Mehmet UĞUR yazdı – Benim Trump sonrası dönemi okumam ‘Trump yenildi ama Trump tipi popülizm devam edecek’ diyen veya ABD deneyinden ders çıkarma konusunda kayıtsız kalan okumalardan farklı. Trump’ın yenilgisinin Türkiye’deki demokrasi ve adalet cephesi için yeni olanaklar sunduğunu düşünüyorum.
Mehmet Uğur*
Trump’ın yenilgisinin seçim mekanizmasını kullanarak başa geçen otokrat rejimleri nasıl etkileyeceği yaygın olarak tartışılan bir konu. İşin ilginç tarafı, Türkiye bu konunun en az tartışıldığı ülkelerden birisi. Ayrıca, demokrasi cephesinden gelen az sayıda yorumlardan bazıları Trump destekçilerinin küreselleşmenin yoksullaştırdığı kesimlerden oluştuğuna, bu yüzden Trump yenilse bile Trump tipi ‘popülizmin’ devam edeceğine işaret ediyor. Bu yazının bir amacı Trump destekçileriyle ilgili teşhisin yanlış olduğunu ortaya koymak. Diğer amacı Trump’ın yenilgisinin AKP rejiminin meşruiyet zırhında önemli bir gedik açabileceğini, rejime karşı demokrasi mücadelesi için yeni olanaklar sunabileceğini tartışmaya açmaktır.
Trump tipi ‘popülizm’ neyi temsil ediyor?
Önce Trump destekçileri kimdir ve Trump’ı niye destekliyor sorusunu ele alalım. Bu soruya biri sosyo-ekonomik diğeri politik-kültürel temelli iki tür yanıt vermek mümkün. Sosyo-ekonomik açıdan bakıldığında, Trump destekçilerinin küreselleşme mağdurlarından, genellikle mavi yakalı işçilerden oluştuğu sıkça yapılan bu iddia. Oysa bu iddia yanlıştır; bu iddiayı ezberden tekrarlayan ilericiler/sosyalistler de bu yanlışa ortak olmaktadır. 2016 seçimlerinden bir yıl sonra yayınlanan bir Washington Post yazısı bu konuda önemli bilgiler içermektedir. Şöyleki:
- Trump’ın destekçilerinin mavi yakalı işçiler olduğu iddiası verilere değil, Trump’ın seçim kampanyasının uydurduğu fantezilere dayanıyor. Oy verenlerin sınıf tahlili için kullanılan verilerde işçi tanımı şirket genel müdürleri (CEO’ları) dahil tüm yönetim kademelerini kapsıyor.
- Hane halkı gelirine baktığımızda, Trump destekçilerinin üçte-ikisi yılda 50 bin dolardan fazla kazanıyor ve bu kazancın alt sınırı 2016’da 50 bin dolar civarında olan medyan gelirden yüksektir.
- Trump destekçilerinin %70’nin üniversite diploması olmadığı doğrudur. Ama bu doğru Cumhuriyetçi Parti’nin gerçekliğidir – Trump’ın değil. Cumhuriyetçi Parti destekçilerinin %70’nin üniversite diplomasına sahip olmadığı eskiden beri var olan bir durumdur.
- Üniversite diploması olmayan Trump destekçileri göreceli olarak yoksul değil, zengindir.
- Ayrıca, üniversite diploması olmayan birinin Trump destekçisi olma ihtimali o kişinin zenginliğiyle doğru orantılıdır.
Bu veriler karşısında durup düşünmek gerekiyor. Trump’ın küreselleşme mağdurlarını temsil eden popülist bir lider olduğu iddiası neden ve nasıl yılarca pompalandı? Cumhuriyetçi Parti’nin küreselleşme mağdurlarını temsil ettiğini Trump’ın adaylığından önce neden duymadık?
Dünyanın ve Türkiye’nin liberal kalem erbabı ve liberal iktisat/tarih okumasından etkilenen bazı muhalifler Trump’la veya ‘popülist’ diye tanımlanan diğer otokrat rejimlerle ilgili bu fanteziyi neden satın aldı? Bu fantezinin senaryosu nasıl yazıldı? Bu soruları burada değil diğer yazılarda tartışacağım.
Ama burada belirtilmesi gereken nokta şu: Trump ve diğer otokrat liderler ekonomik veya kültürel kriterlere göre mağdur olanları temsil ettiği için değil, onların bu yalanlarına inanmaya hazır ‘akıllılar’ olduğu için kazandı. Bu elverişli ‘akıllılar’ Trump’ın ve diğer otokratların şiddetle ihtiyaç duydukları meşruiyet (veya Gramsci’nin deyimiyle, hegemonya) gereksinimini karşılayan önemli bir kaynak oluşturdu.
Trump tipi popülizm ekonomik mağdurları temsil etmiyorsa, kimleri temsil ediyor? Bana göre, Trump’ın iktidarı Amerikan hegemonyasının hem ekonomik hem de askeri olarak eskisi gibi sürdürülebilir olmaktan çıktığı bir dünyanın ürünüdür. Trump otokrasisi dışarıda ABD’nin ekonomik, askeri ve politik çıkarlarıyla ilgili statükonun korunmasıyla; içeride ise ırkçı, cinsiyetçi ve işçi sınıfına yaklaşımı kölelik normlarıyla biçimlenmiş Konfederalist ideolojinin egemen kılınmasıyla ilgili bir projedir.
2007-2010 arasındaki küresel kriz Konfederalist zihniyeti yeniden moda yaptı. Bu zihniyete göre, dış dünyanın Amerikan sermayesine yeni ödünler vermesi, ABD halkının da beyaz patron üstünlüğünü sorgusuz olarak kabul etmesi gerekiyor. ABD bu temelde yeniden büyük olacaktı! Bunu gerçekleştirmek için, ırkçı, sexist, hırsız ve yalancı olduğu bilinen Trump Konfederalist tabanı mobilize etmek için uygun bir vitrindi. İç savaş yenilgisinden sonra Konfederalist yanını kısmen törpülemek zorunda kalan Cumhuriyetçi Parti, seçim rakibi Demokrat Parti’yi bu projeyle marjinalize edebileceğini hesap etti.
ABD kurulu nizamının bir ürünü olan Hilary Clinton, bu projeyi okumak istemedi ve bu projenin tehlikelerine işaret eden demokrasi ve adalet cephesini yabancılaştırdı. Bu nedenle 2016 seçimleri kaybedildi.
2020 seçimlerine gidişte, aynı hatanın tekrarlanmasını önleyen üç faktör önemliydi. Birincisi adalet ve demokrasi cephesinin Demokrat Parti içindeki mücadelesi ve kitlesel örgütlenme kabiliyeti. İkincisi, George Floyd’un polis tarafından öldürülmesi üzerine en az siyahlar kadar beyazların da sokağa dökülmesi, yani beyaz vicdanında bir kırılmanın gerçekleşmesi. Üçüncüsü, Hilary Clinton’dan farklı olarak, Biden’in Demokrat Parti içinde demokrasi ve adalet cephesiyle ittifaka girmeyi resmen kabul etmesi; demokrasi ve adalet cephesinin bileşenlerinin de örgütlü çalışması. Tarihsel öneme sahip bu gelişmeleri görmeyen, onlardan gerekli dersleri çıkarmayan tahliller en hafif deyimiyle körlüktür.
Trump’ın yenilgisi Türkiye’deki otokrasi için iyi haber değildir
‘Trump yenildi, ama Trump tipi popülizm devam edecek’ argümanını sinik ve yenilgici bulmamın en önemli nedeni, Trump’ın yenilgisinin Türkiye’deki otokrasi üzerindeki etkisini es geçmesidir. Bana göre, Trump’ın yenilgisi otokrat rejimin meşruiyet zırhında önemli gedikler açma potansiyeli taşıyan bir gelişmedir.
Bunun örneklerini ele almadan önce, Trump’ın yenilgisinin dünyadaki otokrat rejimlerin şu üç özelliğini daha belirgin hale getirdiğini belirtmek gerekiyor.
- Otokrat rejimler satın alınmış ekonomik/adli/güvenlik/medya eliti biatına ve bunları birbirine muhtaç kılan müşterek suç dinamiğine bağlı bir iktidar yapısına sahiptir;
- Otokratın ve yakın çevresinin çıkarları hem temsil ettiklerini iddia ettikleri halk kesimlerinin çıkarlarından hem de kendilerinin tanımladığı ulusal çıkardan önce gelir;
- Otokrat rejimler iktidara gelmek için bir araç olarak kullandıkları seçim sistemini kaybettikleri anda bir kenara bırakmaya hazır rejimlerdir.
Trump’ın seçimlerden sonra attığı her adım, yaptığı her açıklama otokrat rejimlerin bu özelliklerini teyit etmiş, dolayısıyla bu rejimleri daha az sürdürülebilir hale getirmiştir.
Trump otokrasisinin deşifre olan her tutumunun Türkiye’de benzer yansımaları vardır. Örneğin, Trump kendisinin kazandığı eyaletlerde sayımın devamını, kaybetmekte olduğu eyaletlerde ise sayımın durdurulmasını istemiştir. Onun bu iki yüzlülüğü ABD kamuoyunda tepkiye yol açmış, hatta bazı Cumhuriyetçi Parti temsilcilerinin resmi çizgiden farklı demeçler vermesine neden olmuştur. Trump’ın bu ikiyüzlülüğü AKP rejiminin İstanbul seçimleriyle ilgili tutumunun aynısıdır. AKP rejimi kaybettiği başkanlık seçimlerini tekrarlatmış, kazandığı belediye meclisi üyelik seçimlerini geçerli saymıştır. Dolayısıyla, Trump sonrası bir dünyada, AKP rejiminin seçim çalmaya veya seçim sonuçlarını kabul etmemeye yönelik hamlelerinin artık eskisi kadar kolay ve sonuç alıcı olmayacağını kestiriyorum.
Trump, kendi politikası nedeniyle kontrolden çıkan Covid-19 krizinin insan maliyetini küçümsemiş, ‘ekonomiyi canlandırdım’ diye böbürlenmiştir. Bu yaklaşımın sinsi bir nedeni var: Trump, Covid-19 vaka ve ölümlerinin çoğunun beyaz olmayan azınlıklar ve yoksullar arasında olduğunu biliyor. Bu nedenle, Covid-19’un insan maliyetini ekonomik büyüme için kabul edilebilir bir zayiat olarak görüyor. Türkiye’deki Covid-19 vaka ve ölümleri de yoksul kesimleri vurmaktadır. AKP rejimi bu kesimin gerçek kayıplarını gizlemiş,düşük gösterilen kayıp miktarını ‘ekonomiyi canlı tutmak’ için kabul edilebilir bir maliyet olarak lanse etmiştir. Türkiye’nin Covid-19 verilerinin güvenilmezliği yalnızca TTB’nin değil, Alman hükümetinin de teyit ettiği bir durumdur. Bu nedenle, AKP rejiminin ‘Covid-19’a karşı başarıyla mücadele ettik, ekonomiyi de koruduk’ yollu propagandası Trump sonrası bir dünyada daha az inandırıcı olacaktır.
Trump rejimi bir yandan polisin ve beyaz ırkçıların siyahlara karşı terör ve şiddet uygulamasını desteklemiş, Michigan eyalet valisi Gretchen Whitmer’in kaçırılmasına yönelik ırkçı güruh baskınını kışkırtmıştır. Diğer yandan ‘kanun ve nizam’ bekçisi olduğunu iddia etmiştir. Benzer bir uygulamayla, AKP rejimi başta Kürtler olmak üzere muhalefete karşı devlet ve devlet-dışı şiddet uygulamakta, bunun devletin bekası için elzem olduğunu iddia etmektedir. Trump sonrası bir dünyada, ‘huzuru’ kendine göre tanımlamış bir otokrasinin benzer politikaları sürdürmesi kolay olmayacaktır. Sürdürse bile, demokrasi cephesinin uluslararası dayanışmadan destek alma şansı daha yüksek olacaktır.
Örnekler uzatılabilir, ama okuru boğmanın gereği yok. Benim Trump sonrası dönemi okumam ‘Trump yenildi ama Trump tipi popülizm devam edecek’ diyen veya ABD deneyinden ders çıkarma konusunda kayıtsız kalan okumalardan farklı. Trump’ın yenilgisinin Türkiye’deki demokrasi ve adalet cephesi için yeni olanaklar sunduğunu düşünüyorum.
Ama, ana-akım muhalefetin bu olanakları tartışma ve buna göre davranma konusunda kayıtsız olduğu açık. Bu muhalefetin neden kayıtsız kaldığını tahmin etmek zor değil. Bir yandan, ‘yerli ve milli’ kalma, rejimin ‘Amerikalılardan akıl alıyorlar’ yollu suçlamalarını savuşturma kaygısı var. Diğer yandan, ABD’deki demokrasi ve adalet hareketinin örgütlenme ve mobilizasyon yöntemlerini kendilerine yabancı görmesi söz konusu.
Bu durumda HDP’nin farklı davranmasını beklerdim. Ama görünen o ki, tekil olarak konuşan HDP’liler çelişkili sinyaller veriyor; HDP’nin ABD’deki demokrasi ve adalet cephesinin örgütlenme ve mobilizasyon deneyleriyle ilgili bir değerlendirmesini de görmedim. Umarım bu doğrultuda çalışmaları vardır. Yoksa hem HDP hem de HDP’nin ABD’deki temsilciliği açısından açık bir politika başarısızlığıyla karşı karşıyayız demektir.
Trump’in yenilgisiyle dünyanın dönüşeceğini, otokrat rejimlerin patır patır döküleceğini beklemiyorum. Ama ABD’deki demokrasi ve adalet cephesinin çok önemli bir zafer kazandığına, başka ülkelerde otokrat rejimlere karşı mücadele eden muhaliflere yeni bir umut penceresi açtığına, demokrasi ve adalet cephesinin ABD deneyinden çıkaracağı önemli dersler olduğuna inanıyorum. Aksi halde, demokrasiyi, adaleti ve insan haklarını ortadan kaldıran otokrat rejim şefinin yeniden demokrasi ve adalet havarisi olarak hortlaması kolaylaşmış olacaktır.
*Mehmet Uğur: Ekonomi ve Kurumlar Profesörü / Greenwich Üniversitesi / Greenwich Ekonomi-Politik Araştırmaları Merkezi