Rahmi YILDIRIM yazdı – Önceki devrimciler gibi, Ömer, Erdoğan, Mehmet ve Ramazan da 28/29 Ocak 1983 gecesi “en inceden inceye tasarlanan” cinayete kurban giderken yiğitçe karşıladılar ölümü. Ömer, Mehmet, Erdoğan, Ramazan… Darağacına yürürken bile asaletlerini korudular.
Darağacında bile asaleti elden bırakmadılar[1]
Albert Camus’nun dediği gibi, “Önceden en inceden inceye tasarlanan cinayet idamdır. Hiçbir caninin eylemi, ne kadar ince hesapla hazırlanmış olursa olsun, bununla kıyaslanamaz. Çünkü, kıyaslanabilmesi için kurbanına kendisini öldüreceği günü önceden haber vermiş ve o andan itibaren kurbanını aylarca kendi merhametine terk etmiş bir caniye ölüm cezasının uygulanması gerekirdi. Böylesi bir canavara özel yaşamda rastlanmaz.”
Önceden en inceden inceye tasarlanan cinayete nice kahramanlar devrimciler kurban gitti.
Sokrates, Spartacus, Giordano Bruno, Bedrettin, Börklüce Mustafa, Torlak Kemal, Pir Sultan Abdal ve nice kahramanlar… Baldıran zehrini içerken, çarmıha gerilip çivilenirken, diri diri yakılırken, yapraksız bir dalda sallanırken, boynu vurulurken efendilere ve mütegallibeye boyun eğmediler, can telaşına düşmediler, aman dilemediler. Son nefeste bile elden bırakmadıkları asalet ve onurlarıyla insanlığın vicdanı oldular. Onları katledenlerin ise adları bile bilinmiyor.
Daha yakın tarihte Deniz, Yusuf, Hüseyin, Erdal ve nice devrimciler… İdam sehpasında dizleri titremedi. Ezilenlerin emekçilerin kurtuluşuna olan inançlarını haykırdılar, komünist devrimciye yakışan yüreklilikle sehpayı kendileri tekmelediler.
Önceki devrimciler gibi, Ömer, Erdoğan, Mehmet ve Ramazan da “en inceden inceye tasarlanan” cinayete kurban gittiler.
Ömer, Erdoğan, Mehmet ve Ramazan da yiğitçe karşıladılar ölümü; darağacına yürürken bile asaletlerini korudular.
Ömer Yazgan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde subayken sivil devrimci harekete katılmak üzere üniformasını kendi iradesiyle çıkartmıştı. Metin Adil Toraman ve Ali Aktürk adlı yoldaşlarının öldüğü eylem sonrasında tutsaklık günlerinde ölümü beklerken Ömer’e, ordu içindeki yoldaşlarını ele vermesi karşılığında idam cezasını bozmayı teklif ettiler. Ömer, bu teklifi hakaret saydı. Nihayet boynuna ilmiğin geçirilmesine dakikalar kala yazabildiği mektubunda, ailesine, yoldaşlarına şöyle seslendi:
“Halkımızın yazgısı bu değil. Çok evladını kaybetti. Ama bir gün kazanmayı da öğrenecek. Halkımızın mücadelesi haklıdır, meşrudur. Meşru olmayan, bu zorbaca düzeni sürdürmekten yana olan katillerdir. Diğer devrimciler sizlerin evladıdır. Tarih, biz zulme karşı çıkanları her zaman haklı çıkardı, çıkaracak.”
Ramazan Yukarıgöz’ün gözlerinde de korkuyu boşuna aradı cellatlar. Son nefesinde annesine sevgisini ayrı bir mektupla ileten Ramazan, yoldaşlarına yazdığı mektupta şu satırlarla veda etti:
“Faşizme ve emperyalizme karşı halkın yanında yer almak gerekirdi. Ben de bunu yaparak halkın mücadelesine en ön saflarda katılmaya çalışarak sizlere ve halkıma olan görevlerimi her zaman elimden geldiğince yerine getirmeye çalıştım. Son görevimi de şimdi yerine getiriyorum. Benim için üzülmenizi, gözyaşı dökmenizi istemem. Devrimci olarak yaşadım, devrimci olarak ölüyorum. Ben halkımın mutluluğu için savaştım; adım hüzünle birlikte anılmasın!”
Mehmet Kambur da son kez nefes alıp vermeden dakikalar önce yazabildiği mektupta bilimsel sosyalizme bağlı kaldığını, cellatlara iş bırakmayacağını vurguladı:
“Ülkemin özgürlüğü uğruna canımı severek feda ediyorum. Son görevi yerine getirirken size ve halkıma layık olmaya çalışacağım. Son nefesimi verirken dahi köhne düzenin cellatlarına fırsat vermeden halka son mutluluk sloganını haykıracağım. Bundan hiç kuşkunuz olmasın.”
Erdoğan Yazgan içlerinde belki de en neşeli ve muzip olanıydı. Babası, evlat sevgisiyle ısrarlı başvurularda bulunmuş, idamdan kurtarmak umuduyla akıl sağlığının tetkiki için Erdoğan’ın adli tıpa sevkini istemişti. Sonuçta adli tıpa sevk edilen Erdoğan akıl sağlığıyla ilgili bir rapora tenezzül etmedi, günü gelince yiğitçe çıktı darağacına. Erdoğan’ın ailesine, yoldaşlarına vedası, yaşadığı hayat gibi sade ve yalındı: “Beni hayat devrimci yaptı.”
Önceki devrimciler gibi, Ömer, Erdoğan, Mehmet ve Ramazan da “en inceden inceye tasarlanan” cinayete kurban giderken yiğitçe karşıladılar ölümü.
28/29 Ocak 1983 gecesi işlenen bu cinayetin tasarlanmasındaki en önemli başlıklardan biri de, rüşvetçi hâkimin kararıyla asılmış olmalarıydı.
Cinayete ilişkin tasarı Danışma Meclisi’nden geçip Milli Güvenlik Konseyi’nde beklerken, kararı veren mahkemeden bir hâkim, başka bir davada idam cezası vermemek için rüşvet almak suçundan hüküm giydi ve hüküm kesinleşti.
Yürürlükteki CMUK uyarınca, böyle bir durumda yargılamanın yenilenmesi gerekiyordu. Avukat Sadık Akıncılar, infazın durdurulması ve yargılamanın yenilenmesi için 27 Ocak 1983 tarihinde yıldırım telgrafla Askeri Yargıtay Başsavcılığı’na başvurdu. Telgrafın aynı gün saat 15.00’te yerine ulaştığı, cevabi ihbarnameyle kayıtlı. Askeri Yargıtay Başsavcılığı’nın da başvuruyu 28 Ocak 1983’te Milli Savunma Bakanlığı’na ilettiğine ilişkin resmi yazılar dosyada duruyor. Ancak, aynı günün akşamı toplanan Milli Güvenlik Konseyi (MGK) cinayetin işlenmesine karar verdi.
Ömer Yazgan
Konsey tutanaklarında, yargılamanın yenilenmesi talebinden söz edilmiyor.
Gazeteci olarak, yeniden yargılamaya ilişkin telgrafın neden dikkate alınmadığını araştırdım.
Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ,
MGK Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanı Hâkim Tuğgeneral Muzaffer Başkaynak
MGK’nin infaz oturumunda sunumu yapan Adalet Komisyonu Başkanı Hâkim Albay İlhan Köseoğlu,
Her biriyle ayrı ayrı konuştum. Üçü de aynı şeyi söylediler: “Başvuru bize iletilmedi, telefonla iletilse hemen durdururduk, haberdar olsaydık, mümkün değil yapmazdık.”
Bu araştırmanın sonucu ve infazın öyküsü 2 Aralık 1993 tarihli gazetelerde yayımlandı.
Özetle, yıldırım telgraflı başvuru Milli Savunma Bakanlığı’ndan öteye geçmemiş. ANKA Ajansı’nda çalışırken, Yazı İşleri Müdürü Özer Esmer’in imzasını taşıyan yazıyla iki kez Milli Savunma Bakanlığı’na, telgrafın akıbetini sorduk. Ancak, yanıt verilmedi.
***
Yıldırım telgraflı başvurunun neden işleme konmadığı sorusuna yanıt vermedikleri gibi, idam sehpasına çıkarken yazdıkları mektupları da on yıllarca vermediler.
Ömer’in son mektubu 24 yıl sonra; Ramazan, Mehmet ve Erdoğan’ın mektupları da 26 yıl sonra ailelerine ulaştı.
Aradan yıllar geçti, Ömerler’in idamına karar veren cunta üyeleri hakkında düzmece bir dava açıldı. ADAM-DER Başkanı Tuna Atalay dernek adına, kurucu başkan Rahmi Yıldırım da kendi adına, davanın düzmece niteliğini teşhir amacıyla müdahil olmak için başvurdular. Başvurular reddedildi ama avukatlar Ömer Kavili, Arif Ali Cangı ve Kazım Genç aracılığıyla ADAM-DER bütün duruşmalarda temsil edildi. 22 Kasım 2012 tarihli duruşmada ADAM-DER Kurucu Başkanı’nın sanıklar Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya yönelttiği 13 sorudan biri de Ömer ve yoldaşlarının idamıyla ilgiliydi:
“Teğmen Ömer Yazgan ile arkadaşları Erdoğan Yazgan, Ramazan Yukarıgöz, Mehmet Kambur, idam cezası vermemek karşılığında rüşvet almak suçundan hüküm giyen Hâkim Yüzbaşı Eyüp Menteş’in içinde yer aldığı sıkıyönetim mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırıldılar. Kararı veren mahkeme heyetinde rüşvetçi hâkimin varlığının anlaşılması, yeniden yargılama gerektiriyordu. Savunma avukatları bu taleple 27 Ocak 1983 tarihinde yıldırım telgrafla başvuruda bulundular. Ancak, başkanı olduğunuz Milli Güvenlik Konseyi’ni 28 Ocak 1983 günü toplayarak idamın infazına karar verdiniz. Yeniden yargılamak yerine neden alelacele infaz kararı verdiniz?”
Cunta şefi, sorulara yanıt verecek onur ve namusa sahip değildi. Erdoğan Yazgan’ın kız kardeşi Sabire Yazgan’ın soruları karşısında da cunta şefi sessiz kaldı. Sabire’nin soruları şöyleydi:
– Bizim canlarımızı idam ederken, ‘Asmayalım da besleyelim mi?’ demiştiniz. Biz 32 yıldır vergilerimizle sizi besliyoruz. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
– TBMM kararı olmadan ve rüşvet almış bir hâkimin verdiği kararın sizlerce onaylanmasıyla abimlerin idam edilmesi, sizinki gibi faşist bir rejim dışında olabilir miydi?
– Kendinizi abimlerin katili olarak hissediyor musunuz?
– İstanbul’da evimizin kapısı çalındı. Babama, ‘Oğlunuz idam edildi, cesedi alacak mısınız?’ dediler. Sizin de kızlarınız var. Böyle bir ölüm haberi almak ister miydiniz?
– İzmit’e giden babam, abimin son mektubunu almak istedi. Savcı oyaladı. Akşam üzeri ‘Emir geldi, mektupları veremeyeceğiz’ dediler. O emri veren siz miydiniz?
– Abim yalnız donu üzerinde olduğu halde, cezaevinin battaniyesine sarılı olarak tabuta konuldu. Onlarca polis ve jandarma eşliğinde mezarlığa getirildi. Mezarlıkta bizler, zorla ve hileyle oradan uzaklaştırıldık. Abimin bedeni, o eski battaniyeye sarılı halde çukura atıldı. Abime karşı son görevlerimizi yerine getirmemizin engellenmesinde sizi suçlu bulmam doğru değil mi?
– Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Yüreksiz olduğunuz için mi bu sorulara yanıt vermiyorsunuz?
***
Ömer, Mehmet, Erdoğan, Ramazan…
Darağacına yürürken bile asaletlerini korudular.
Anadolu topraklarında başlayıp buluşan yaşam çizgileri, darağacında düğümlenerek sonsuzluğa uzandı; kendilerinden önce toprağa düşen Metin ve Ali’nin çizgileriyle bütünleşti.
Anılarına saygıyla!
[1] Bu ifade İnönü Alpat’a aittir.