Masis KÜRKÇÜGİL yazdı – “Vasiyetname” denen aslında Lenin’in parti kongresine hitaben yazılan son yazıları bu dönemin bilançosunu çıkarmak açısından o kadar önemlidir ki Uzaktan Mektuplar nasıl Şubat Devriminden sonra Pravda’da yayınlanmamışsa son yazılar da SSCB’de çeyrek asır yayınlanmamıştır.
“Bir büyük adam, şahsi vasıfları tarihin büyük hadiselerine öz çehresini kazandırdığı için büyük değildir; devrinin büyük sosyal ihtiyaçlarına başka herkesten daha iyi cevap verebilmesini sağlayan vasıflara sahip olduğu için büyüktür.”
(Plehanov –Tarihte Ferdin Rolü)
Tarihi önemli şahsiyetlerin değil de kitlelerin yaptığını vurgularken Marx, belki de en veciz ifadesini Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i kitabında insanların kendi tarihlerini yaparken bunu “kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan geçmişten kalan koşullar içinde yapar” diyerek “sıradan ve kaba bir adamın kahraman görünmesini sağlayan koşullar”dan söz eder. 1799-1815 arasında Napolyon’un tarihte oynadığı rol, o olmasaydı da bir şekilde yerine getirilecekti. Fransız devriminin sularının geri çekilmesi, egemenlerin iktidarlarını pekiştirme ve istikrara kavuşturma, Avrupa’daki askeri ve siyasi güç ilişkileri bunu gerektiriyordu. Napolyon bu tabloya bir takım kişisel fırça darbeleri atmış olsa da üç aşağı beş yukarı gidişat aynı yönde olacaktı. Napolyon’un yerine biri bulunabilirdi ama Blanqui’nin değil. Biri düzenin kendi içinden çıkıyordu diğeri ise bir devrimi nakşediyordu, hiçten her şeye yöneliyordu.
O güne kadar insanlık tarihini açıklamada ekonomiye pek yer verilmezken çalışmaların azımsanmayacak bir kısmı da buraya yönelince bilimsel sosyalizm bir fizik laboratuvarındaki çalışmaya indirgenmiş gibi algılandı kimileri tarafından. Marx’ın “ben Marksist değilim” demesi özellikle tarihi maddeciliği bir şablona indirgeyen bazı Fransız sosyalistlerine yönelik bir eleştiriydi. Oysa tarihsel maddecilik bir inceleme ve araştırma metodu verirken, dünyayı da yorumlamanın ötesinde değiştirmenin gerekliliğinin altını çiziyordu.
Bu hengamede “tarihte bireyin rolü” kimilerince ekonomik ve toplumsal süreçlerin kıskacına sokuldu. “İradecilik” ve “determinizm” ikileminde “sıçrayış” meselesini yani bir strateji olarak siyasetin kendisini ayakları üzerine oturtan XIX. yy’da Louis Auguste Blanqui olduysa bunu sağlam bir zemin üzerine inşa eden de Lenin olmuştur. Köhne dünyanın ürettiği “kahraman” kurumsal çerçeve de rahatlıkla sıçrayabilir, ancak geçmişten gelen herhangi bir kurumsal güce dayanmayanların kahramanlıkları için “koşullar” önemli olduğu kadar bu koşulların gediğini değerlendirebilecek bir stratejik perspektif (deha) ve siyasal gücün inşası hayatidir. Bu bakımdan Lenin’e yalnızca Ekim devrimi vesilesiyle değil Marksist düşünceye ve eyleme bu katkısı nedeniyle yeniden ve yeniden dönmek gerekir. İsteyen onu 20.Yüzyıla silinmeyecek bir damga vuran insan olarak da ele alabilir.
Elbette Lenin stratejik hedef doğrultusunda formasyonunu Rusya’da devrimci hareketin deneyimlerinden yola çıkarak geliştirmeye başladı ve daha 1905 Devrimi sırasında işçi sınıfının en tanınmış bir iki liderinden biriydi. Ne var ki Harbi Umumi öncesinde tarihi rolünü oynamaya niyetli ancak yeterince donanımlı olmadığı da söylenebilir.
Stolipin gericiliğinden sonra işçi hareketi yeniden canlanmış hatta Lenin savaş arifesinde “başlamakta olan devrim”den de söz eder olmuştu. Böyle bir durumda ne tür bir strateji izlenebileceği oldukça tartışmalıdır.
Bir Başka Lenin
Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, II. Enternasyonal’in en güçlü partisi olan Alman sosyal demokratlarının Reich’ta savaş kredileri lehine oy vermeleri Lenin’in beklemediği bir husustu. Hatta buna inanmadı, okuduğu gazetenin hileli, sahte bir nüsha olduğunu sandı. Ancak bu iki büyük olay kısa zamanda Lenin’in kuramsal çalışmalarında bir “sıçrayış” yapmasına yol açacaktı. Yeniden Hegel’in Mantık Bilimi’ni okuması ilkin felsefi alanda olsa da hızla diğer alanlardaki ürünlerine de yansıyan radikal dönüşümlere yol açtı. Denebilir ki Kautsky’nin papalığını yaptığı geleneksel Marksizmle hesaplaşmaktadır. “Geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca Marksistlerin hiçbiri Marx’ı anlamamışlardır!” derken doğal olarak kendi çalışmaları da buna dahildi. Lenin Harbi Umumi’nin yarattığı büyük alt üst oluşta artık kendini yalnızca Rusya ile sınırlamamakta sosyalist hareketin geleceği üzerinde doğrudan bir tavır geliştirmekteydi. Savaşla birlikte geliştirdiği sosyalistlerin kendi şovenizmleriyle önce hesaplaşmaları sözü buna bir başlangıç olarak görülebilir. Lenin artık dünya sosyalist devrimi üzerinden tarihi düşünmeye başlıyordu.
İki buçuk yılda 3000 sayfalık bir yazın, bunların arasında en ünlüsü Emperyalizm (notlarla birlikte alındığında hacimli bir çalışma). Kimisinin sandığı gibi Lenin Alman Devrimi yenilince Doğu’ya dönmedi. İlk kez açıkça bu çalışmaları sırasında milliyetler ve sömürge halklarının kurtuluşunu devrimin temel sorunlarından biri olarak ele aldı.
İsviçre’deki Lenin, kuramsal alanda bu sıçrayışı gösterirken Rusya’da ciddiye alınabilir bir nüfuza sahip değildi. Bolşevik Partisi’nin lider kadrosu ya sürgünde ya da mültecilikteydi. Sahada iç bürodan etkin birkaç kişi kalmıştı. Lenin’in kuramsal faaliyetlerinin en yakınlarından bile yeterince izlenmediğini ilerdeki ayrışmalar, tartışmalar çok açık olarak gösterir.
Paris Komünü barikatlarında
Komünün derslerinden devrime
1917 Ocağında Lenin hem Rusya’da olgunlaşmakta olan devrimden hem de Avrupa’da hüküm sürmekte olan bir mezar sessizliğinden söz eder. “Yaklaşmakta olan bir devrim”, ancak eski kuşağın, yani 1905’i yaşamış olan kuşağın bu devrimin akıbetini belki de göremeyeceği yönünde bir öngörüde bulunur. Akıbetten kast ettiği Dünya Sosyalist Devrimi midir, yoksa…? Finlandiya garına indiğinde Rus Devriminden değil Dünya Devriminden söz edecektir.
Şubat devriminin ilk günlerinde Bolşevik Partisi’nin önde gelen simaları geçici hükümete şartlı, eleştirel destek sunarak Menşeviklerle aynı uzlaşma politikasını güdüyorlardı. Hatta sürgünden gelen Merkez Büro üyelerine göre (Stalin ve Kamenev), iç büro üyesi Şilyapnikov gibileri devrimin dinamiğini daha iyi kavrayarak sol bir tutum geliştirirken önleri üstleri tarafından kesiliyordu.
Nisan’da Rusya’ya gelmeden önce Lenin’in yazdığı Uzaktan Mektuplar’ın kaderi bu açıdan anlamlıdır (beş mektuptan yalnızca sonuncusu Lenin Petrograd’a varırken basılacaktır). Lenin diğerlerinden önce Bolşevik Partisi’ni yola sokmaya çalışıyordu. Finlandiya garına inmesiyle birlikte başlayan bu iç tartışma gelgitlerle devrim anına kadar devam etti. Nisan Tezleri’nin de Bolşevikler tarafından hiç de iyi karşılanmadığı eklenmelidir. Lenin devrimin gerçekleşmesi için gelgitlerde farklı tutumlar geliştirirken bir taraftan da yazımına başladığı Devlet ve İhtilal üzerine çalışıyordu. Devrim çantada keklik değildi ama devrimden sonra, Paris Komünü’nün bıraktığı yerden ve onun hatalarını tekrarlamayarak nasıl bir devlet inşa edilecekti? Sonraki gelişmeleri bu kitabın merceğinden irdelemek bile tahayyül edilen demokrasi ile gerçekleşen rejim arasındaki çelişkiyi görmeye yeter. Bu kitapta parti diktatörlüğü lafı bir kez bile geçmez. Ne Yapmalı’da Kautsky’den mülhem işçi sınıfını kendiliğinden hareketinin ancak sendikal bilince ulaşabileceğini belirtirken Devlet ve İhtilâl’de aşağıdan denetim, Sovyet demokrasisi öne çıkıyordu. İnsanlar hayatlarını bir takım müstakbel bürokratlar için devrime adamamışlardı.
Lenin olmadan Ekim Devrimi’nin olamayacağını söylemek abartılı bir iddia gibi gözükürse Şubat günlerinden itibaren Bolşevik Parti önde gelenlerinin pozisyonlarına bakmak yeterli olacaktır. 1914 öncesinin formülasyonlarını sakız gibi çiğnemektedirler. Oysa o kadar eleştirdikleri Menşeviklerle aynı safta yer almaktaydılar. Ancak yalnızca pozisyon meselesi değildir, devrimin Şubattan Ekime dalgalanmaları sırasında “iktidar” meselesini sürekli gündemde tutan ve acil bir mesele olarak koyan Lenin’dir.
Ekim Devrimi’nin iki önemli tanığı ve yazarı Troçki ve Suhanov Lenin’in pek de elverişli olmayan koşullarda, ezilenlerin, emekçilerin özlemlerinin sarsılmaz bir temsilcisi olarak nasıl diğer siyasi muarızlarını saf dışı bıraktığını açıklarlar. Zaman zaman içte de zorlu tartışmalar ve oylamalar Ekim kararının “Uzaktan Mektuplar’dan başlayan bir silsilenin son adımı olduğunu gösterir.
Devrimin suları çekilirken
1920’de artık koşullar hiç de istenilmediği kadar değişmiştir. İç savaşın yıkımı, abluka, kıtlık, Alman Devriminin yenilgisi… Merkeziyetçi ve otoriter politikalar öne çıkar, “savaş komünizmi” diye mecburi bir yöneliş kazanılır. Toplum kırdan kente kentten kıra çalkalanırken devrimin öncüsü Bolşevik Partisi ve devrimin yürütücüsü Sovyetler de artık eskisi gibi değildi. Kurucu Meclis seçimleri önce ertelenmiş sonra gündemden kaldırılır. Öte yandan işçilerin Menşevikleri de anarşistleri de işçi partisi olarak gördükleri de bir gerçektir.
1921 yılı bu felaketlerin en kritik dönemiydi. Parti içi tartışmalar zapturapt alınmış, Sovyet demokrasisi rafa kalkmıştır (Bunda Brest Litovsk barışı sonrasında Sol S-R’lerin Bolşeviklere yaptığı suikastların de payını unutmamak gerek, ama bununla da sınırlı kalmamak…). Bu yıl 100. yılını idrak ettiğimiz Kronstadt ayaklanması kanla bastırılmıştı. Gerekçe Kronstadt bahriyelilerinin Ekim Devrimi’ndeki bahriyeliler olmadığı, çok değiştiği idi. O gün için bu feci bastırmayı mazur gören “anarşist-bolşevik” Victor Serge’in hayatının son dönemlerinde altını çizdiği gibi evet bu doğruydu, bahriyelilerin bileşimi değişmişti ama daha vahim bir gerçeklik vardı: Bolşevik Partisi de artık 1917 Ekiminin Bolşevik Partisi değildi.
Lenin’in son kavgası
Mevcudu yarı yarıya azalmış bir işçi sınıfı. Eski Bolşeviklerin, yetmezmişçesine muzaffer Kızıl Ordu’nun subaylarının ve önde gelenlerinin barışta devletin çeşitli kademelerinde önemli mevkilere yerleşmeleriyle “aşağıdan denetim” kanalları da tıkanmış oldu; başka bir deyişle “ikamecilik” zirve yaptı. Kitleler iktidardan uzaklaştırılmıştı, partiye yeni katılanların de siyasal eğitimi hayli kıt olduğu gibi gelenlerin de devrim öncesi gibi mücadeleye değil “ikbal” kapısına geldikleri söylenebilir. Mart 1921’deki kongrede o güne kadar devrim sırasında veya yeni iktidar oluşumunda, merkez organından istifalara kadar varacak görüş ayrılıkları olağan karşılanmışken eğilim ve hizip hakkının iptali gibi uygulamalarla partinin bileşimi ve işleyişi öylesine değişmişti ki siyaset partinin bir avuç ileri geleni tarafından icra edilir oldu. Böyle bir ortamda, görünüşte Gürcü Komünistlerine karşı yapılan aşağılayıcı muameleden başlayan ve genel olarak “büyük Rus şovenizmine karşı mücadele” olarak Lenin’in ifade ettiği meseleden bürokratikleşmeye uzanan, devrimin kaderine ilişkin bir çatışma belirdi. Devleti parti kuşatmış ve artık “Sovyet bürokratı” diye bir tip çıkmıştı. “Devralınan devlet aygıtından” söz ederken “bürokrasiye” karşı amansız bir mücadele gerektiğinin altını çiziyordu, Lenin. Daha erken bir tarihte Rosa Luxemburg’un “tehlike, zorunluluğu bir erdem haline getirdikleri… noktada başlamaktadır” ikazı ateş bacayı sardıktan sonra fark edilmişti. “Vasiyetname” denen aslında Lenin’in parti kongresine hitaben yazılan son yazıları bu dönemin bilançosunu çıkarmak açısından o kadar önemlidir ki Uzaktan Mektuplar nasıl Şubat Devriminden sonra Pravda’da yayınlanmamışsa son yazılar da SSCB’de çeyrek asır yayınlanmamıştır.
Lenin’in Birinci Dünya Savaşı sonrası kuramsal ve siyasal faaliyetleri yeni bir ufuk açmıştır. Bir stratejist olarak Lenin’in Ekim Devrimindeki rolünü zaten kimse tartışmıyor. Son Kavgası ise sosyalizme inandırıcılık kazandırmak açısından önemini hâlâ koruyor.