Ulaş Bedri ÇELİK yazdı: “Peki gençliğin kendisine çizilen rolleri reddetmesi ve bu yabancılaşmaya karşı verdiği varlık mücadelesi nasıl başarılı olabilir? İşte bu soruya verilen cevap 103 yıl öncesinden, Ekim Devrimi’nden gelmektedir. Gençliğin içine girdiği bataktan çıkmasının yolu ancak yeni Ekimler ile mümkün olacaktır.”
SiyasiHaber
Ekim Devrimi’nin 103. yılına girmek üzere olduğumuz şu günlerde kapitalizm en büyük krizlerinden birini yaşamakta. Sovyetlerin yıkılışıyla burjuva ideologlar kesin zaferlerini ilan etseler de iddialarının hepsinin birer birer çöktüğünü gözlemleyebiliyoruz. Fukuyama’nın deyişiyle “tarihin sonunun geldiği” ve artık barışın hüküm süreceği tek kutuplu bir demokrasi dünyasının vakti olduğu söylenmiştir Sovyetlerin çöküşüyle. Tüm bu söylemlerin ardından çok değil sadece on yedi yıl sonra 2008 krizi yaşanmıştır. Geçtiğimiz son dört beş yıl ise büyük paylaşım krizleriyle geçmiştir. Yaşanan bu süreçte savaşlarda milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, on milyonlarcası yaralanmış ve yaşadığı topraklardan göç etmek zorunda kalmıştır. Ekonomik küreselleşme hikayesi sekteye uğramış, değer zincirleri kısalma eğilimi göstermiştir. Tüm bu yaşananlara paralel dünyanın birçok yerinde Trump, Bolsonaro ve Narendra Modi gibi kişiler iktidara gelmiş Güney Amerika ülkelerinde darbeler planlanmış ve tekrardan otoriterleşme ve faşizm tartışmaları başlamıştır.
Dünyada tüm bunlar yaşanırken Türkiye’ye dönüp baktığımızda gördüklerimiz çok da farklı olmayacaktır. Özellikle 2015 yılından itibaren savaş politikalarına hız veren AKP iktidarı, HDP milletvekillerini ve eş başkanlarını tutuklamış Kürt şehirlerini büyük operasyonlarla yerle bir etmiştir. MHP ile ittifakıyla Başkanlık sistemini geçirmiş ve bu ittifak sürdürülerek toplumun bütün devrimci damarlarına pervasız saldırılar gerçekleştirilmiştir. Saldırılar yurt içiyle sınırlı kalmamış, savaş politikası: Rojava, Başur ve Suriye topraklarına fiili işgalle Libya ve Karabağ topraklarına ise savaşın taşınmasıyla seyretmiştir. Ekonomik olarak ise bu süreçte halk gittikçe fakirleşirken iktidar sermayesi hızlıca zenginleşmekte ve gerek yerüstü gerek yeraltı kaynaklarına yapılan pervasızca saldırılarla doğa katliamlarının ardı arkası kesilmemekte. Gençlik ise bu saldırıların en sertlerine maruz kalmakta. Üniversite kampüslerinden başlayan saldırılar, gençlerin kişisel yaşam alanlarına kadar sızmış durumda. Özellikle sosyal baskı sistematik bir şekilde gerçekleştirilmiş, istenilen gençliği yaratmak için her yol denenmiştir. Ne yiyip ne içeceğine, neyi dinleyip neyi izleyeceğine kadar karar verilmiş, kararları hayata geçirmek için çeşitli yasaklar ve sansürlere başvurulmuştur. Aynı zamanda büyük bir ekonomik krizin, işsizliğin ve geleceksizliğin içine çekilen gençlik atomize edilirken büyük bir çaresizlik ve yalnızlık sarmalında bulmuştur kendini. Bunlar karşısında iktidar gençliğin önüne uyuşturucu, kumar vb.; yahut büyük kesiminin hayali olan ülkeyi terk etme fikrini koymuştur. Özellikle son birkaç yıldır karşımıza çıkan öğrenci ve genç işsiz intiharları ise durumun ne kadar kritik olduğunu ve üzerimize düşen sorumluluğun ne boyutta olduğunu göstermekte.
Peki gençliğin kendisine çizilen rolleri reddetmesi ve bu yabancılaşmaya karşı verdiği varlık mücadelesi nasıl başarılı olabilir? İşte bu soruya verilen cevap 103 yıl öncesinden, Ekim Devrimi’nden gelmektedir. Ekim Devrimi gençliğin kendisini tekrar var ederek önündeki tek seçeneğin rekabet ve sömürü ilişkilerinin en dibine girmek olmadığını, kolektif bir geleceğin kurulabileceğini ve ancak bu gelecekle gençlerin kendisini özgür kılabileceğini göstermiştir. Devrim öncesi yalnızca basit bir asker veya iş gücü olan genç, devrim sonrasında ilk defa uzaya çıkmış; çeşitli kültür-sanat ve spor dallarıyla ilgilenerek kendisini yeniden ve yeniden doğurmuştur. Ekim Devrimi aynı zamanda gençliğin devrimidir. Ayaklanma sırasında Petrograd’ta işçilerden oluşturulan Kızıl Muhafızlar’ın yüzde kırkının genç işçi olması Menşevik gazetesi Yedinstvo’da, Kerenski güçlerinin 15-16 yaşındaki “çocuklarla” savaştığını söylemesi çok şey ifade etmektedir. Yine 1907 yılında parti üyelerinin yüzde yetmiş beşinin otuz yaş altı, Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren kadroların yaş ortalamasının yirmi ve 1919 yılında üyelerin yarısından fazlasının otuz yaş altında olması gençliğin, devrimin motor gücü olduğunu göstermekte.
Gençliğin gerek parti içerisinde gerek devrim sürecinde katılımının bu denli yoğun olması tesadüf değildir. Lenin’in parti tartışmasında söylediği “Hayır, otuz yaşında ‘yorgun’ ihtiyarlar olmayı, sosyal demokrasinin ‘aklı kemale ermiş’ devrimcilerini ve döneklerini toplama işini Kadetlere bırakalım. Biz daima ileri sınıfın gençliğinin partisi olacağız.” Sözleriyle 1905 Devrimi sürecinde söylediği “Gençliğe gidin beyler! Bu, her şeyi kurtaracak olan tek yoldur. Tanrı aşkına, aksi halde geç kalacaksınız (bunu gördüğüm her şeyden çıkarıyorum) ve ‘bilge’ taslaklar, planlar, çizimler, şemalar ve mükemmel reçetelerle ama örgütünüz olmadan, canlı eylem olmadan öylece kalakalacaksınız. Gençliğe gidin. Derhal her yerde ve her kentte gerek öğrenciler içinde gerekse de özellikle işçiler vb. içinde savaş birlikleri kurun.” sözleri gençliğin devrimci dinamizminin öneminin farkına varıldığını göstermektedir.
Özcesi gençliğin içine girdiği bataktan çıkmasının yolu ancak yeni Ekimler ile mümkün olacaktır. Yeni Ekimler için gençlik mücadeleye!