Hacay YILMAZ yazdı: Bundan tam kırk bir yıl önce, takvim yaprakları 22 Ocak 1980’i gösterirken, İzmir’de işçi sınıfı tarihinin en büyük direnişlerinden biri başlayacak, 14 Şubat 1980 günü bittiğinde adı “Tariş Direnişi” olarak tarihe geçecekti.
13 Şubat 1982 günü, TKEP davasından İzmir'de idam edilen,
Fabrika arkadaşım, Tariş direnişçisi Seyit Konuk anısına saygıyla.
Devletin fabrikalara operasyonuna karşı başlayan direnişi anlatabilmek için önce, Önce Tariş'in ne olduğunu anlamak gerekiyor. Tariş "Tarım Satış Kooparatifleri Birliği"nin kısaltılmış adıdır. Kooparatif Ege bölgesinin farklı illerinde bulunan, pamuk, üzüm, incir, zeytin vs. üreticiler tarafından kurulmuştu. Direnişin yaşandığı tarihte kooparatifin yaklaşık 80 bin üretici ortağı vardı. Ayrıca büyük çoğunluğu İzmir de olmak üzere, iplik, üzüm, zeytinyağı, incir, yağ kombinaları gibi fabrikalarda on binin üzerinde işçi ve emekçi çalışmaktaydı. Kooparatifin yönetimi her ne kadar üreticiler tarafından seçilse de, gerçekte sahibi de yöneticileri de bölgenin büyük toprak sahipleriydi. Bunun sayısı da bir elin beş parmağını geçmezdi. Kooparatife bağlı fabrikaların genel müdürü, müdürleri ve kimi bürokratları dönemin hükümetleri tarafından atanırdı. Böylece kooparatife bağlı işletmelerin kazancı da bir avuç yönetici ve dönemin siyasal iktidarları tarafından paylaşılırdı.
Tariş, seksen bin üretici ortağı, on binin üzerinde çalışanı ile açıktır ki, o dönem Ege bölgesinin olduğu gibi, Türkiye'nin de en büyük kuruluşlarından biriydi. Ekonomik güç kadar ve oy potansiyeli olarak da siyasal etki alanı genişti. Dönemin hükümetleri de buraya siyasal olarak bakarlardı. İşletmelerin müdürlerini, bürokratlarını ve çalışanları belirleme yetkisi olan hükümetler, kendi politikaları ve ideolojileri doğrultusunda müdahale ederlerdi. Tariş'e müdahaleler 1970'li yıllarda öncelikle çalışanlar ve işçiler üzerine oldu.
Tariş'e ilk müdahale, 1975 ve 1977 yılları arasında 1. MC Hükümeti tarafından yapıldı. Bu hükümet, Adalet Partisi, Milli Selamaet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisinin oluşturduğu, milliyetçi sağ bir koalisyon hükümetiydi. Başbakan Süleyman Demirel'di.
İlk müdahalede fabrikalardan yüzlerce işçi çıkarıldı. Yerlerine ülkücü militanlar alındı. Bir anlamda fabrikalar adeta faşistlerin üssü haline getirildi. Fabrikalarda üstlenen faşistler, kendilerinden olmayan işçileri haraca bağlamış, içeride sorgu odaları kurmuşlardı. O günlerde İzmir'in farklı semtlerinde de devrimci demokrat insanlara karşı buralardan saldırılar yapılıyordu.
Faşistlerin işgali altındaki fabrikalarda üretim de en alt düzeydeydi. 1978 yılının ilk günlerinde 1. MC Hükümeti’nin değişmesiyle, Tariş'de de önce müdürler ve bürokratlar dönemin Ecevit hükümeti tarafından değiştirildi. Bunun yanı sıra, devrimci hareket içerisinde farklı siyasal yapıdan çok sayıda devrimci işçiyle birlikte, demokrat, ilerici işçiler de fabrikalarda iş başı yaptılar. Bu değişim öncelikle faşistlerin işgali altında, zor koşullarda çalışan, işçiler için moral oldu. Faşistlerin fabrikalardan temizlenmesi konusunda devrimcilerle buluşmaları zor olmadı. Böylece kısa sürede fabrikalar faşistlerden arındırılırken, hemen bütün her birimde, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı sendikalarda örgütlenildi. Fabrikalar faşistlerden arındırılırken, ülkede devam eden faşist saldırılara karşı da Tariş işçileri güçlü tepkiler geliştirdi. Örneğin, 1978 yılının Aralık ayında faşistler, devlet güçlerinin de yardımıyla günlerce Maraş'ta alevi yurttaşlara ve devrimci demokratlara karşı bir katliam yapmışlardı. DİSK bu katliamı protesto için ülke genelinde tüm işyerlerinde beş dakikalık iş bırakma kararı aldı. Tariş işçileri, konfederasyonun bu kararını 24 saate çıkardı. Yürüyüş yaparak da katliamı lanetlediler. Tariş işçileri demokratik bir çalışma ortamı yarattıktan sonra, üretimi rekor düzeye çıkarırken, güçlü toplu sözleşmeler de yaptı.
‘Fabrikalar Komünist Anarşistlerin Üssü Haline Getirilmiştir’ mamşetiyle Tariş’e müdahalenin zemin hazırlandı
1979 yılı Ekim ayında CHP Hükümeti düştükten sonra, tekrar 3. MC Hükümeti kuruldu. Bu defa bu sağcı faşist koalisyona Milli Selamet Partisi dışarıdan destek verdi. Yine Süleyman Demirel Başbakan oldu. Faşistlerin devrimcileri katletmesine ve katliamlarına “bana milliyetçiler adam öldürtüyor dedirtemezsiniz” söylemine devam etti. 3. MC Hükümeti’nin de, daha önceki MC hükümetlerinin yaptığı gibi ilk icraatı, kamu kuruluşlarında ve Tariş başta olmak üzere, Fiskobirlik, Antbirlik gibi işletmelerde operasyon yapmak olacaktı. Çok da zaman geçirilmeden, o gün tek kanal olan devlet televizyonunda ve yandaş gazetelerde algı operasyonları başlatıldı. İzmir de yayınlanan, bu gün de yandaş olan Yeni Asır gazetesi günlerce yalan manşetler attı: “Tariş'te Üretim Yapılamıyor”, “Fabrikalar Kommünist Anarşistlerin Üssü Haline Getirilmiştir” manşetleriyle çıkan, yandaş gazetenin amacı, iktidarın Tariş'e müdahalesinin zeminini yaratmaktı. O günlerde bir başka hazırlık daha vardı. İç Anadolu’nun farklı kentlerinde insanlar taşınarak İzmir'deki otellere yerleştiriliyordu. İktidar yanlısı bu insanlar, Tariş'ten atılacak işçilerin yerine alınacaktı. 3. MC Hükümeti’nin amacı ve niyeti açıktı. Tariş'in tüm fabrikalarında, devrimci demokrat, ilerici işçileri ve DİSK'i tasfiye ederek, buraları yeniden faşist üslere dönüştürmek.
Tariş işçileri “Devrimci Eylem Birliği” imzalı bildiri yayımladı
3. MC Hükümeti ve yandaşları böylesi hazırlıklar yaparken, Tariş işçileri elbette ki bunun bilincindeydiler. Hemen tüm işletmelerdeki devrimci, demokrat işçilerin temsilcileri biraya gelerek, İzmir kamuoyuna bir bildiri yayımladılar. “Devrimci Eylem Birliği” imzasıyla yayımlanan bildiride, MC Hükümeti’nin amacı teşhir edilirken kısaca şu çağrı yapılıyordu: “Faşist MC Hükümeti’nin fabrikalarımıza yönelik saldırılarına karşı güçlü bir direnişle yanıt vererek, fabrikalarımızı savunacağımızı tüm halkımıza duyuruyor, halkımızı ve sınıf kardeşlerimizi duyarlı olmaya çağırıyoruz.”
22 Ocak polis jandarma desteğiyle Tariş Fabrikası’na operasyon başlattı
İzmir de soğuk bir gündü. Takvim yaprakları 22 Ocak 1980'i gösteriyordu. İçişleri Bakanlığının gizli genelgesiyle, İzmir valisinin emri doğrultusunda polis, jandarmanın da desteğiyle, Tariş'in fabrikalarına operasyon yaptı. Belediye otobüsleriyle, sabahın erken saatinde fabrikalara taşınan polisin operasyon gerekçesi “arama yapılacak” biçiminde açıklandı. Bu, doğrudan panzerlerin kapıları kırdığı, duvarları yıktığı, ateşli silahların kullanıldığı “bir arama” oluyordu. Arama bahaneydi, devlet operasyon yapıyordu. Bu operasyona karşı, özellikle de Çiğli İplik Fabrikası işçileri, üzerinde çalıştıkları makinelerin iğneleri, masuraları ve bedenleriyle direndiler. Polisi fabrikalarına sokmadılar. Kadın işçiler direnişin önündeydiler. Polis o gün, 1 ve 2 No’lu üzüm işletmeleri ile Yağ Kombinası’ndan onlarca işçiyi gözaltına alırken, İplik fabrikasından da, fabrikanın dışında hınçla yakaladığı bir kaç işçiyi gözaltına aldı. MC Hükümeti amacını açık etmişti. İşçiler de operasyonun arkasından kısa bir değerlendirme yaparak, fabrikaları terk etmeme ve DİRENİŞ kararı aldılar. Üç talep kamuoyuna açıklandı;
1- Operasyonlar derhal durdurulsun. Yaşananlardan polis ve operasyon emri verenler sorumlu tutulsun
2- Gözaltına alınan işçi arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın
3- İş ve can güvenliğimiz sağlanarak, hiç bir arkadaşımızın işten çıkarılmayacağı güvencesi verilsin.
Polisin operasyonuna karşı, bu taleplerle başlayan direniş haberi kısa sürede İzmir'in her tarafına yayılırken, çok geçmeden İzmir halkı ve öğrenci gençlik direnişin yanında saf tuttu.
Özellikle de İplik fabrikasının bulunduğu Çiğli Çimentepe mahallesinde oturan kadınlar evlerinde ekmek yaparak ilk gününden direnişçilere ulaştırdılar. Ege Üniversitesi öğrencileri, şehirlerarası karayolunu trafiğe kapatarak, “Direnişinizi Direnişimizle Destekliyoruz” pankartıyla yürüdüler. Öğrencilerin yürüyüşüne polis müdahalesiyle çıkan çatışma da onlarca öğrenci yaralandı, çok sayıda öğrenci gözaltına alındı. 23 Ocak günü DİSK'e bağlı sendikalar tüm işyerlerinde iki saatlik iş bırakma eylemiyle, direnişi desteklediler. Direniş devam ederken, Başbakan Süleyman Demirel, “Devlet Güçlüdür Tariş'e Girecektir” diye bağırıyordu. Dönemin Genel Kurmay Başkanı ve daha sonra 12 Eylül Cuntası’nın lideri Kenan Evren, Erzurum’daki kış tatbikatlarında, Tariş direnişçilerini kastederek, “Biz dış düşmanla değil, iç düşmanla uğraşıyoruz” demecini veriyordu. Direnişçilerin ise, bunlara karşı yanıtı açıktı; “Fabrikalarımızı Teslim Etmeyeceğiz. Tariş'te faşistlere Yer Yok”.
İşçiler Disk’ten ‘Genel Grev Genel Direniş” çağrısı yapmasını istedi
Talepler her ne kadar siyasal olmasa da. Devlet tüm gücüyle direnişçilerin karşısındaydı. Engels’in ifadesiyle, “Burjuvazi ve temsilcileri savaş açmışlardı. Savaş kabulümüzdür” diyordu direnişçiler. Böylece taleplerin kabulü için mücadele topyekun bir desteği ve tüm sınıfın ittifaklarıyla birlikte, direnişin yanında aktif saf tutmasını gerektiriyordu. Bundan dolayı da direnişçiler, örgütlü oldukları sendikalardan ve DİSK'ten “Genel Grev, Genel Direniş” yapmasını istediler. DİSK buna karşın İzmir'de görkemli bir miting yaptı. Bu mitingin ardından da, direnişi sonlandırma kararı aldı. Ancak bu kararın direnişçilere açıklanması 30 Ocak gününü buldu. O gün, DİSK başkan vekili Rıza Güven, Tekstil Genel Başkanı Rıdvan Budak ve Gıda-İş Genel Başkanı Mehmet Mıhlacı’dan oluşan konfederasyon heyeti fabrikalara gelerek, kararı açıklamak istediler. İlk olarak İplik fabrikasına gelen heyet, işçiler tarafından, “Direnişi Kıranın Kafasını Kırarız, Genel Grev Genel Direniş” sloganlarıyla karşılandı. Fabrikanın toplantı salonunda, işçilere konuşmak isteyen heyet, tartışmalar arasında, “Genel Grev” için direnişin bitirilmesini açıkladı. Bu karar direnişçiler arasında bölünme yarattı. Uzun tartışmalar sonucu direnişçiler direnişi sonlandırdılar. İplik fabrikasının ardından diğer fabrikalarda da heyetin açıklamasıyla direniş sonlandırıldı.
DİSK “Genel Grev Genel Direniş” çağrısı yapmadı, direnişin bitildiğini açıkladı
30 Ocak günü direniş bitirilip, iş başı yapıldıktan bir kaç gün sonra, Tariş Genel Müdürlüğü tarafından gazetelerde ilanlar yayınlandı. MC Hükümeti’nin Tariş'e yeni atadığı genel müdürlüğün ilanında şöyle diyordu; “Hasar tespiti için fabrikalar bir hafta süreyle kapatılacaktır. İş kanunun 17 ve 274 sayılı yasanın 29. maddesine göre işçilerin tümünün iş akitlerinin fesih zorunluluğu doğmuştur". İlan açıktı. “Hasar tespiti” bahanesiyle, fabrikalar kapatılarak binlerce işçi kapının önüne koyuluyordu. Bu durumu bir kez daha hem işçiler hem DİSK kabul etmedi. İşçiler fabrikaları boşaltmadan üretime devam ettiler. Bir kaç gün sonra gazetelerde işten atılan işçilerin isimlerinin yayınlanması üzerine de direniş yeniden başladı. Fabrikaların kapılarına barikatlar kuruldu. Devletin fabrikalara saldırısı da gecikmedi. 7 Şubat günü polis önce Alsancak'taki 1 No’lu Üzüm İşletmesi’ne operasyon yaptı. Üzüm İşletmesi’nin karşısındaki Sümerbank işçileri iş bırakarak camlardan sloganlarla direnişçilere destek verdi. Polis panzerlerle kapılara dayandığı, işçilerin molotof kokteyllerle karşılık verdiği çatışma başladı. Bir süre sonra üç direnişçi yaralandı. Yüzlerce direnişçi gözaltına alınarak Alsancak stadyumuna götürüldü.
‘Hasar tespiti’ bahanesiyle üretime ara verildi, direniş yeniden alevlendi
Üzüm işletmesini boşaltan polis, ertesi gün İplik Fabrikası’na yöneldiğinde, fabrika yolu üzerinde, Çiğli Çimentepe halkı ve devrimcilerin, sosyalistlerin bir bütün kurduğu barikatla karşılaştı. Aşamadı. İplik fabrikası direnişçileri de fabrikanın etrafına barikat kurmuşlardı. O gün İzmir halkı bir kez daha direnişçiler için sokaklardaydı. Gültepe, Altındağ, Çimentepe ve birçok yerde barikatlar kurulmuştu. Bir kaç gün daha polis iplik fabrikasına yaklaşamadı. 10 Şubat günü, Çiğli Çimentepe ve fabrikanın etrafındaki devrimciler ve halkla polis arasında büyük bir çatışma yaşandı. Bu çatışmada, devrimci öğrenci Cemil Oral, polis panzerinden açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi. Onlarca insan yaralandı. Beş yüz civarında insan gözaltına alındı. Böylece de halkın İplik Fabrikası direnişçilerine desteği kırılmış oldu. Artık direnişçiler fabrikalarına kurdukları kendi barikatlarının arakasındaydılar. Barikat ateşi ve halaylarla direnişlerine bir süre daha devam ettiler. Ta ki, takvim yaprakları 14 Şubat'ı gösterene kadar.
14 Şubat sabahı tanklar fabrikayı sardı, çatıya komandolar indi
İzmir'de kışın en soğuk gecelerden birisi yaşanıyordu. Gecenin bir yarısı, saat 04.00’da, İplik fabrikası direnişçileri havadan ve karadan kuşatıldılar. Çatıya helikopterlerle komandolar indirildi. Tanklar eşliğinde binlerce asker ve polis fabrikayı sardı. Asker ve polis amirlerinin anonsları yankılandı, gecenin karanlığında: “Etrafınız sarıldı. Teslim Olun”. Direnişçilerin sesi daha gür yankılandı gecenin karanlığında: “Teslim olmayacağız. Bizi Rahat Bırakın. Faşizme Karşı Omuz Omuza”. Sesler yankılandı, kentin en derin uykusunda düşlerin arasına girdi. Çatışma başladı. Tanklar kapıları kırdı, duvarları yıktı, barikatları yardı. Günün ışıklarının karşıladığı çatışmada, güçler eşit değildi. Operasyon amirleri anonslarını tekrarlarken, çatışmaya girmeyen direnişçilerden bir bölümü fabrikayı boşaltmaya başladı. Saatler sonra yenilginin kapıları aralandı. Direniş kırıldı. Biraz da eşit olmayan koşullarda tarihin zorunluluğu muydu bu son. Ancak acıydı. Tariş direnişçilerinin kaderi de Paris Komünarlarına benzemişti. Yüzlerce direnişçi silahlarını üzerinde çalıştıkları makinelerin arasına bırakarak, elleri başlarının üzerinde dipçiklerle gözaltına alınarak stadyuma götürüldüler. Bir kısmı daha sonra sıkıyönetim mahkemelerinde farklı hapis cezalarıyla cezalandırılacaktı. Böylece, 22 Ocak günü başlayan ve 14 Şubat günü sonlanan direniş, emeğin ve işçi sınıfının mücadelesinde tarih sayfalarında “Tariş Direnişi” olarak şanlı yerini alacaktı.
Tarihin sayfalarında yerini alan bu direniş, öncelikle anti-faşist bir direnişti. Talepler her ne kadar ekonomik ve iş güvenliğine yönelik olsa da, karşısında devlet vardı ve mücadele, başından itibaren siyasal olmuştu. Öte yandan, içinde o dönemin devrimci sosyalist hareketinin farklı fraksiyonlarından çok sayıda işçinin olduğu Tariş işçileri, fabrikalarını sivil faşistlerden temizlemişlerdi. Elbette ki koruyacaklardı.
Direniş bir bütün, devrimci ve sosyalist hareket içerisindeki fraksiyonlardan işçilerin de ortak eseridir.
Tariş direnişçileri direnişin başarısı için, “Genel Grev ve Genel Direniş”le kendilerinin desteklenmesini istemişlerdi. Haklıydılar. Öncelikle de üyesi oldukları konfederasyondan bekliyorlardı. Yapılmadı. O günlerde “Bir genel direnişin barikat çatışmalarına” dönüşmesi ihtimali de uzak değildi. Bu da işçi sınıfının siyasal öznelerinin de güçlü bir şekilde devreye girmesini gerektiriyordu. Bu da olmadı. Bu görevler karşılanmadı.
Şimdi Tariş direnişinin deneyimi ışığında, bu gün devrimcileri ve tüm demokrasi güçlerini, faşizme karşı birleşik bir mücadele beklemektedir. Tek tek işçi direnişleriyle, kadınların, Kürtlerin, Boğaziçi öğrencilerinin direnişini ortaklaştıracak, yükseltecek bir mücadele.