Korkut AKIN yazdı – Maalouf bu kitabı, pandemi daha ortada yokken yazmış. Her sanat yapıtı gibi bu da hayatın içinden geldiği için, içinde yaşadığımız bu sıkıntılı süreçle bağlanabiliyor. Ay ışığıyla eşeğin kuyruğu arasındaki diyalektik bağı kuruyor okur, sayfaları birbiri ardına ç(d)evirdikçe.
Her şey değişiyor, hızla. Hemen hiçbirimiz, tek başımıza yetişemiyoruz bu hıza… Ancak bir ucundan tutarak bir yerlerinden yakalayabilirsek mutlu saymalıyız kendimizi. En çok da siyasi gündem değişiyor. Değiştiriliyor belki de… Amin Maalouf da bu hızlı değişime, bir aylık notlarıyla katılıyor, aslında ışık tutuyor demek gerekir.
Hemen her kitabı okurlarınca çok beğenilen, akıcı yazdığı ve okuru sayfaları arasında (deyim yerindeyse) yoğurduğu için tavsiye edilen Maalouf, bu kez bir gelecek ile karşımızda. “Gelecek” ile ilgili hemen her roman, film, anlatı sanki “felaket” öyküsü olduğu için bu kitabın da öyle olduğu sanılıyor. Doğaldır ki, küresel ısıtma, savaşlar, susuzluk, ırkçı yaklaşımlar, nefret söylemi, dil, din ve cins ayrımcılığı hepimizin gelecek için kaygılanmasına yol açıyor. “Empedokles’in Dostları” pek öyle değil. Tabii ki kaygı verici şeyler yaşanıyor, tabii ki insanlar korkuyor… Hatta dünyanın tek emperyalist gücü ABD Başkanlığı bile.
Ada hikâyesi…
Amin Maalouf’un romanı bir adada geçiyor. Okyanus kıyısında, küçücük bir ada ve iki sakini var sadece. Biri bir yazar, diğeri bir çizer. Biri kadın, diğeri erkek. Romanın ana kahramanı erkek.
Ada deyince, herkesin aklına başka bir şey gelebilir. Ben önce Yaşar Kemal’i anımsıyorum. Onun adası da bomboştu başta. Zaman içerisinde gelenler oldu, insanlar çoğaldı. Yeni bir toplum, yeni bir yaşam oluşturuldu. Dört ciltlik bu dev, ne yazık ki son, Yaşar Kemal eserini okumanızı dilerim.
Neyse… biz “Empedokles’in Dostları”na bakalım.
…tek dişi kalmış canavar
“…telefonlarımız, haber alma kaynaklarımız olmadan ne denli çaresiz kaldığımızı hissettirmek istiyordu” (s.47) diyor, çünkü elektrikler kesilince insanın yaşamı tümüyle etkileniyor. Bir anda olan bu durum karşısında her şey, ama her şey duruyor. Ne ısınabiliyorsunuz ne konuşabiliyorsunuz ne yemek pişirebiliyor ve yiyebiliyorsunuz… daha geniş durumu yazarın yukarıdaki cümlesi özetliyor zaten.
Teknolojiye bu denli bağlanınca kendinizi de bağlamış oluyorsunuz ister istemez.
Amin Maalouf, güçlü ve akıcı yazan bir yazar. Çarpıcı bir girişi var. Yalın, konuşur gibi okurla birlikteymişçesine yazıyor. Okuru daha ilk sayfadan kucaklıyor, su gibi, hızla, yutarcasına okuyorsunuz. Bundan önce, özellikle tarihle iç içe romanlarını okumuştuk. Çok da sevilmişti. Bu kez, birbirine paralel yürüyen iki insanlık olduğunu, birinin ışık içinde yaşadığını, ama gölge yaptığını; diğerinin ise gölgede kalsa da ışık taşıdığını, her ikisinin de kendi yolunda ilerlediğini belirtip “Uygarlıklarımızın ölümlü olduğunu belirttiğimiz zaman bile caka satmayı ve kibirli olmayı beceriyorduk! Tarih’i bizim yaptığımıza emindik. Hâlbuki henüz tarih öncesinden bile çıkamadığımız anlaşılıyor” diyor. Biz okuru heyecanlandıran cümlesi tam da burada geliyor: “Zaman durmadı, sadece askıya alındı.”
Peki, ne oluyor?
Mucize var mı ki…
Amin Maalouf, geçmişten gelenleri yazan bir romancı, dolayısıyla geçmişle bağını koparmıyor. Kitabın adından da belli ya, arada da “Sardinya’nın veya Girit’in bir köyünde, mumların ve karalara bürünmüş kadınların ortasında, ara sıra görülen şu sözde ‘mucizeler’den söz eder gibi…” yerel ve mitolojik aktarımları var. Önce iki yalnız insanın yaşadığı bu küçük adada, sonrasında da belli başlı yerlerde ortaya çıkan bir mucizeyi anlatıyor. Üç dakikada, bir tünelin bir ucundan girip öteki ucundan çıktığınızda, düşlerinizi gerçekleştirebiliyorsunuz. Burada “düşleriniz”e dikkat çekmek isterim. Covid-19 pandemisiyle bağlantılı olarak aklınıza gelebilecek bir noktayı aydınlatmalıyım… Maalouf bu kitabı, pandemi daha ortada yokken yazmış. Her sanat yapıtı gibi (bu roman da olabilir, resim de, film de, dans da…) bu da hayatın içinden geldiği için, içinde yaşadığımız bu sıkıntılı süreçle bağlanabiliyor. Ay ışığıyla eşeğin kuyruğu arasındaki diyalektik bağı kuruyor okur, sayfaları birbiri ardına ç(d)evirdikçe.
Çıkar odakları burada da karşımıza çıkıyor ve kendine yontma hevesiyle, ‘manevi rüşvet’le işe girişiyor. Alabildiğine insancıl ve bilimsel gelişim amacıyla yaklaşanların da eli böğründe kalıyor.
Küçük bir kolajla, o sayfalara geldiğinizde ilginizi çekmek ve okurken yeni bir açı aramanızı istemek amacındayım: “Denetim altına alınmayan dürtülerimiz, sürekli yinelenen dehşetlerimiz, yüzlerce yıllık nefretlerimiz, ayak direyen arkaizmlerimizle…” bir “ekseriyetin parçası” olarak “insan ona inanma arzusuna nasıl direnebilir? Onu sevme arzusuna nasıl direnebilir?”
Empedokles’in Dostları
Amin Maalouf
Çeviri: Ali Berktay
Roman
Yapı Kredi yayınları
Şubat 2021, 210 s.