Tayyip Erdoğan-Fethullah Gülen savaşı 14 Aralık itibariyle yeni bir aşamaya sıçradı. Bu kez hamle yapma sırası Erdoğan’da. Operasyon, basın gibi ‘hassas’ bir noktada yürüyor. Onlarca kişi gözaltına alındı. Zaman ve STV’nin basılmasıyla ortaya çıkan ilk gerçek şu: AKP hırsızlığını gizlemek için operasyon çekiyor. Gülenciler ise kirli operasyonlarını perdelemek için mağduru oynuyorlar.
Her iki tarafta basın özgürlüğünden, demokrasiden söz ediyor. Hatta ‘özgür basın susturulmaz’ gibi sesler yükseliyor. Açıkça Gülen-Erdoğan rant kavgasında, kirli bir iktidar oyununda büyük mücadele ve bedellerle yaratılan değerler çalınmaya çalışılıyor. Böyle olunca da kısa bir hatırlatma yapma ihtiyacı hâsıl oluyor.
3 Aralık’ı 4 Aralık’a bağlayan gece Özgür Ülke gazetesinin İstanbul’daki merkezi bombalandı. Bombalı saldırıda gazete çalışanı Ersin Yıldız yaşamını yitirdi. Onlarca gazete çalışanı yaralandı. Gazete binası kullanılamaz hale geldi. Bombalı saldırıyı yapanlar daha çok insanın ölmesini hedeflemişlerdi.
BAŞBAKAN GAZETE BOMBALATTI
Gazetenin susturulması ve bombalanması Milli Güvenlik Kurulu’nda karara bağlanmıştı. Talimatı ise bizzat dönemin başbakanı Tansu Çiller vermişti. Çiller gözü o kadar dönmüş bir başbakandı ki, Özgür Ülke’nin bombalama talimatını sözlü değil, yazılı vermişti. Emrin yazılı olduğu belgenin altında bizzat kendisinin ıslak imzası vardı.
Özgür Ülke’nin bombalanması Kürdistan ve özgür medyaya karşı, kamuoyunda özel savaş hükümeti olarak adlandırılan Çiller yönetiminin ulaştığı son aşamaydı. Aslında bir çılgınlık anıydı. Özgür basın karşısındaki çaresizliğinde bir sonucuydu. Çünkü gazetenin İstanbul’daki binası bombalanmadan, gazeteciler toplu olarak katledilmek istenmeden önce 76 gazeteci, yazar ve çalışan öldürülmüştü. Bu bombalamadan bir yıl önce ise tam da 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde Özgür Gündem gazetesi basılmış ve yaklaşık 100 çalışanı gözaltına alınmıştı. Gazeteciler günlerce ağır işkencelere maruz kalmıştı.
Türk devleti, Kürdistan ve özgür basını susturmak için ilk başta sansürü devreye koydu. Gazeteler yasaklandı. Gazeteciler, yazarlar ve hatta okuyucular binlerce yıla varan ağır hapis cezaları, ömür boyu çalışsalar dahi ödeyemeyecekleri kadar para cezalarına çarptırıldılar. Ancak bu tedbirler onları susturmaya yetmedi. Bunun için çareyi fiili olarak gazetecileri, çalışanlarını, gazete dağıtıcılarını-ki birçoğu 18 yaşının altındaydı- ortadan kaldırmakta gördüler.
Artık her gün bir veya birkaç gazeteci veya dağıtımcı öldürülmeye başlandı. Sokak infazları, satırla doğrama, kaçırıp işkence ederek katletme neredeyse sıradan bir hal aldı. O dönem Çankaya Köşkü’nde oturan Süleyman Demirel katledilen ve kaçırılan gazeteciler için ‘onlar gazeteci değil, teröristtir’ diyerek başında bulunduğu MGK’in kararlarına sahip çıkıyordu.
Aralık 1994 ilk haftasında Özgür Ülke bombalandığı zaman Türk devleti özgür basına karşı sonuç alıcı öldürücü darbeyi vurduğunu düşünüyordu.
Ama yanıldı. Gazete bir gün sonra çıktı. Kürt halkı, gazete çalışanları, demokrasi ve özgürlük için her zaman ateşten gömlek giymeye hazır bir avuç tutarlı demokrat, aydın ve devrimci yerle bir olmuş bir gazetenin külleri arasında gazeteyi çıkardılar. Gazetenin o gün çıkan manşetinde şu cümle yer alıyordu: Bu ateş sizi de yakar
Gazete C-4 tipi patlayıcıyla havaya uçuruldu. Emri veren başbakan Tansu Çiller’di. Çiller’in talimatı, belgesiyle birlikte Özgür Ülke gazetesinde ‘Bomba Emrini Çiller verdi’ manşetiyle kamuoyu ile paylaşıldı. Gazete katil ve katillerini deşifre etti. Özgür Ülke bu manşetiyle aslında gazeteyi susturmaya çalışan Milli Güvenlik Kurulu’na, Çiler hükümetine ve Çankaya Köşkü’nde oturan Süleyman Demirel’e açıktan meydan okudu.
Keza susan, inine çekilen özgür basın değil, Çiller ve binlerce cinayete imza atan onun özel ordusu oldu. Özgür basın ki, bunun belkemiğini Kürdistan basını oluşturuyor, doğru bildiği görüşleri savunmaktan, iktidarın hoşuna gitmeyen haberleri yapmaktan ve gerçeklerin karanlıkta kalmaması için bütün imkansızlıklara rağmen yola devam etmekten vazgeçmedi. Bu konuda en küçük bir tereddüt göstermedi.
KÜRT MEDYASINI SUSTURMAK İÇİN TÜRKİYE’Yİ SATIŞA ÇIKARDILAR
Özgür basın MED TV gibi ele avuca sığmayan, her eve giren ve bütün ömrünü basını susturmaya adamış sömürgecileri çılgına çeviren bir televizyonla 1995 yılının Mart ayında yeni bir aşamaya geçti.
İçerde özgür basını susturmak için cinayetler işleyen, gazete bombalayan Türk hükümeti, dışarıda MED TV’yi ve daha sonra onu takip eden Kürdistan televizyonlarını karatmak için bütün gücünü, ağırlığını kullandı. Bir TV kanalını kapatmak için neredeyse Türkiye’yi televizyona lisan veren ve stüdyoların olduğu ülkelere peşkeş çekti. Rüşvet, şantaj ve pazarlık konusu yaptı.
Özgür basın sadece Demirel-Çiller-Güreş-Ağar ekibi döneminde değil her dönem Türk devletinin şimşeklerini üzerine çekti. Bu nedenledir ki AKP hükümeti de gücü yettiğince içerde ve dışarı da özgür basını susturmaya çalıştı.
Aslında MEDYA TV, ROJ TV ve NUÇE TV’yi kapattırmak için AKP’nin harcadığı çabayı hiçbir Türk hükümeti harcamadı. AKP halkın desteği ve yardımlarıyla, büyük ekonomik zorluklarla mücadele ederek yayın yapmaya çalışan Kürt televizyonlarını birer suç merkezleri gibi göstermek ve Kürt gazetecilerine dünyayı dar etmek için çevirmediği numara kalmadı. ABD, Almanya, Fransa, Belçika, Danimarka ve birçok ülke nezdinde sayısız girişimde bulundu.
AKP, içerde ise özgür basını susturmak için KCK adı altında devam ettirdiği siyasi soykırım operasyonlarına 2011 yılının Aralık ayında bu kez basını hedefledi. Onlarca gazeteci, yazar, düşünür, gazete çalışanı bir gecede gözaltına alındı. Göstermelik mahkemelerde ve uyduruk delilerle tutuklandı. Daha doğrusu rehin alındı.
AKP-GÜLEN NETWORKU ORTAK İŞ ÇEVİRDİLER
AKP Hükümeti bu operasyonları, açık bir değimle gazeteci kıyımını, Gülen Örgüt ile birlikte yaptı. Şimdi Erdoğan ile girdikleri rant ve iktidar kavgasında operasyonlara maruz kalanlar, çok değil üç yıl önce, hatta bir yıl önce, hatta bir ay önce Kürt ve özgür basını hedef alan bütün saldırılarda yer aldılar. Saldırıların ana komuta merkezinde yer aldılar. Bizzat organize ettiler. Bunun yüzlerce hatta binlerce göstergesi var. Ellerindeki gazete, televizyon ve internet olanaklarıyla siyasi soykırım operasyonlarının ‘ne kadar haklı ve gerekli olduğunu’ anlatmak, halkı bu konuda ikna etmek ve Kürtleri yalnızlaştırmak için kullandılar. Bu konuda her türlü, yalan ve kirli haber yapmaktan geri durmadılar. Örneğin şimdi özgür basın diye yutturulmaya çalışılan Bugün gazetesi AKP rejiminin gazeteci kıyımını haklı çıkarmak için ‘KCK’den basına 38 milyon Euro’ manşetiyle baştan sonra yalan ve özel savaş haberi yapıyordu.
Elbette ki bu işbirliği sadece özgür basına karşı işlemedi. Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen politikalarda yer buldu. Öyle k Zaman gazetesi işaret etti. Türk ordusu bombaladı. AKP polisi infaz etti. Katili savunmak AKP’ye direk bağlı olan meydanının yanı sıra, STV, Zaman, Bugün ve Taraf’a kaldı. Sözcü, Aydınlık gibi pro-faşist gazeteler ise işin sosu oldu.
Gülen-Erdoğan arasında dipteki rant ve iktidar kavgası su yüzüne çıkmadan önce bu iki ekibin Kürt ve demokrasi güçlerine karşı yedikleri-içtikleri ayrı gitmiyordu. Halk değimiyle öküz ölmeden, ortaklık bozulmadan önce Çiller-Ağar döneminde olduğu gibi Kürtlere karşı yapılan bin operasyonda işbirliği ve güç birliği içindeydiler. Aslında Kürdistan halen bu birlikteliklerini devam ettiriyorlar. Orada bu kadar açıkta rant için birbirlerini yemiyorlar.
Gülen Örgütü’ne bağlı bazı merkezlerin AKP polisleri tarafından basılması ve Ekrem Dumanlı gibi bazı yöneticilerin gözaltına alınmasını basın özgürlüğü açısından değerlendirenler var. Hatta bu operasyonu ‘özgür basına’ karşı yapılmış olarak görenler var.
Adı geçen yayın organlar özgür basın olup olmadıklarını bir taraf bırakalım. Basın olup olmadıkları dahi bir tartışma konusudur. Çünkü basının, gazetenin işi gerçekleri karatmak, devletin yayında yer almak, yalan ve kirli haber yapmak değildir.
Binlerce bu tür yalan ve kirli haberden, manşetten bir örnek verirsek: 28 Aralık 2011’de gerçekleşen ve 34 Kürt gencinin yaşamını yitirdiği Roboskî Katliamı’nı perdelemek, karatmak ve konuya ilişkin yalan haber yapmak gazetecilik mesleği ile alakalı olabilir mi?
Şimdi yediği operasyon vurgunundan dolayı kendisini hiçte hak etmediği halde ‘özgür basın’ diye yutturmaya çalışan Zaman gazetesi başta olmak üzere o günkü gazetelerin manşetleri aslında bize çok şeyi ifade ediyor.
Zaman ‘olay yeri inceleme: PKK kaçakçıları yem olarak kullandı’ Taraf ‘Bahoz kaçakçı kılığında gelecek’, Akit ’34 köylüyü PKK bombalattı’, Sözcü ‘Silah taşıyorlardı’ gibi manşetlerle verdiler.
Bu manşetlerin gazetecilikle alakasının olmadığını bu işlerden az buçuk anlayan herkes iyi bilir. Bu nedenle bu son operasyon öyle söylendiği gibi basın özgürlüğüne karşı yapılmış bir operasyon değildir. Çünkü ortada halkın haber alma hakkını savunan ve bunun gereğini yerine getiren bir basın yoktur.
BİR DEĞNEĞİN İKİ KİRLİ UCU GİBİLER
Operasyonu yapanlarda, operasyona maruz kalanlarda bir değneğin iki kirli ucudur.
Akit, Sözcü, yeni Şafak, Sabah, Star Akşam ne kadar basınsa, Zaman, Bugün, Aksiyon veya STV o kadar basındır.
Bu nedenle yanılgıya düşmenin, iktidar ve rant kavgası için her türlü yolu ve yöntemi mubah sayan her iki tarafın ‘algı operasyonlarına’ kapılmanın anlamı yoktur. Ne operasyonu yapan AKP demokrattır, ne de operasyona maruz kalanlar basın ve demokrasi gücüdür.
Basın özgürlüğü için, halkın doğru haber alma hakkı için ve gerçekler karanlıkta kalmasın diye ağır bedeller ödemiş özgür basının bu iki üç arasında tercih yapma zorunluluğu da yoktur. Bu olayda da gerçekleri halka anlatmak, her iki tarafın giriştikleri iktidar kavgasında başvurdukları algı operasyonlarını deşifre etmek, demokrasi ve özgürlüğün yolunu göstermek yine özgür basının işidir.
(ANF)