeki algının gerçeklikle ilişkisi ne durumda? Bunu anlamak için öncelikle aşı geliştirme sürecinin nasıl işlediğine ve COVID-19 özelinde bu süreçle ilgili nelerin değişmiş olabileceğine bakmamız gerekir.
Aşı geliştirmenin ilk aşaması daha çok keşif odaklı ve bu sırada denetim çok az. Bu keşif aşaması sırasında genellikle devlet tarafından desteklenen araştırmacılar laboratuvar şartlarında hastalığa karşı etkili olabileceği düşünülen doğal veya sentetik ürünler bulmaya çalışıyorlar. Keşif aşaması genelde 2 ila 4 yıl arası sürüyor. Bu aşamayı geçen aday kimyasallar ya da moleküller Ön-Klinik Aşaması kapsamında ele alınmaya başlıyor. Bu aşamada araştırmacılar hücre ve doku kültürü yanında hayvanlar üzerinde de deneyler yürüterek ellerindeki aday moleküllerin ne derece etkili olduğunu anlamaya çalışıyorlar (Hayvanların bu alanda kullanımı ve beraberinde gelen etik sorunları daha önceki bir yazımızda tartışmıştık).
Aşı adaylarının çok büyük bir kısmı bu aşamada eleniyor ve Ön-Klinik Aşaması genelde 1-2 yıl sürüyor. Bu noktada halen elenmemiş adaylar için devletin ilgili kurumlarına başvuru yapılarak araştırma amaçlı yeni aşı izni alınıyor. Bu izni alabilmek için üretici adayının bu noktaya kadar yapılan bütün laboratuvar ve hayvan deneylerini büyük bir ayrıntı ile belgelemesi ve bunları bir rapor olarak sunması gerekiyor. Onay alan adaylar üç evreden oluşan insanlı deneylerde kullanılabilir hale geliyor.
*Birinci evrede 20-80 yetişkin aşılanarak eldeki ürünün güvenli bir şekilde insanlara verilip verilemediği ve aşılanma sonucunda ortaya kuvvetli bir bağışıklık tepkisi çıkıp çıkmadığı denenmiş oluyor. Bu aşamada ciddi rahatsızlıklara yol açan ya da etkisiz olduğu görülen adaylar eleniyor ve ileri evrelere geçemiyor.
*İkinci evrede ise daha kontrollü şartlar altında yürütülen deneylerde yüzlerce insan aşılanıyor. Yine aşının güvenliliği ve etkililiği denendiği gibi nasıl bir doz ve aşılama sürecinin daha etkili olabileceği, en iyi aşılama yöntemi de belirlenmeye çalışılıyor. Etkili ve güvenli bulunan, insanlara ulaştırılması mümkün görülen adaylar üçüncü evreye geçiyor.
*On binlerce insanın katıldığı üçüncü evrede aşının nadir yan etkilerinin ortaya çıkması umuluyor. Aşının piyasaya sürülebilmesi için bu nadir etkilerin ölümcül olmaması ya da ciddi sağlık sorunlarına yol açmaması gerekli. Yine, geniş topluluklarda yüksek etkililik sergilemesi ve cinsiyet, yaş, sağlık durumu gibi durumlardan olabildiğince az etkilenmesi gerekiyor. Sürecin bu aşamasına gelebilen aşılar halkın geneline uygulanabilir görülüyor. Yine de aşının uygulandığı erken dönemlerde etkisi ve güvenliği yakından izleniyor ve beklenmedik sorunlar çıkarsa aşı toplatılabiliyor ve üretimi durdurulabiliyor.
Umuyorum ki buraya kadar anlatılanlardan aşıların genel olarak oldukça güvenli olduğu ve son dönem aşıların tamamını kötüleyen ve insanları aşı olmaktan caydırarak kökü kazınmak üzere olan hastalıkları tekrar hortlatan kişi ve grupların toplum sağlığını tehlikeye attığı sonucu çıkacaktır. Tabi ki kapitalist düzende en büyük kâr payı peşinde koşan şirketlerin üretim ve deneme aşamalarında bazen de olsa yalan söylemeye çalışması kaçınılmaz. Fakat çok basamaklı denetim süreçleri sayesinde bu gibi üçkağıtların aşılar halka ulaşmadan önce ortaya çıkarılacağını ummak durumundayız. Zaten aşıların ciddi biçimde toplum çapında uygulandığı son yüz yıllık sürece bakacak olursak genel anlamda oldukça güvenli ve etkili oldukları da apaçık ortada (İnsanlığın bulaşıcı hastalıklarla mücadeledeki başarılarına daha önceki bir yazıda değinmiştik).
Bununla birlikte sıradan zamanlarda 10 yıldan önce bitmesi zor olan bir sürecin bir yıl içinde tamamlanmış olmasından endişe duymak tamamen anlaşılabilir bir durum. Bu yeni aşılar özelindeki endişelerin ne derece geçerli olduğunu irdelemek için yakında halka ulaşacak gibi görünen iki aşının hangi mekanizma ile çalıştığına bakalım.
Hem Pfizer hem de Moderna’nın aşıları mRNA (ulak RNA) aşıları olarak adlandırılan bir gruba dahil. Daha önceki çalışmalar sayesinde bu tip aşıların bağışıklık tetiklemekte oldukça başarılı oldukları ve büyük güvenlik sorunları olmadığını biliyoruz. Her iki aşıda da SARS-CoV-2 virüsünün yüzey proteinlerinden birini kodlayan bir mRNA dizisi bulunuyor. Bu dizinin sentezini ilk kez yapan ekibin başındaki Barney Graham, geçen haftalarda arka arkaya gelen aşı duyurularıyla ortaya koydukları yöntemin çalıştığını öğrendiğinde rahat bir nefes aldığını ve gözyaşlarına boğulduğunu söylüyor.
* Puerto Rico Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı, entomolog
Mehmet Ali DÖKE'nin Gazete Karınca'daki yazısının tamamını okumak için TIKLAYIN