Eylem DELİKANLI ABD’den yazdı – “Black Lives Matter başta olmak üzere, taban hareketleri ve Bernie Sanders liderliğindeki demokratik sosyalist örgütlenmeler iş işten geçmeden Trump’ı durdurmanın yolunun Biden’e destek vermekten geçtiğini düşündüler ve bunda da başarılı oldular.”
Eylem Delikanlı*
Amerikan başkanlık seçimlerinin üzerinden neredeyse üç hafta geçti. Joe Biden ve Kamala Harris’in zaferine karşılık Donald Trump ‘Ben kazandım’ diye tweet’ler atmaya, içi boş itirazlarını sürdürmeye devam ediyor. Pandemiyle baş etme yöntemi olarak çamaşır suyu içmeyi öneren, bireysel silahlanmayı teşvik eden, eğitimden sağlığa, çevreden dış politikaya her alanda büyük yıkımların adımını atan veya sinyalini veren narsisist, cinsiyetçi, ırkçı ve zenofobik bir erkekten kurtulmak elbette yalnızca ABD için değil dünyanın geri kalanı için de müjdeli bir haber. Kutlamaya değer. Ben de hem bu müjdeli haberin verildiği günün sokak izlenimlerini aktarmak hem de biraz daha geriden alarak tuttuğum notlara bakmak istedim.
(Times Square, NYC)
7 Eylül 2011 yılında Occupy Wall Street adıyla Manhattan’da Zucotti Park’ta toplanan işgal hareketi, gelir dağılımı eşitsizliği ve şirketlerin hükümetler üzerindeki etkilerine bir başkaldırış olarak tezahür etmişti. Yalnızca ABD içinde değil, 2008 ekonomik krizinin ardından 82 ülkede dalga dalga yayılmış; ‘%99 biziz’ sloganıyla altı çizilen, ekonomik eşitsizliklere, kapitalizmin krizleriyle boğuşan geniş kitlelere, sermayenin Citizens United gibi yapılar üzerinden seçimler üzerindeki hegemonyasına, dolayısıyla demokrasiye etkilerine vurgu yapılmıştı. Hem işgali yerinde görmek hem de Birgün Gazetesi’ne haber hazırlamak için Zucotti Park’a gittiğimde General Assembly (Genel Meclis) kurallarının yazıldığı tabelalar, sağa sola koşturan işgalciler, onların etrafını sarmış polisler ve bütün bunlardan azade bütün olağanlığıyla akan bir Wall Street kalabalığı ile karşılaşmıştım. Occupy, bir beyaz /orta sınıf hareketiydi ve güçlü bir etki yaratmıştı. Zucotti Park özel bir mülkiyet olduğu için polisin ilk günlerde dağıtamadığı işgalciler, Şubat 2012 itibarıyla parktan çıkarılsalar da ‘occupy’ sonraki yıllara damgasını vurmuştu.
(Central Park, NYC, 7 Kasım 2020)
O günün sonunda önceden randevulaştığımız şekilde Wall Street’te küçük bir ofiste Democratic Socialists of America’dan (DSA) Maria Svart ile buluşmuştuk. DSA özellikle Occupy hareketinin ses getirmesiyle ilginin de odağı olmuştu. Obama’nın II. dönem başkanlık yarışı ve işgal hareketini de konuşmak üzere bir araya gelmiştik. Maria o gün Obama’nın ikinci kez seçilip seçilmemesinden ziyade eşitsizliklerin kaynağı ve bunların çözümüne odaklanan bir hareketin büyütülmesinin gerekliliğinden ve bunun çok da uzak olmayan bir gelecekte mümkün olabileceğinden bahsetmişti. İsminde sosyalist geçen Amerika’daki bir oluşum için oldukça iddialı bir tespit olduğunu düşünmüştüm. Maria haklı çıktı. Sonraki yıllar yalnızca ekonomik eşitsizlikler veya sermayenin demokratik sistemlere etkisi üzerinden değil ırka dayalı eşitsizlikler, kadın hareketi, silahlanma karşıtı örgütlenmeler ve çevre hareketi ile bir bütün olarak sistemin ezilenler adına ve onlar için çözüm sunmadığı tüm alanlarda ve sorunlarda büyük kitlelerin sokağa indiği yıllar oldu.
(İsyan duyulmayanın dilidir. Union Square, NYC)
Joe Biden’in seçmenler kurulunun oylarının çoğunu almasının garanti olduğu basın yoluyla 7 Kasım 2020 Cumartesi günü ilan edildi ve bu haber ABD’nin dört bir yanında tam bir bahar havası estirdi. New York City’de havanın da mevsim normallerinin üstünde seyretmesiyle tam bir şenlik vardı diyebiliriz. Caddeler ve parklar heyecanla kendini sokaklara atmış insanlarla doluydu. Ağır bir yükün altından kalkmış, uzun ve karanlık bir dönemden çıkmış gibi bir enerji içindeydiler. Yirmi yılda çok değişik ve önemli gelişmelere tanıklık etmiştim New York’ta, ama kitlesel bir mutluluğun ve derin bir nefes almanın bu şekilde dışavurumuna ilk kez şahit oluyordum. Salgının ağır bir şekilde vurup geçtiği, birçok sokağı ve caddesi hâlâ hayalet kasabayı andıran bir kent için gerçekten olağanüstü bir durumdu. Ben de altı saatimi kalabalıklara çok da karışmamaya özen göstererek dışarıda geçirdim.
(Union Square, NYC)
8 Kasım 2020 Pazar günü Democratic Socialists of America tüm üyelerine ve üye olmayan takipçilerine Zoom üzerinden bir toplantı çağrısı yaptı. Toplantının bir amacı elbette kazanılan zaferin zoom üzerinden de olsa birlikte kutlanması ve yakın gelecekte atılacak adımlara dair hâlihazırdaki yüksek enerjiyi doğru şekilde kanalize etmenin yollarına bakmaktı. Katılımcılar genç, temsiliyet anlamında çeşitli ve oldukça hazırlıklıydılar. DSA’nın desteklediği 37 kampanyanın 28’i ülkenin farklı bölgelerinde başarılı oldu ve bu kendilerinin deyimiyle sandıklardaki sosyalist güç anlamına geliyordu. Dolayısıyla oyların Biden’a ve politikalarına değil, ilk aşamada Trump’ı durdurmak için verildiğinin altını çizdiler. Bu noktada herkesin aklına aynı soru geliyor: Acaba Demokrat Parti önümüzdeki dört sene içerisinde gerçekten ilerici (progressive) kanadın politik önceliklerinden uzaklaşıp sağa yönelen bir diskur ve eylemlilik mi benimseyecek yoksa beklendiği şekilde yükselen sokak hareketlerinin ve tabanın genel odağı olan politik hedeflere mi ağırlık verecek?
(Central Park, NYC)
Seçim sonrası parti içinden yükselen ‘radikal sol’ söylemlerin oy kaybettirdiğine dair tartışmalar sürecin nereye evrildiğini tam tarif etmese de parti yönetiminin özellikle Bernie Sanders’ın önseçim kampanyasını sonlandırmasının ardından izlediği stratejinin bugün Trump’ın elinden ikinci dönemin alınmasını sağladığını unutmayacağını düşünüyorum. DSA toplantısında da sık sık Biden’ın seçilmesiyle zaman kazanıldığına, mücadelenin devam ettiğine dair vurgu yapıldı. Nancy Pelosi ve Chuck Schummer gibi siyasetçilerin önümüzdeki dönem de yerlerinden kıpırdamayacağı veya Rahm Emanuel gibi hem Obama döneminde hem de Chicago valiliği döneminde %1 için icraatlarıyla bilinen birinin isminin yeni kabine için geçiyor olması parti içinde uzun tartışmaların ve sıkı pazarlıkların da habercisi.
(Union Square, NYC)
Black Lives Matter başta olmak üzere, taban hareketleri ve Bernie Sanders liderliğindeki demokratik sosyalist örgütlenmeler iş işten geçmeden Trump’ı durdurmanın yolunun Biden’e destek vermekten geçtiğini düşündüler ve bunda da başarılı oldular. Bu stratejik planlamada özgür basının ve eyalet sisteminin varlığının da elzem olduğunu unutmadan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Trump daha büyük ve geri dönülemeyecek yıkımlar yapamadan tarihi bir hezimete uğratıldı. Şimdi Twitter’da narsisistik bir budalanın ‘seçimi ben kazandım’ tweet’lerine kahkahayla bakabiliyorsak bu ittifakın zamanında ve başarıyla yapılmış olması sayesinde diyebiliriz.
(Central Park, NYC)
Yenilgisini hâlâ kabul edemeyen ve dolayısıyla geçiş dönemi çalışmalarının da önünü tıkayan bir eski başkanla baş başayız. Pandemide günlük vaka sayısı 135 binleri bulmuş, ekonomik krizle boğuşan ABD’de zorlu bir kışa giriyoruz. Trump’a oy vermiş 70 milyon kişinin önümüzdeki dönem ne derece mobilize edileceğine dair sorular ise baki. Dolayısıyla sosyalistler ve ilerici taban hareketleri sürecin nasıl şekilleneceğine etki etmeye devam edecekler. Mücadele yeni başlıyor ama her şekilde umut verici.
*Sözlü Tarihçi, Research Institute on Turkey – Eş direktörü