Korkut AKIN yazdı: Ömer F. Oyal’dan “Ferahlık Ânına Övgü”… Oyal, gündemin de izinde gençlerin içsel çelişkileriyle toplumun beklentilerini, dahası dinle örülü geleneksel kültürün belirleyici gücünü anlatıyor.
“Kim bizi nasıl bilirse, onun için öyleyiz”, benim de en çok kullandığım tanımlama idi bir zamanlar. Bir açıdan kararlı duruşu sergilerken diğer taraftan umursamazlık gösterdiğini hissedince bıraktım söylemeyi. Ama hâlâ da yeri gelince taşı gediğine oturtmak misali gözümü kapatıp dillendiriyorum.
Ömer F. Oyal, gündemin de izinde (hoş temel gündem maddelerinin değiştiğini gören, bilen var mı içinizde?) gençlerin içsel çelişkileriyle toplumun beklentilerini, dahası dinle örülü geleneksel kültürün belirleyici gücünü anlatıyor. Konu ilginç, başarısız olduğuna kendisi de inanmış bir ressamın İstanbul Fatih’in arka mahallelerindeki bir dergâha duvar/kubbe süslemesi işi alması… Yok, konu en tam da bu değil. Ressamın sevgilisiyle de ilişkisi rayında gitmiyor. Onunla çatışması da sürerken çocukluğunda, mahallede kavgaya giriştiği arkadaşıyla karşılaşıyor dergâhta.
“Kulaç attıkça denizin genişlemesi gibi. Bazen kollarınızın yorulmasından, boğulmaktan, yeniden dibe inmekten korktuğunuz oluyor. Yani çaba hem ilerlemek hem de durduğunuz noktada kalmamak için” (s.77) ressamın duygularını yansıtıyor tamamıyla.
Bir dünya başka bir dünyayı izliyor
Ömer F. Oyal, kişilik çözümlemesiyle sıcak bir süreci bireyselden toplumsala taşımayı başarıyor. Ressamın sevgilisiyle, dergâhın efendisi müritleriyle, okulda kendilerine modellik yapan evsiz birlikte bira içtikleri arkadaşıyla, intihar etme girişiminin yarıda kaldığı sevgilisinin kız kardeşinin arkadaşıyla yeni bir ilişki geliştirmesi… ve bunların hepsinin yaşamın gerçekleri olması… Sahi hepimizin yaşamı böylesi bilinmezlikler, belirsizlikler, gidişatı istense de engellenememesi vb. dolu değil mi? Doluya koyduğunuzda aldıramıyor, boşa koyduğunuzda dolduramıyorsunuz ve ister istemez isyan! Yalnızlık istemeseniz de yalnız kalıyor, en yakın arkadaşlarınızla (anne babayı saymıyorum, çünkü bir kuşak çatışması hep oluyor, hele de böylesi “SSK’sı olmayan” bir gün çalışıp üç gün işsiz gezen insanlar için) bile anlaşamıyorsunuz… Siz ister misiniz, yokuş aşağı giden tekeri ve freni patlak bir araçta olmayı?
On adımda değişen dünya…
Beyoğlu, Cihangir’de yaşayan, kendince özgür ve özgüvenli takılan genç ressam, yürüyerek ulaştığı Fatih, Çarşamba Mahallesinde insanların giyimlerinden dükkânlarda satışa sunulan eşyalara dek her şeyin farklı olduğunu gördüğünde zaten bir iç çelişkisi yaşıyor. Ya insanların tavrı umduğu gibi ise (ne umduğunu biliyor musunuz da umduğunun tersi diye geçiriyorsunuz aklınızdan).
Bırakın dış etkileri, mahalleleri, okuduklarınızı, duyduklarınızı; kişinin kendi yaşamı bile her adımda değişiyor. Ne kadar tutucu olunursa olunsun, en çok kaçınılanın bile yaşanması söz konusu ol(a)maz mı? “İstavritin çırpınışı durur. Solungaçlar hayretle açılır. İnsanların kafalarında kurabildikleri hikâyelerin çeşitliliğiyle kalakalır balık”… (s.177) İki insan arasındaki ilişkide kimin balık kimin kafasında kurduğu hikâyede yer alan olduğu bilinebilir mi? Kalakalan kimdir, av mı avcı mı? Sahi ikili ilişkilerde bir gecelik bile olsa o insanları av/avcı olarak niteleyebilir miyiz? Kurban katili (politikacıların yaptığı siyaseten savunmak dışında) korur mu? Koruduğunda duyduğu içsel suçluluk komik midir?
Yazar, suç ve vicdan toplayıcısı, sokaklardan karton toplayanlardan farkı olmayan ve aklına ilk şiddet göstermek gelen karakterinin aldanışını, duyduğu utancı, koruma gücünün yetersizliği ile önemsizliğini ilmek ilmek dokuyor.
Burada aklıma arka sokaklarda kalakalmış ve bir anlamda günümüzün egemen düşüncesini de simgeleyen dergâh ile müritlerinin ressama bakışları ve onu tanımlamaları geliyor. Nasıldır acaba?
Ferahlık Ânına Övgü
Ömer F. Oyal
Roman
Yapı Kredi Yayınları
Ağustos 2020, 205 s.