Asya ERDAL yazdı: Bundan tam 35 sene evvel dünyada içine düştüğü bütün karmaşık bahçelere, tutkularına, maceralarına, yaralarına ve sevdalarına veda etti. Tezer’di adı. Ve o bir eylül mahurluğuyla doğduğu o ilk günden beri, kendi olmanın tılsımını arayan bir delice kırlangıçtı…
Aşkın, hürriyetin, umudun ve buhranın tekil bir anlatısı olsaydı eğer, belki de bu iklimin tarifi için bütün kelimelerden çok bir kadının adını anardık… İşte o kadın, bundan tam 35 sene evvel dünyada içine düştüğü bütün karmaşık bahçelere, tutkularına, maceralarına, yaralarına ve sevdalarına veda etti. Tezer’di adı. Ve o bir eylül mahurluğuyla doğduğu o ilk günden beri, kendi olmanın tılsımını arayan bir delice kırlangıçtı…
O özgürlüğün, edebiyatın ve tutkunun dehlizlerinde hikayeler anlatan ve kendini arayan kadınlardan biriydi. Ama o, bütün bu arayışlarının yanında, ömrünün geçtiği tarihi atmosfer içinde dört tarafı erkeklere bezeli bir dünyanın direnişçilerinden de biriydi aynı zamanda. Çünkü Tezer Özlü, bütün bunlarla beraber edebiyat dünyasında kadın olmanın ve dayanışmayla yeni yeni patikalar bulmanın da telaşı içindeydi.
Tezer Özlü; arzularını, kadınlığını, tutkularını ve inadını kelimelerin içinden yeni yeni anlamlarla tarif ederken aynı dönemde var olduğu başka kadın yazarlarla birlikte hem yazıyor, hem düşünüyor, hem de yol arkadaşlığı ederek birlikte öğreniyordu. Ve bu bakımdan onun kadınlık durumu içinde kadın dayanışmasının yeri büyüktü. Tezer Özlü’den söz ederken, onun kısacık ömrünün sardunyalı bahçelerini tarif etmek için Leyla Erbil ve Sevgi Soysal’ı da mutlaka anmamız gerekmekte… Çünkü o vakitler çok da üzerinde durulmayan bu dostça ilişki, edebiyat camiası içinde kendiliğinden inşa olan bir kadın dayanışmasını da ifade etmekteydi… Zira bu üç kadın, dört köşesi erkeklerle çevrili bir alanda kadınlıklarında inat ediyor ve bunu yaparken de birbirlerinden güç buluyorlardı… Öyle ki onların bu kadınca bir edebiyattaki ısrarları, hem kendileri olma kuvvetini onlara tahvil ediyor, hem de dişil dilin ilk güçlü örneklerini edebiyatımızda görünür kılıyordu…
Esasen bu durum, edebiyat için olduğu kadar, tüm kadınlar için de oldukça anlamlı bir manaya geliyordu. Çünkü kadınların her alanda var olmaları, kadınların erkek egemen dünyaya karşı birlikte mücadele ederek yaratacakları yeni yarınlara başka başka nüveler eken bir mahiyete de sahipti. Bu bakımdan sanatın bütün yanlarında ve elbette edebiyatta, kadınların kendilerini var etmesinin önemi gözetildiğinde Tezer Özlü’nün ve yol arkadaşlığı ettiği diğer kadınların, ne denli önemli bir tarihsel eşiğin içinde bulundukları bugün daha açık bir biçimde görülebilmekte. Fakat Tezer’i Türk edebiyatı için bu kadar önemli kılan tek etken, dişil dili ve edebiyatın erkek göğünün yırtılışına hizmet eden kadınlardan birisi olması da değildir. Zira Tezer’in kadınlığın bin tonundaki dili kadar yaşayışı da derin anlamlar içeren bir mahiyettedir… İşte bugün edebiyat dünyasının içinde olsun ya da olmasın binlerce Türkiyeli kadının Tezer Özlü’yle bir ortaklığı daha varsa, bu ortaklık onun kaleminden geldiği kadar da yaşamından ve özgürlük tutkusundan da gelmektedir.
Tezer; tutkularında ısrar eden, hayalbaz, bazen serseri, mütemadiyen aşkı arayan ama buldukça yeni aşklara yönelen, direngen, cesur ve özgür bir kadındı… On sekizinde otostopla Avrupa’yı gezen, aşkları, kavgaları ve evlilikleriyle bütün bir ömrü kocaman bir macera içinde yaşayan bir kadındı o… Daha varoluşunun en temelinden karşı çıkmak istediği evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler; karşı çıkmak istediği kurallar olan bir kadındı o. İşte bu yönü, bugün onu coğrafyamızdaki on binlerce feministle de duygudaş kılıyor… Şüphe yok ki kılmaya da devam edecek.
Tezer’deki en önemli hususiyetlerden bir diğeri de son derece gerçek ve samimi bir varoluşa sahip olmasıydı. O, bütün karşı çıkmalarında ve tüm ömründe olabildiğince gerçek ve samimiydi… Belki hayatı böylesine içinden kavrayışından, belki de gözlerinin değdiği acıların tümünü yüreğiyle okuyuşundan ruhundaki fırtınaları da hiç dinmedi onun. Bundandır acıları ve buhranları da son derece samimi ve gerçek olan bu kadın, ömrüne bir kaç intihar şiiri, bolca manik atak ve hep heybesinde taşıdığı bir avuç hüzün sığdırdı. Fakat bütün bu hüznüne rağmen bugünden baktığımızda onun satır aralarında mutluluğun, özgürlükte ve eşitlikte yattığına dair bir sürü ipucu da seçilebilmekte. Bu bakımdan belki de onun ruhsal bunalımlarını da patriyarkal kapitalizmin var ettiği dünyanın iklimiyle birlikte okumak gerekmekte…
Zira “İnsan, (sadece) sınıfının bilinçlenmesi ve daha insancıl koşullara kavuşması için çaba gösterdikçe mutlu olabilecek” diyen bu hüzünbaz kadınının gözlerini yakan acıları; yaşayamadığı(mız) insancıl ihtimallerden ayrıksı görmek, onun derinliğinin uzağına düşüyor… Çünkü onun acıları bilmekten, görmekten ve yaşamın gerçekliğinden geliyor…
Bu bakımdan onun buhranları da 70’li yıllardan düne ve bugüne uzanan patriyarkadan azade değil. Çünkü patriyarkal kapitalizm, Tezer kadar bütün kadınlarca hissedilen ve özgürce var olmamıza yekten engel olarak yüreğimize karanlık gölgeler düşüren bir zorbalık düzeninden başka bir şey değil… Fakat bu karanlığı, toplumun her noktasında alaşağı etmenin yolu da yine dayanışmadan geçiyor… Nasıl Tezer’in buhranlarındaki merhemi Leylasındaysa, bizim de kurtuluşumuz şüphe yok ki birbirimizden geçiyor…
Uzun lafın kısası ölümünün üzerinden 35 yıl geçmişken Tezer Özlü üzerine yazdığımız bugünlerde onun cesareti, tutkusu, yazdıkları, buhranları ve dayanışmadan güç alarak aşılmasına hizmet ettiği edebi eşik, bize hala ilham veriyor. Ve Tezer edebiyatta, okulda, fabrikada, plazada, atölyelerde ve hayatın her alanında biz kadınların özgürlüğümüz için dayanışmayla direten rüzgarında yaşamayı sürdürüyor.