Fransa’da 23 Şubat 1848 yılında başlayan, hızla tüm Avrupa’ya yayılan, devrimler ve karşı devrimleri içerisinde barındıran 1848 Devrimleri sadece Avrupa’nın değil tüm dünyanın tarihini etkilemiştir. Marks ve Engels’in düşünce dünyasında değişimlere yol açan 1848 Devrimleri proletaryanın devrimci bir sınıf olarak tarih sahnesine ilk çıkışıdır.
1848 Devrimleri 23 Şubat’ta Fransa’da başlayarak tüm Avrupa’ya hızla yayılmıştır. Her ne kadar eşitsiz gelişim gereği çelişkiler tüm ülkelerde aynı olmasa da kapitalizmin çok büyük bir hızla geliştiği 19. yüzyıl ezilenler için yoksulluk ve sefalet yıllarıydı. Devrimler, Viyana Anlaşması ile güvence altına alınan monarşiyi yıkmayı başaramasa da temellerinden sarstı. Prusya, Macaristan, Alman Prenslikleri, Bohemya, Polonya, Venedik ve İsviçre gibi birçok Avrupa ülkesinde patlak veren 1848 Devrimleri sonrasında burjuvazi eski rejim güçleri ile genel bir ittifaka girişti. Özgürlük bayrağı ise bu devrimler ardından proletaryanın eline geçmiş oldu.
Fransa’da 1848 Devrimi’nin ortaya çıkışı
Avusturya Başbakanı Metternich, Fransa’da yaşanan toplumsal olayların Avrupa’ya etkisini “Fransa hapşırdığı zaman Avrupa nezle olur” sözüyle özetlemektedir. 1789 Devrimi’nden 1871 Paris Komünü’ne kadar geçen yaklaşık bir asırda ise Fransa’nın “hapşuruğu” sadece Avrupa’yı değil tüm dünyayı “nezle” yapmıştı. Sadece Metternich değil Marx da Fransa’nın Avrupa üzerindeki etkisini görüyordu. Marx, 1844 yılında Almanya’da devrim beklentisini şu sözlerle açıklıyordu: “Alman ayaklanmasının günü Galya horozunun ötüşüyle ilan edilecektir.”
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde, 1789-1848 devrimlerinin arasında geçen tarihin önemi şöyle anlatılıyor: “1780’ler Avrupası’nda doğan biri eğer 1840’lara kadar yaşamışsa, yalnızca Avrupa tarihinde değil, dünya tarihinde de önemli değişmelere yol açan olaylara tanık olmuş demektir.”
Bugün günlük yaşamda üstüne düşünmeden kullandığımız kavramlardan, odamızdaki raflarda duran kitaplara, marketteki gazeteden, savunduğumuz fikirlere kadar birçok önemli değişim bu yıllar arasında şekillenmiş veya ortaya çıkmıştır.
Bu tarihi yıllar içerisinde başta Fransa olmak üzere Orta Avrupa devrimler ve karşı devrimler ile çalkalandı. Bu durumun temel nedenlerinin başında gelen faktör 19 yüzyıl başında Avrupa’da derinleşen sınıflar arası uçurumdu. Avrupa bir bütün olarak zenginleşmekteydi, tarımsal üretim ve özellikle sanayi üretimi hayal edilemeyecek boyutlara ulaşmıştı. Ancak tüm bu zenginliğin yanında halk daha da yoksullaşmış, makine üretimine geçilmesine rağmen zun çalışma saatleri dayanılmaz hale gelmişti. İşgücü maliyetini düşürmek için ise kadınlar ve çocuklar çalıştırılmaya başlanmıştı. Diğer yandan tüm Avrupa’da baş gösteren ekonomik bunalımlar ezilenleri aynı sonuçlarla baş başa bıraktı. İşte tüm Avrupa’da ardı ardına baş gösterecek devrimlerin maddi temelleri böylelikle açığa çıkmış oldu. Ekonomik alanda kapitalizm, sınai kapitalizm evresine ulaşmanın sancılarını yaşıyorken siyasal alanda iktidara talip yeni güçlerin çıkması ile güç dengeleri değişiyor ve ideolojik alanda genel kabuller tekrar sorgulanıyor, yeni toplum modelleri öneriliyordu.
1789 Fransız Devrimi’nden 1830 Temmuz Devrimi’ne kadar geçen uzun yıllar Fransa için kargaşanın hakim olduğu yıllardır. Bu yıllar arasında özellikle ikinci restorasyon döneminde (1815-1830) burjuvazi topluma kök salmıştır. Ticaret ve mali sermayeyi elinde tutan burjuvazi sanayi sermayesinde teknik yatırımlar dahil, birçok atılımda bulunuyordu.
Mali burjuvazinin iktidara gelişi: Temmuz Monarşisi
Yaklaşık bir yıldır toplanmayan Meclisin 25 Temmuz günü kral X. Charles tarafından feshedilmesinin ertesi gününde Paris’te barikatlar kuruldu. Tarihe “şanlı üç gün” olarak geçen ayaklanma 27 Temmuz günü başladı ve 27-28-29 Temmuz günlerinde de sürdü. Burjuvazi ise işçilerin ve öğrencilerin ayaklanmaya katılımını artırmak için işyerlerini ve okulları kapattı. 30 Temmuz’da ılımlılar tarafından oluşturulan Yürütme Konseyi tahta ‘burjuva kral’ olarak adlandırılan Louis-Philippe’i geçirdi. Böylelikle 1848 Şubat Devrimi’nde yıkılacak olan Temmuz Monarşisi 1830 yılında kurulmuş oldu. Temmuz Monarşisi, Fransa da mali burjuvazinin iktidarı ele geçirmesinin adı olmuştu.
Karl Marks Fransa’da Sınıf Savaşımları adlı yapıtında bu durumu şöyle ifade ediyordu:
“Temmuz devriminden sonra, liberal bankacı Laffitte, suç ortağı Orléans dükünü, büyük sevinç gösterileriyle belediye binasına götürürken şu sözleri ağzından kaçırdı: ‘Şimdi, bankacıların hükümranlığı başlayacak.’ Laffitte, devrimin sırrını açığa vurmuş oluyordu.”
Temmuz Monarşisi döneminde haklarının gasp edildiğinin farkına varan işçiler gizli örgütlenmelere yönelmeye başladılar. Bu örgütlenmeler 1830’lu yıllarda birçok isyanın örgütlenmesinde rol alacaktı. Bu ayaklanmaların en önemlilerinden biri ise 1831 yılında Lyon’da ücret artırımı için gerçekleşen ayaklanmadır. Marks, Kapital’in birinci cildinde Lyon Ayaklanması’nı “Proletaryanın savaş çığlığı” olarak nitelerken Lenin, bölük pörçük patlamalar şeklinde gerçekleşen bu dönemi (1830’lu yıllar) “işçi sınıfının kendisini genel halk yığınından ayırması” olarak tarifliyordu.
“Lyon ayaklanması, tam anlamıyla kendiliğinden bir hareket değildi. Kendisini hazırlayan siyasal ve ekonomik koşullara bağlı olduğu kadar, proletaryanın örgütlenmesinin ve kendi bilincine varmasının sınırlarında dolaşmıştı. Ayaklanmada eksik olan siyasal bir program ve siyasal önderlikti. Bununla birlikte ayaklanma işçi sınıfının siyasal yeteneğini kanıtladı ve işçi sınıfını ‘siyasal bir sınıfa’ dönüştürdü.” (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadele Ansiklopedisi syf. 77)
Ayaklanma bastırılsa da işçiler ‘yardımlaşma’ derneklerinde örgütlenmeye devam ettiler. 1830 yılından 1848 devrimlerine giden süreçte başta Lyon ve Paris olmak üzere işçiler neredeyse her gün eylemler, yürüyüşler düzenleyecekti. Bu durumun arkasında ise işçilerin içerisinde bulundukları kötü ekonomik koşullar vardı. Üretimde kadın ve çocuk emeği yoğun olarak kullanılırken, çalışma saatleri ortalama 15 saatti. Kötü sağlık ve çalışma koşullarına karşı bu dönemde grev ve sendikalaşma yasaklanmıştı.
Devrimin yükselişi ve düşüşü
22 Şubat 1848 günü Paris’te düzenlenen yürüyüşe Ulusal Muhafızların silahlı saldırısı sonrası halk gece silah dükkanlarını yağmaladı, gizli örgütler ise “kardeşlerine” silah dağıttı. 23 Şubat sabahı Paris’te Postane, İstasyon ve Emniyet Müdürlüğü ele geçirilmiş, barikatlar kurulmuştu.
Halkın Tuileries Sarayı’na doğru harekete geçmesi üzerine “Burjuva kral” Louis-Philippe 2 Mart’ta İngiltere’ye kaçtı. Saraya giren halk kralın tahtını ateşe verdi ve Belediye Sarayı’nı işgal etti. Meclisin işgalinin ardından muhalefet grupları Geçici Hükümeti kurdular. Belediye Sarayı’nın önünde toplanan halk kazanılan zaferin 1830’daki gibi çalınmasına izin vermeyeceklerini bildirdiler ve aralarında belirledikleri Flocon, Arınand Marrast, Louis Blanc ve Albert ismi ile bilinen işçi Martin’i hükümet listesine ekletmeyi başardılar. Karşıt çıkarlara sahip toplumsal sınıfların uzlaşması üzerine dayanan Geçici Hükümet daha kurulduğu an çelişkilerle yüklüydü.
Halk, Cumhuriyet ilanı talebini bilinmeyen bir tarihe erteleyen Geçici Hükümet’e karşı Paris sokaklarını terk etmeyi reddediyordu. Karl Marx, 2. Cumhuriyet’in nihayet ilan edilişini şöyle dile getirmişti: “25 Şubat günü Cumhuriyet henüz ilan edilmemişti… Ama bu kez işçiler, Temmuz 1830’dakine benzer bir dalavereye göz yummamaya kararlıydılar. Yeniden kavgaya başlamaya ve cumhuriyeti silah zoru ile kabul ettirmeye hazırdılar. Ve işte Raspail, bu özel görev ve yetki ile belediyeye gitti. Paris proletaryası adına Raspail, Geçici Hükümet’e Cumhuriyeti ilan etmesini emretti ve iki saat içinde halkın bu emri yerine getirilmezse, 200 bin kişinin başında geri geleceğini bildirdi. İki saatlik süre henüz bitmemişti ki, dev harflerle yazılı şu yazılar Paris’in bütün duvarlarını kapladı: ‘Fransız Cumhuriyeti: Özgürlük. Eşitlik, Kardeşlik!’ Böylece 2. Cumhuriyet 25 Şubat’ta resmen ilan edilmiş oldu.”
Devrimin ardından Geçici Hükümet kitlelerin temsilcisi olarak hükümette bulunan, Louis Blanc’ın önerisi olan Ulusal Atölyeler fikrinin hayata geçirilmesine izin verdi. Ancak önerinin başarıya ulaşmaması için Emile Thomas adında bir mühendis atandı. Thomas, Ulusal Atölyelerin başarısızlığı için atölyeleri yarı askeri bir örgütlenme üzerine kurdu. Louis Blanc ve işçi Albert ise Luxembourg Komisyonu adı ile anılacak olan çalışan sınıfların iş koşullarını araştırmak ve iyileştirmek için kurulan komisyonun başına getirildi. Ve böylelikle devlet iktidarı içinden, toplumsal siyaseti sürdürebilecek iki etkili işçi temsilcisi uzaklaştırılmış oldu. Bu duruma rağmen Luxembourg Komisyonu, iş saatlerini aşağıya çekerken, iş ve işçi kurumlarının oluşturulmasına karar verdi. İşçiler lehine birçok karara imza atan komisyon uluslararası işçi dayanışması örnekleri sergiledi.
23 Şubat’ta Temmuz Monarşisine karşı birlikte mücadele eden burjuvazi ve proletarya Haziran ayı geldiğinde karşı karşıya gelmişti. Ulusal Atölyelerin dağıtılma kararı ardından hükümete itiraz eden işçilere zor ve şiddet uygulanacağı bildirildi. Burjuvazi, işçilerle çatışmayı planlayarak önce işçileri kışkırttı ve barikatların kurulmasına seyirci kaldı. Burjuvazi, Cezayir’de ‘başarılar’ elde etmiş olan general Cavaignac’a iktidarı teslim etti. Tüm iktidarı elinde toplayan general Cavaignac, 25 Haziran’da işçi barikatlarına 50 bin kişilik ordusu ile saldırdı. 4 bin ile 15 bin arasında işçinin katledildiği söylenirken 15 bin kişi tutuklanmış ve 4 bin kişi Cezayir’e sürgüne gönderilmişti.
“Haziran 1848’de Paris, proletarya için bir mezarlıktı. Bu mezarlığın üstünde ise burjuvazinin beşiği sallanıyordu.”
Devrim, Fransa’da patlak verdikten hemen sonra hızla tüm Avrupa’ya yayıldı. Prusya, Alman Prenslikleri, Bohemya, Polonya, Venedik ve İsviçre, Avusturya-Macaristan ve Romanya doğrudan etkilenmekle birlikte diğer ülkeler de devrimin etkisini hissetti. Devrimler, Viyana Anlaşması ile güvence altına alınan monarşiyi yıkmayı başaramasa da temellerinden sarstı.
Asli özellikleri bakımından burjuva demokratik devrimler olan 1848 Devrimlerinin, 1789 Devrimi’nden farkı yeni bir toplumsal ögenin devrim sahnesine çıkmasıydı. Bu toplumsal öge, büyük bir hızla gelişen ve genişleyen kapitalist sistemin temelindeki sanayi emeği ve bu emeğin sahibi olarak sanayi işçileri sınıfıydı. 1789 devriminde aristokrasiye karşı kendi çıkarları ile bütün sınıfların çıkarlarını aynılaştıracak bir ideolojik hegemonya kurmayı başaran burjuvazi, 1848 yılında bu hegemonyasını kaybetti ve eski rejimin güçleri ile genel bir ittifaka girişerek demokratik taleplerin taşıyıcılığını terk etti.
Böylelikle burjuva demokratik devrimler artık proletaryanın programının başlıca ögelerinden biri oldu. Burjuvazi, 1789 Devrimi’nde eline aldığı Cumhuriyet, Demokrasi ve Özgürlük bayraklarını tek tek bıraktı. “Böylelikle 1848’den başlayarak burjuva devrimlerinin tamamlanması, toplumun siyasal özgürlüklerle donatılması, burjuvazinin değil, işçi sınıflarının programının başlıca öğelerinden biri oldu.” Proletaryanın eline geçen bayrakların hiçbiri eskisi gibi kalmadı. “İşçilerin dilinde cumhuriyet “toplumsal cumhuriyete; demokrasi, “toplumsal (sosyal) demokrasiye, özgürlük “toplumsal özgürlük” talebine dönüştü.”